Haydar Ergülen: ‘Hem içindeyim hem yazıyorum!’
Şiir ve yazı yolculuğunun yanına en çok da tren yolculuğunu koyan kalemlerden biri olarak “İnce Tren” şair yazar Haydar Ergülen’in üçüncü seferi! “Sait ile Sabahattin” kitabında ise iki ustayı karşılaştırmalı ve özdeşleştiren bir yaklaşımla yazıyor. “Taşranın kapısının içeriye doğru açılmasıdır” dediği “Tuhafiye” kitabında da kardeşlik haline vurgu yapıyor.
Fotoğraflar: VEDAT ARIK
- Trenlerde insanı yola çeken, hikâyelerine çağıran, epik bir doku, memleketlere dair bir alameti farika duygusu hep olageldi. En çok şairler sevdi diyelim sonra cümle alem! Trenleri Eskişehir’e sayısız kez gitmeler başta olmak üzere gayet iyi bilen, sıklıkla da yazmış, ahengine aşina bir yazar olarak sizde bıraktığı etkileri soralım ilk.
Bu üçüncü seferim diyelim! “Trenler de Ahşaptır!” sonra editörlüğünü yaptığım, 20 şair ve yazara yazdırdığım “Trenler Kalkar Haydarpaşa’dan”, şimdi de “İnce Tren”. Herhalde birkaç yıl sonra bir tren kitabım daha çıkar.
Galiba herkes yolculuğu farklı biçimlerde yazıyor, ben de şiir ve yazı yolculuğunun yanına en çok da tren yolculuğunu koyarak, bunda da edebi, şiirsel, insani ve tabii yanlar da bularak hem yazıyorum hem geziyorum.
Tabii soruda da değindiğin gibi, Eskişehirli olduğum da unutulmasın, çünkü Eskişehir benim için iyiliğin merkez istasyonudur! Trenler üstüne yazmama da en güzel sebep budur!
- “İnce Tren”in içeriğinde trenlerin şiir, yazın, sanat ve yaşamdaki yeri konusunda nasıl bir yol haritası çizili ve tren halkı nasıl konu edili? Ayrıca yarattığı yerel ilham duygusunun da nasıl bir ifadesi “İnce Tren”?
- İnce Tren, Eskişehir gibidir. Herkese, her şeye yer vardır. Yolcu değil komşu taşır sanki. Çocukluk taşır, insanın eski zamanlarını, taşra ikindilerini, karlı gecelerini taşır. Derinlik taşır. Belki trende bulduğum ve beni ona bağlayan şey de budur. Uzun uzun gidersin, derin derin gidersin!
Bachelard’ın “Mekânın Poetikası” kitabı gibi, tren de bir mekân olarak poetikasını yaratan benzersiz bir imge kaynağıdır. Şiir yazma süreci gibi. Hem içindesin hem yazıyorsun!
‘GERÇEKLİĞİN YALIN HALİNİ YAZDILAR’
- “Sait ile Sabahattin”… Yazmasalardı neler olurdu? Nelerden mahrum olur, ıskalar ya da geç keşfederdik? Dil ile yazın nerelerde aksar, Türk Edebiyatına hangi noktalarda eksik bir miras devrolunurdu?
Sait Faik “Yazmasam deli olacaktım!” diyor, ben de onu okuduktan sonra “okumasam deli olacaktım!” diyorum. Sahiden de her dilin, en çok o dilde tadına varılan yazarları vardır, Sait Faik de Türkçenin tadıdır bence.
Onu okuduktan sonra okumamış gibi yapmak mümkün değildir ve yazıyorsan üstünü başını, okuyorsan saçını başını biraz düzeltmen gerekir. Onun yazısı bir şeyleri değiştirir çünkü.
Sabahattin Ali ise klasikle modern arasında, her iki yazı terbiyesinden de nasiplenmiş bir büyük yazarımızdır. Belki de bizim edebiyatımızda ‘yalınlığın keşfi’ onlarla başlamıştır.
İkisinin de gerçekliği ele alış biçimleri, toplumcu ya da eleştirel gerçekçilik bağlamında değerlendirilirken, ‘gerçekliğin yalın hali’ni yazdıkları da unutulmamalı derim.
‘İNSANA VE YAZIYA İNANDILAR’
- Tüm yapıtları ve yaşamlarıyla her iki ustayı karşılaştırmalı ve pek çok konuda özdeşleştiren bir içerik kuruyorsunuz “Sait ile Sabahattin”de. Sanıldığının aksine pek benzer hatta bir bütünün parçaları olarak niteliyorsunuz onları. Anlatır mısınız?
İnsani yaklaşımları, çocuklara, yoksullara olan duyarlılıkları ve merhametli oluşlarıyla, ayrıca yüksek kişilik özellikleriyle hem Tevfik Fikret hem de Mehmet Akif, farklı dünya görüşlerine karşın çok yakın insanlar, çok benzer şairlerdir. İkisi de inanmıştır, biri insana, biri Tanrıya. Sait ile Sabahattin de böyledir benim için. İkisi de insana ve yazıya inanır. Çocuklara, yoksullara, düşkünlere, dışarlıklı olanlara, hayat kadınlarına, bu da ne sözdür ama, sokaktakilere, köylülere, alttakilere merhametle, şefkatle yaklaşırlar, sözcüklerinin gelişinden bellidir daha. Biri İstanbul’dan bakar, biri Anadolu’dan, ama aynı yerlere, aynı insanlara, aynı acılara, sevinçlere bakar ikisi de. O nedenle hep ikisini birlikte düşünürüm, birbirlerini tamamlayan iki arkadaş, yoldaş gibi.
- Neden Sait Faik ve neden Sabahattin Ali okursunuz? Sonra neden tekrar okursunuz? Her okuyuşunuzda ne olur, neler kalır sizde?
İkisini de çocukluğumda okudum ilkin. Erken okumanın faydası! Sonra liseye giderken, üniversitede okurken de okudum. Hem yaratıcı yazarlık derslerinde hem de çağdaş türk edebiyatı derslerinde uzun uzun üzerinde duruyoruz ikisinin de. Bazı yazarları, şairleri okur gibi okurum. Sait ile Sabahattin’i, Nermi Uygur’u, Abdülhak Şinasi Hisar’ı, Bilge Karasu’yu, Michel Tournier’yi... Sürekli beslenmek gibi. Gereksinim duyuyorum besbelli. Her seferinde baştan sona mı okuyorum; hayır, tıpkı bir şiir kitabı gibi, çeviriyorum bir sayfa, başlıyorum okumaya. Doğal bir hal olmuş bende bu. Çok kitap okurum, çok su içerim, çok susuyorum demek ki, ikisi de susuzluğumu gideriyor!
‘TAŞRADA ÖLMEMENİN TEK YOLU DÜŞLEMEK!’
- “Tuhafiye” kitabınızda taşranın dokusunda ve ruhunda çözümlediğiniz, maziye hüzünlü bir selâm ettiğiniz Tuhafiye’ye, hayalhane ve lunaparkın avlusu, bahçesi diyorsunuz. Bu çok boyutlu tuhafiye dünyasına hangi kapı girip çıktığınız?
Tuhafiye sözcüğü hüzünlü değil mi zaten? Taşraya gelen, bazen dönemeyip kalan lunaparklar, oralardaki oyuncaklar gibi. Taşrada ölmek. Taşrada ölmemenin tek yolu düşlemek. Taşrayı romanlarda, öykülerde, şiirlerde, filmlerde büyülü kılan, düşlerdir. Taşradan kaçış yolları.
Ve insan kendini hep bir tuhafiye dükkanında hisseder, tuhaf hisseder, hayal eder, düşe başlar, yazıya başlar, kitaba başlar, şiire başlar, yavaş yavaş kapıyı açmaya başlar. Dışarıya doğru değil ama, içeriye doğru. Tuhafiye, taşranın kapısının içeriye doğru açılmasıdır.
‘KARDEŞLİK HAMASETLE OLMAZ’
- “Sonumuz şiir olsun”, “Necatigil de bitmez, Turgut Uyar da, Nâzım Hikmet de. Onlarla bizim, hepimizin ‘iyidir beraber olmamız’.”, “Çok dil var yeni, konuşulmakta, yazılmakta olan.”, “Sanıyorum 2023 yılında Türkiye’nin her yerinde Mustafa Kemal Atatürk portrelerinin yerini, Necip Fazıl Kısakürek portreleri almış olacak.”, “Şiir sizin ucuz propaganda aracınız olmayacak kadar değerlidir!”…
Kitabın başlıca tespitlerindeki ortak duyguyu açar mısınız?
“Tuhafiye” kitabında dünya hali, insanlık hali, aşk hali diye üç bölüm var. Alıntı yaptığınız cümleler bu hallerden bazıları. Kitapta kardeşlik hali de sık sık vurgulanıyor. Ne yazık ki bir umarsızlık olarak. Azalan, kaybolan bir iyilik biçimi olarak. Kendiliğinden olan şeyler yitiyor ve adlandırıldıkça anlamı kalmıyor.
Ümmet, millet vurguları kardeşlik getirmez, olsa olsa taraftarlığı pekiştirir! Kardeşlik, kendinden önce kardeşini, sonra da dönüp kendini bilme halidir, tanıma sığmaz, sıfata uymaz. Hamasetle hiç olmaz! “Tuhafiye”deki yazılarda bu üzüntü vardır.
İnce Tren / Haydar Ergülen / Kırmızı Kedi Yayınevi / 217 s.
Sait ile Sabahattin-Sait Faik Abasıyanık ve Sabahattin Ali Üzerine Yazılar / Haydar Ergülen / Kırmızı Kedi Yayınevi / 127 s.
Tuhafiye-Hayalhane Denemeleri / Haydar Ergülen /Karakarga Yayınları / 215 s.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza