‘Her kadının bir varoluş destanı vardır!

En son Türkiye’deki kadın hareketinin sembol isimlerinden Şükûfe Nihal’i anlatan Demet Altınyeleklioğlu yeni romanı Nihavent Hıçkırık - Kimseye Etmem Şikâyet ile edebiyat tarihimizde “hece veznini kullanan ilk kadın şairimiz” olarak geçen İhsan Raif Hanım’ın özgür bir kadın olma mücadelesini anlatıyor. Altınyeleklioğlu, Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan romanında aradan yüz yıldan fazla geçmiş olsa da bu topraklarda “kadın”ın kaderinin hâlâ aynı olduğunu ortaya koyuyor.

‘Her kadının bir varoluş destanı vardır!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.07.2021 - 00:03

 

‘İHSAN HANIM’IN ÇİLESİ KADIN OLMASIDIR!’

- Yeni romanınız Nihavent Hıçkırık’ta çoğumuzun ezbere bildiği, “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben kendime” dizelerinin şairi İhsan Raif Hanım’ın kaderini anlatıyorsunuz.

İhsan Raif Hanım’a bu dizeleri yazdıran kaderi nedir, anlatır mısınız?

Çilesidir. Kadın olmasıdır. Erkek egemen toplumda kadın olmanın çaresizliği, yalnızlığı, ezilmişliği, itilmişliği, açlığı, aşksızlığıdır. Sevgisizliğin bir kadını ne sönmez ateşlere savurduğunun simgesidir.

Kadınsa, sevgiye, şefkate, erkeğin, hatta öz babasının uygun gördüğü kadarıyla yetinmek zorundadır ve çevrenin dayattığı acımasız namus dedikodularına kurban edilmeye mahkumdur. Aç kalmaya, dövülmeye, sövülmeye razı olmalıdır.

İhsan Raif ona sapıkça bir tutku besleyen adamın tarifsiz yalanlarının, iftiralarının acısına aile şerefi adına kurban verilmiş, masum olduğunu haykırmasına rağmen babasına bile sesini duyuramamıştır. Hüküm infaz edilmiş, paşa baba aile şerefini kurtarmak için onu 13 yaşında kocaya vermekle kalmamış, sürmüştür.

Kime anlatacak, kime dert yanacak, kime şikâyet edecek? İşte bu teslimiyet içinde dökülmüş olmalıdır yüreğinden “Kimseye etmem şikâyet / Ağlarım ben halime” mısraları.

Bana kalırsa hayata karşı kaldırılmış beyaz bir teslim bayrağı değil, alev alev yanan bir kadın yüreğinin, kadınlığın bugününe bile aydınlık veren bir isyan meşalesidir o dizeler.

‘TÜM ROMANLARIM KADIN DESTANLARINA ADANMIŞTIR’

- Neden başka bir kadın değil de İhsan Raif Hanım?

Kadınların bu dünyadan sessizce çekip gittiği sanılır genellikle. Kadın kısmı en fazla “iyi bir eş”tir. “Çocuklarının üstüne titreyen annedir.” Oysa her kadının bir var oluş destanı vardır. Onların destanları yaşamlarında saklıdır. Okudukça, araştırdıkça, dünyalarına girdikçe ulaşırsınız destanların izlerine.

Benim bütün romanlarım kadın destanlarına adanmıştır. Onların üstüne serilen örtüyü kaldırıp altında gizlenen cevheri ortaya çıkarmaya çalıştım satırlarımda.

İhsan Raif onlardan biriydi. Sadece bir “şaire”olarak unutulup gitmemeliydi. Bugün bile onun çektiklerini çeken on binlerce kadınımız var. İhsan Hanım’ın nasıl ölümcül bir girdapta o dizeleri yazdığı bilinmeliydi.

İşte bu yüzden onun 13 yaşında çalınan hayatı esin verdi kalemime. Çektiği acılara, gördüğü işkencelere, yaşadığı tecavüzlere duyduğum hınçla yazdım. Tıpkı kadınlara günümüzde reva görülenlere duyduğum hınç gibi.

- Kitabınızda İhsan Raif’in özgür bir kadın olma mücadelesini anlatırken aynı zaman yurtsever tavrını da ele alıyorsunuz. Bu iki durumun birbiriyle olan bağlantısını nasıl yorumluyorsunuz?

Özgür olmak için mücadele veren bir kadın aynı zamanda yurtsever olamaz mı? Hele İhsan Raif’in yaşadığı dönemde Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu dikkate alırsak, ister erkek olsun ister kadın, özgürlük ve yurtseverlik su gibi aziz ve mübarek bir hak ve gereksinimdi.

‘YAŞAM TAKAS EDİLEMEZ!’

- Romanın karakterlerinin gerçek hayattaki kişi ve kişilerce bağlantılı olduğunu biliyoruz. İhsan Raif Hanım’ın “kaderi” dediğimiz hayatının başlangıç noktasının babasının bir kararından sonra oluyor. Buradan “baba”lara bir mesaj vermek isteseniz ne olur?

Baba, kızları için çok önemli bir figürdür. Hayata gözlerini açınca gördüğü ilk erkek, onu her türlü tehlikeden koruyacağına inandığı sığınaktır. İlişkinin doğasında, temelinde olması gereken budur.

Babaların kızlarına verdikleri değerin, bu güveni hak edecek biçimde olması beklenir. Ama ne yazık ki, erkekler toplum baskısıyla, inanç, gelenek, görenek, dedikodu bahaneleriyle, bazen şiddete başvurarak kızları ve eşlerine çok yanlış, hatta düşmanca davranabilmektedir.

Söz gelimi namus cinayeti kavramı sadece erkeklerin hissiyatını tatmine dayanan vandalist bir infazdır. Kız ve erkek çocukları eşit hak ve özgürlüklerle, eşit sevgi ve fırsatlarla büyütülmelidir. Kızlar küçük yaşta evlendirilerek hayatları elinden alınmaktadır. Namus onların üzerinden devşirilmeye çalışılmamalıdır. Bir kız çocuğunun hayatı, aile namusu denilen şeyle takas edilemeyecek kadar kıymetlidir.

İHSAN RAİF VE ŞUKUFE NİHAL!

- Önceki romanınız Sustum Anne ile de Türkiye’deki kadın hareketinin sembol isimlerinden Şükûfe Nihal’i anlatmıştınız. İki romanınızda da kadınlar üzerinden bir ortaklık kurmanız bilinçli bir tercih mi?

Ben, öyküsünü kendisi yaratan, tarihin haksızlığına uğramış, yanlış tanıtılmış, unutulmuş, tarih sayfalarından silinmeye çalışılmış kadınların kurgu biyografilerini yazıyorum. Onları günümüz insanıyla buluşturmaya gayret gösteriyorum.

Sustum Anne romanımın kahramanı Şükufe Nihal, çok büyük bir devrimcidir. Atatürkçüdür. Ulusal kurtuluş ruhuyla yanıp tutuşan mükemmel bir şair ve hatiptir.

Tüm kahramanlıkları yanında kadın kimliğinden ve özgürlük mücadelesinden asla ödün vermemiş, erkeklere boyun eğmemiştir. Hatta en büyük aşkına bile özgürlüğünü feda etmemiş, erkek dayatmasına ve topluma karşı direnmeyi bilmiş, kadın ezilmişliğine baş kaldırmıştır.

Bunun yanı sıra, Türk kadının seçme ve seçilme hakkını kazanması için verilen mücadeleye öncülük etmiştir.

Ama ne yazık ki, İhsan Raif gibi Şükufe Nihal de bir anlamda toplumsal nankörlüğe uğramıştır. İhsan Hanım da babası ve zorla evlendirildiği adamın sebep oldukları haksızlığa rağmen özgürce yaşamayı başarmış, fakat heyhat unutulmuş bir sanatçıdır.

Dolayısıyla her iki romanda da yazarın ilke ve inanç ortaklığı vardır dersem sanırım yanlış olmaz.

“KADINLARIMIZ ÜZERİNDEKİ AŞIRI BASKICI TUTUM YOK EDİLEMEDİ.”

- Osmanlının son döneminde yaşananları anlattığınız kitabınızı okuduğumuz zaman İhsan Raif’in başına gelenler (çocuk gelin, şiddet, baba baskısı, mahalle baskısı…) bugün de yaşanıyor. Romanı kurgularken geçmişle bugün arasında nasıl bir bağ kurdunuz?

Günümüzdeki kırım görünümünü andıran kadın cinayetlerini yaşarken, o dönemle bugün arasında bağ kurmak için özel bir çaba harcamadım.

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına adım atarken onca çabaya ve devrime rağmen ne yazık ki, kadınlarımız üzerindeki aşırı baskıcı tutum yok edilemedi. Siyasetin manzarasına bakınca yok edilebilecekmiş gibi de görünmüyor.

Çocuk gelinlerin tecavüzlerin, korkunç cinayetlerin sanıkları ceza indirimleri ile sokaklarda özgürce dolaşırken, kadınlar bir korku ikliminde yaşamaya mahkûm ediliyor, bu manzara karşısında kadından sorumlu kadın bakanımız, kadın cinayetleri sayısını “tolore edilebilir” bulduğunu söyleyebiliyor. Tek bir kadının öldürülmesi bile asla”tolore” edilemez.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler