Hiç ölmediler
Deniz Gezmiş,Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan... Onlar kimseyi öldürmemişti, vatan satmamıştı, hazineyi soymamıştı, sahte belge düzenleyip halkı soyup soğana çevirmemişti, hayali ihracat yapmamıştı. Tek hedefleri bağımsız bir Türkiye, hakça toplumsal bir düzen ve Türkiye insanının mutluluğuydu. İdam Gecesi Anıları, onların ölümsüzlüğe yürüdüğü sabahı, avukatları Halit Çelenk'in kaleminden anlatıyor.
Avukat Halit Çelenk imzalı İdam Gecesi Anıları adlı kitap sözün konusu. 6 Mayıs 1972 sabahı 'ipe çekildiler'; Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan... Ve hiç ölmediler...
Ankara Üniversitesi Ceza Hukuku Kürsüsü Profesörü Faruk Erem'in 'Ceza Hukuku' isimli eserinde Kunter'den şu alıntıyı yaparak tanımladığı 'doğal hâkim kimdir?' sorusunun yanıtına yer vererek başlıyor Deniz'lerin avukatı Halit Çelenk kitabına: 'Olağan mahkemeler, olaydan önce kurulmuş müşahhas (somut-HÇ) olayla kuruluş bakımından ilgisi olmayan mahkemelerdir. Bunlara tabii (doğal) mahkeme ve bunların hâkimine tabii (doğal) hâkim denir.'
Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Hüseyin Arslan'ın 'doğal' mahkemeler ve 'doğal' hâkimler önünde yargılama hakları ellerinden alınmıştır bildiğiniz gibi. Siyasal iktidarlara bağımlı, emir komuta zinciri içinde hareket eden rütbeli askerlerden oluşan, mahkeme niteliği de bulunmayan bir kurul tarafından yargılanmıştır üçü de ve bu durum konunun uzmanı hukukçular tarafından da belirtildiği üzere, o dönemde yürürlükte olan ve hâkimlerin bağımsızlığını şart sayan 1961 Anayasası'na aykırıdır. Deniz'lerin eylemlerinden değil, düşüncelerinden dolayı idam edildiklerini gösteren bir başka kanıt ise 1490 sayılı yasadır. Ne mi olmuştur? Çelenk'in kitabını okuyor ve bir kez daha anımsıyoruz ki yasa koyucu, Deniz'lerin idamından bir buçuk yıl önce adam kaçırma, banka soyma ve benzeri eylemlerin arttığı gerekçesiyle bu eylemlerin cezalarını arttırır.
Cezalar artmaktadır fakat aralarında idam cezası olmadığı gibi en ufak bir değinme bile yoktur. Bu durumda, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan 1490 sayılı yasanın ağırlaştırmaları dahil olmak üzere doğal mahkemelerde yargılansalardı bugün hayatta olacaklardı.
Ankara 1 nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi hariç diğer bazı sıkıyönetim mahkemelerinin benzeri olaylarda 1490 sayılı yasayı uygulamaları baştan ayağa 'hukuksuzluk'tur. 1971'de Askeri Yargıtay'a incelenmek üzere yollanan bir dosya ile ilgili olarak, Askeri Yargıtay Başsavcılığı, Genelkurmay'a yolladığı bir yazıya dikkat kesiyor Halit Çelenk:
Mevzu yazıda 'Marksist felsefe ışığında milli demokratik devrimi gerçekleştirmek üzere silahlı eylemlere girişmek ve bu suretle Amerikan emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerini bertaraf ederek tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye'yi kurmak' amacına yönelik eylemlere ceza yasasının 146. maddesinin uygulanması gerektiği bildirir. Üstüne de sıkıyönetim komutanlıklarına ve askeri savcılıklara bu yolda emir verilmesi talep edilir.
Oysa, hâkimlerin bağımsızlığına vurgu yapan 1961 Anayasa'sının 132. maddesi 'Hiçbir organ, makam veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz' demektedir. Bu şimdi 'HUKUKSUZLUK' değil de nedir?
Bunun yanı sıra Deniz'lerin davasında bir başka önemli noktayı ayrıntılıyor Halit Çelenk: Suçun cezasının yasada gösterilen maddelere göre değil, ama sanıkların düşüncelerine göre saptanmasıdır. Marksist değilseniz ve Milli Demokratik Devrim düşüncesini savunmamaktaysanız yasada gösterilen ve cezası hiçbir suretle idam olmayan maddelere göre yargılanırsınız. Ama Marksist düşünceye sahipseniz ve Milli Demokratik Devrimi benimsemişseniz, suçunuz uysun uymasın idamla yargılanırsınız. Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Hüseyin Arslan gibi...
Üstüne basa basa bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha boşuna vurgulamıyor Halit Çelenk, 'Düşünce özgürlüğü, özgürlüklerin anasıdır' diye... 'Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Hüseyin Arslan'ın idamlarını temel nedeni, yargılanmalarına yol açan adam kaçırma, banka soyma ve benzeri olaylar değil ama düşünceleri ve dünya görüşleridir' diye...
Bir düşünceye sahip olma, toplumsal düzen üzerine herhangi bir inancı benimseme, bu tür bir inanca bağlı olma, 'düşünce özgürlüğü' sınırlarına girer ve anayasal bir haktır. Toplum düzenini değiştirmek, onun şu ya da bu amaçla değiştirilmesini düşünmek ve amaçlamak da kişinin temel hakları arasındadır. İnsanı hayvandan ayıran özellik de bu değil midir; düşünebilmek...
Satırı satırına alıntılıyorum, şöyle yazıyor Halit Çelenk:
'Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Hüseyin Arslan'ı idam edenler, büyük şair Nâzım Hikmet'in dediği gibi, 'maddede hareketin/yürüyen cemiyetin/ezeli kanunlarını' durdurmaya çalışmakla kalmamışlar, düşünceyi ipe çekmeye çalışmışlardır. Tıpkı Bedrettinlerin, Hallac-ı Mansurların, Spartaküslerin, Brunoların beyinlerindeki düşüncenin bedenlerinin yok edilerek ortadan kaldırılmaya çalışıldığı Ortaçağ günlerinde olduğu gibi...'
ABD ve işbirlikçileri
Evet sosyalizmi yeryüzünden idamlarla, katliamlarla silmek isteyenler öncelikle insanın düşünce yetisini ortadan kaldırmak zorunda ve azmindedir. 'Bunlarla' mücadele sürecek, sürdürülecektir. 'Deniz'ler, Yusuf'lar, Hüseyin'ler'in yaptığı gibi...
Kitabın bütününde hukuksuz uygulamaların an ben an takibini, kronolojik sırada cereyan eden huhuksuz ortamın ayrıntılarını birinci elden tanıklığı ve duayen olduğu mesleği bağlamlarında apaçık ortaya koyuyor Halit Çelenk. Mahkemelerin niteliği, kuruluşların anayasal ilkelere uygun olup olmadığından başlayarak, idam kararlarının nasıl ve neden verildiğini tüm ayrıntılarıyla irdeliyor.
İdam kararlarını, bugün artık en yetkili ağızlarca da açıklanan yerli-yabancı öteki istihbarat örgütlerinin azimli işbirliğiyle Amerikan istihbarat örgütü CIA tarafından planlanan 12 Mart faşizminden, onun ekonomik, sosyal ve siyasi nedenlerinden ayrı düşünmek, soyutlamak ve salt hukuksal bir olay olarak ele almanın olanaksızlığı ve yanlışlığını anlatıyor.
Daha başlangıçta anayasal düzeni ortadan kaldıran 12 Mart döneminin bütün aşama ve alanlarında birkaç istisna dışında tüm yöneticilerin, Sıkıyönetim mahkemelerinde görev alan çoğu hâkimler, savcılar ve cezaevi personelinin bu bildirinin etkisi altında nasıl, ne ifalarla hareket ettiğini, hukuk dışı tutumu nasıl benimsediklerini, korkunun nasıl engin kılındığını yazıyor.
Avukatlara uygulanan baskılara gelince o kadar ileri götürülmüştür ki sineğin yağı çıkarılmış, yazılı savunmada geçen, savcılığın tutumu ile ilgili bir 'önyargı' sözcüğü bile askeri savcıya hakaret sayılarak avukatlar hakkında 3'er ay hapis, 500'er lira ağır para cezasına mahkûm edilmiş ve bu cezalar ertelenmemiştir.
Ne demişti idam yolcuları Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Hüseyin Arslan cesur yürek avukatları Halit Çelenk'e ta ciğerden: '... Mesele hukuk ve yasa meselesi değildir. Mesele tamamen siyasi bir meseledir, infazlar yapılacaktır. Bizler ölüme hiç korkmadan, en küçük bir endişe duymadan, seve seve gidiyoruz.'
Gittiler de... korkmadan, en küçük bir endişe duymadan, seve seve... emperyalizme pabuç bırakmayarak, mücadeleyi zihnimize kazıyarak, milli mücadele azmini a-n-ı-m-s-a-t-a-r-a-k...
Deniz Gezmiş'in Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yargılanmalar sürerken okuduğu yazılı savunmaya yer vererek devam etmeli yazıya. Lozan Antlaşması'nı anlatıyor Deniz Geçmiş, ABD'nin bu antlaşmaya nasıl karşı çıktığını, 1927'ye kadar antlaşmayı nasıl onaylamadığını açıklıyor savunmasında. Hadi devam et Deniz!: '... Antlaşmaya karşı tepki (Amerika'nın tepkisi) o kadar büyüktü ki, Antlaşma metni Amerikan Senatosu'na bir yıl sonra getirilebilmiştir. 18 Ocak 1927 tarihinde Amerikalı Senatör Upshow şöyle diyordu: 'Antlaşma, Timurlenk kadar hunhar, Müthiş İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşma kabul ettirmiştir. Buna her yerde bir Türk zaferi dediler ve eski dünya parlamentolarını bunu kabule ikna ettikten sonra, büyük sermaye grupları, soğukkanlı ticaret erbabı ve giderek güya bazı din temsilcileri bile, Türkiye'yi uygar uluslar masasında, uluslararası bir konuk konumuna yücelterek, Amerika'yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler.' Amerikalı senatörün hunhar Timurlerk, sefih Müthiş İvan ve kafatası piramidi üzerinde oturan Cengiz Han'a benzettiği kişi, emperyalizme karşı Türkiye halkının Ulusal Kurtuluş Savaşı'na önderlik eden Mustafa Kemal'dir.'
Deniz Gezmiş yazılı savunmasını okumayı böylece sürdürürken elindeki kâğıtları masanın üzerine bırakır. Başını kaldırarak mahkeme kuruluna şunları söyler: 'İşte tam kaçırılacak bir Amerikalı!'
Hey gidinin elverdisi...
O ana kadar suratı asık Mahkeme Başkanı Ali Elverdi bile gülümser. Ali Elverdi'yi sadece bir mahkeme başkanı olarak anmıyor Halit Çelenk, sonrasında 'ettiklerini' şöyle anımsatarak:
'O Elverdi ki, mahkemede ölüm cezasına imza koyduktan, idam gecesi, idam sehpası karşısında bir eli arkada, bir elinde sigara, 'mağrurane' infazı seyrettikten sonra, müdür odasında bana: 'Siz görevinizi fazlasıyla yaptınız, ama bu iş başka iş' diyecek ve AP'den katıldığı milletvekili seçim propagandalarında 'Deniz Gezmiş'leri, komünistleri ben astım' diyerek, onurlu ve yurtsever genç insanların cesetlerini oya çevirme çabasına girecektir.'
Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Hüseyin Arslan... Onlar kimseyi öldürmemişti, vatan satmamıştı, Hazine'yi soymamıştı, sahte belge düzenleyip halkı soyup soğana çevirmemişti, hayali ihracat yapmamıştı. Tek hedefleri bağımsız bir Türkiye, hakça toplumsal bir düzen ve Türkiye insanının mutluluğuydu. Bunun için asıldılar, bunun için öldürüldüler, bunun için ortadan kaldırıldılar, bunun için... bu bir cinayetti ve bu cinayette, Meclis'te onay için el kaldıranların da sorumluluğu sonsuzdu.
Tüm sürecin olduğu gibi idamların infazının da birinci elden tanığı olan avukat Halit Çelenk aylarca uyuyamadı, daha sonraları onluk diyazemle uyumaya başladı. 14 kilo verdi. Ölüm cezasının insan denilen yaratığı ne denli aşağılayıcı bir ceza olduğunu anlattı, yazdı, tanık oldu. Ölen, öldürülen tüm devrimcileri unutmayın! dedi/demekte/diyecek.
Nefesimiz yettiğince yanında, aynı safta aynı sözleri tekrarlayacak, aynı çağrıyı yineleyeceğiz. Evet 6 Mayıs 1972 sabahı 'ipe çekildiler'; Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan... ÖLDÜRÜLDÜLER DOĞRU... AMA HİÇ ÖLMEDİLER... Dertlerine yansın ipe çekenler...
gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr
İdam Gecesi Anıları/ Halit Çelenk / İmge Kitabevi / 336 s.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu