'İhmal değil kasıt'
Kuddusi Okkır'ın hapiste yazdığı anıları, şiirleri ve eşi Sabriye Okkır'ın anlattığı acı gerçekleri gözler önüne seren Cinayeti Gördük, Okkır'ların yaşadığı acı ve ağır süreci tüm ayrıntılarıyla sayfalara taşıyor.
Türkiye'de bugün adalet, hukuk kavramları, literatüre 'Kuddusi Okkır Vakası' olarak geçen olayla bir kez daha irtifa kaybetti/kaybediyor. Hastane odasında yurduna gözlerini kocaman açarak, sevgi ve kuşkusuz şaşkınlıkla açarak bakan Kuddusi Okkır'ın gözlerini unutma Türkiye! O gözlere bakmanın ve süreci anımsamanın, unutmamanın zamanıdır. Sabriye Okkır ile Cinayeti Gördük'ü konuştuk.
-İlk soruda kitabın bölümlerinden bahsederek başlayalım isterim söyleşimize...
- İlk bölüm Kuddusi'nin anıları; ikinci bölüm benim yaşadıklarım, benim gözümden yaşananlar, yaşadıklarımız; son bölümde de Kuddusi'nin şiirleri yer alıyor.
- Belgede yazanlara göre Danıştay olayı ile ilgili Muzaffer Tekin ve Mehmet Zekeriya Öz'ü tanıyor olması nedeniyle araştırma halkasının içine alınıyor Kuddusi Okkır. Derken Girdap Operasyonu kapsamında, gece ev didik didik ediliyor ve gözaltına alınıyor. Her şeyin başladığı o geceyi anlatır mısınız?
- 20 Haziran 2007'de sabaha karşı saat 03.00'te aniden bir kapı çalındı ve insanın aklının ucundan dahi geçiremeyeceği olayları yaşamaya başladık. On tane polis eve geldi, üç buçuk saat didik didik her yer arandı. İnanın üç buçuk saat sonra giderken bile hâlâ perde arkalarına bakıyorlardı. Hepsi son derece kibardı. 'Genelde tepki görürüz ama siz çok farklı davrandınız' dediler. Eşim götürüleceğini hiç düşünmemişti, sonra komiser, 'Kuddusi bey beraber gideceğiz, hazırlanın' dedi. Hazırlandı, 'ben gideyim onları bir aydınlatayım geleyim' şeklindeydi hali. Çok rahat gitti ben de tamam götürdüler ama sonuçta gelecektir diye düşündüm. İnsan suçlu olursa işkillenir, biz suçlu değildik ki.
- 'Kuddusi Bey üç gün misafirimiz olacak denildi' size ve gidiş o gidiş...
- Evet zaten bu gözaltına alınışını, artı gözaltında yaşadıklarını, cezaevi koşullarını kitabın birinci bölümünde anlatıyor Kuddusi. Her gün Vatan Caddesi'ndeki Emniyet'ten bir polis memuru telefon ediyor ve 'Kuddusi Bey bugün de misafirimiz' diyordu. Sonunda tutuklanma olayı olunca şoka girdim, hiç tahmin etmiyordum. Bu sefer isyan etmeler başladı. Kuddusi'nin de notlarında anlattığı gibi üzerinde başka eşyası yok, kendisi son derece titiz, bakımlı, temiz bir insandı. Ama şartlar bunu yaşattı bize. Erenköy'den kalkıyorum karşıya geçiyorum oradan trenle geliyorum, aktarma yapıyorum cezaevine gidiyorum eşyalarını vermek için, 'Hayır bugün eşya veremezsiniz' diyorlar, geri dönüyorum... böyle bir süreç başlıyor. Hastalandıktan sonra F tipi cezaevine telefon ettim ve eşimin orada yazdığı notlarını, defterlerini almak istediğimi söyledim. Reddettiler, tedavi sonucunu bekleyeceklerini söylediler. Onun üzerine bekledik. Malum, tahliye olduğu gün F Tipi Tekirdağ Cezaevi bize telefon edip Kuddusi'ye ait eşyaların bir odaya alındığını ve onları iade edeceklerini söylediler. Oğlum gitti almaya, ben Ankara'daydım. 6 tane defter geldi, defterin biri boştu, birinin içinde kitabın son bölümüne koyduğumuz 12 tane şiiri çıktı. Gözaltına alınmadan önceleri zaman zaman şiir yazdığını söylerdi bana. Hitabeti çok kuvvetli bir insandı. Ve bu şiirlerinde de cezaevi koşullarını, hissettiklerini çok güzel anlatmış. Kalan 4 defterden, felsefi içerikli, insanı anlatan bir kitap çalışması çıktı. Onu da en kısa zamanda kitap haline getirerek basmayı düşünüyorum. Her satırı oturup ayrı düşünmek gerekir 'cezaevi insanlara ne yaşatıyor'u anlamak için. Sıradan bir insan değildi. Beyni sürekli üreten bir insandı. Şikâyet etmezdi, problemler karşısında hep çözüm aramaya çalışırdı. Asla çabuk pes edecek, morali bozulacak bir insan değildi. Doktor arkadaşlarımızın söylediği gibi dünyada belki en son kanser olacak kişiydi. Ve yaşadıklarını bana da belli etmedi, bir şikâyette bulunmadı. Her ziyarete gidişimde, 'Sabriye ben Tanrı huzurunda suçsuzum' dedi, bunu her defasında söyledi. 'Bir yanlış anlama var, düzelir. Bak benim boş zamana ihtiyacım vardı, kitabımı yazıyorum' diyordu. Hatta kitabın bir yerinde, durumunu anladığı için mi bilemiyorum, 'Ben bu kitabı yazıyorum ve emin ellere bırakıyorum. Eşime bırakıyorum' diyor. Çok önemlidir. Veda ediyor sanki.
Kuddusi Okkır'ın iddianame tanımı
- 'Devletin Yeniden Yapılandırılması' başlıklı sunum çalışması... Gözaltının asıl sebebi... A.Ö'nün yolladığı dosyaları kaydediyor sadece Kuddusi Bey...
- Evet notlarında şöyle belirtiyor Kuddusi, 'Kafamızı tamamen karıştırdın. Bilgisayarından çıkan bu doküman ne? Bu bilgiler sana nereden, ne amaçla geldi?' diye soruyorlar ona. 'Hangi bilgiler?' diyor Kuddusi ve dokümanın ne olduğunu söyleyince biraz rahatlıyor. Çünkü kendisiyle hiç ilgisi olmayan şeyler. O an tutuklanmasına neden olacak evrakların onlar olacağını baştan hiç fark edemediğini yazıyor ardından. Söz konusu dosyalar A.Ö'nün G.G'ye ve onun da Kuddusi'ye 'rar' dosyaları halinde forward'ladığı (ilettiği) üç grup yazıdır. Daha sonra okurum düşüncesiyle dosyaları açmış Kuddusi ve özel 1,2,3 dosya adı ile yeni Word dosyaları olarak kaydetmiş. Notlarında diyor ki: 'Ne o zaman inandırabildim, ne de sonsuza kadar hiç kimseyi inandıramam. Ben o dosyaları hiçbir zaman okumadım bile.' Kuddusi o metin için tutuklandıysa, o metni gönderen ki arkadaşımızdır G.G., o niye tutuklanmadı da gözaltına alınıp serbest bırakıldı. A.Ö.'den G.G'ye, G.G'den de Kuddusi'ye geldi. Ama ne dediler, 'Başkan'a dolaylı yoldan geliyor', Kuddusi'yi başkan kabul ettiler.
- Evet Kuddusi Bey başkan üstüne bir de finansör varsayılıyor...
- O finansör sayma olayı da, Zekeriya Öz'ün kendi basınına attığı bir palavradır. Üstüne ufak bir şirket göründüğü için işadamı konumuna koydular kendileri otomatikman ve finansör diye yola çıktılar. Çok merak ediyorum bu Deniz Feneri olayında iddianamesi ortada olan insanlar niye tutuklanmıyorlar? Bunu mantığım almıyor, istifa da etmiyorlar tabi.
- Kuddusi Bey'in bir iddianame tanımı, eleştirisi var ki bu kadar olur!..
- Evet, şöyle yazıyor: 'Makamınız ve makamınızda şahsınız yanıltılmak üzere hazırlanmış bir iddianamedir. Olayların değil, yanılgılarının yazıldığı bir iddianamedir. Gerçeklerden uzak bir bardak suda kopartılan fırtınanın senaryosudur. Sorgulama aşamasından iddianamenin yazılması sürecine kadar sanki bir kasıt süreci esmiştir. İddianamenin kendisi sanki, profesyonel bir kamera ile çok yakın plan fotoğraf çekmiş ve minicik şeyleri dev gibi göstermiştir. Elinizdeki bir iddianame değil, gerçek objelerin büyüklükleri saklanarak çekilmiş tek tek karelerinin oluşturduğu bir katalogdur.'
- Hastalığı kendini ilk ne zaman göstermeye başladı, ilk ne zaman sağlık durumunda bir şeylerin ters gittiğini fark etiniz?
- Oğlumla birlikte son açık görüşe gittiğimizde 30 Mart'tı. Tabi bedensel olarak da durumu fark edilmeyecek gibi değildi. 'Kuddusi çok zayıflamışsın' dedim. 'Evet biraz midemden rahatsızım, bir haftadır yediklerimi çıkarıyordum ama şimdi yine yemeye başladım' dedi. 30 Mart'tan sonra sağlık durumu hızla kötüleşti. Nisanın ilk haftası oğlum gitti babasına, ayrıca salı günleri 10 dakikalık bir telefon görüşmemiz vardı. İkinci salı telefon çok geç geldi. Kuddusi'ye nasılsın diye sordum, inanın yanıtı son derece zorlanarak 'İiiiyiiiimmm' diye çıktı. 10 dakika süresinde konuşabildiği sürece tek kelime var 'Beeeeeennn iiiyiiiimmm'. Çıldırdım! Ve eşimi tek kişilik odadan alıp üç kişilik odaya koydular. Her gün psikoloğu arıyorduk, psikolog da bize uzun uzun Kuddusi'nin durumunu anlatıyordu. Derken Oytun psikoloğu arıyor yine ve babanızı Bakırköy Ruh Hastalıkları'na sevk ettiler yanıtını alıyor. Konulan nasıl bir teşhis ise artık, 'majör depresyon'. Teşhisi koyan ve geçen günlerde bu tutuklama istemiyle dava açılan 15 doktordan bir tanesi çıksın şimdi bana bir açıklasın. Neymiş biliyor musunuz o bir hafta kustum dediği olay? Edirne Üniversite Hastanesi'nden öğreniyoruz ki artık olay beyne sıçramış, konuşamaması, kusması beyindeki o urların baskısından kaynaklanıyormuş. Kusmalar o nedenle püskürtme şeklindeymiş.
- Sağlıklı halde zimmet altına alan devlet, zimmete ihanet etmişti...
- Tabi ki. Avukatı arıyorum. 'Eşim hasta, kendisine ulaşamıyorum ne yapacağım?' diye soruyorum. Tersleyerek cevap veriyordu. Çünkü istediği parayı alamamıştı. Yaptığım ön ödemenin karşılığını bile vermemişti oysa. Bu kadar hasta olduğunu bildiği halde kılını bile kıpırdatmadı. Oysa avukat her an görebilir, savcıyla görüşebilirdi. Şu hakkımız vardı... Hasta istediği hastanede tedavi olma hakkına sahiptir, tutuklu da olsa. Hastanenin değişmesini talep edebilirdik. Tedaviyi inceleme şansımız olsaydı, eksik olduğunu görebilirdik. Avukatımız yardımcı olmadı. Sıradan bir ziyaretçi olarak muamele gördük. Tutuklunun hastalığını ne savcı, ne de hastane asla göz önüne almadı. Ne şekilde, hangi tedavinin uygulandığı hakkında en ufak bir bilgi verilmedi. Devlet aciz değildi. Devlet isteseydi, onu özel hastanede de tedavi ettirebilirdi. Bir odayı boşalttırıp başına da jandarmayı dikerdi, hasta için gerekli tedaviyi yapabilirdi. Bakın bir sene olacak o avukat için dava açmışım, Yalova Barosu'na suç duyurusunda bulunmuşum hâlâ sonuçlanmadı. Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz biz? Bir raportörün bu yazıyı bir sene elinde tutma yetkisi varmış, bu yetkiyi kullanıyorlar ve şu an hiçbir işlem yapmıyorlar. Avukatın savunmasını bekliyorlarmış, avukatın savunacak bir şeyi yok, hiçbir şey yapmadı ki. Sonuçta ne yaptılar Bakırköy Hastanesi'ne aldılar, orada baktılar, majör depresyon tanısı konmuş ama çok daha önemli sorunlar var, ciğerleri çok kötü. Bu yüzden Bayrampaşa'ya götürüyorlar, Bayrampaşa alıyor Haseki'ye gönderiyor. Haseki'yi arıyorum, 'eşinizi göremezsiniz o tutuklu' diyorlar. Hasta yatağında pranga takıyorlar.
'Savcı raporları okumadı'
- Savcının şu başvuruyu incelememe olayını anlatır mısınız?
- Tahliye talebimizin reddedildiğini öğrendik. Başvurumuzu 9 Mayıs'ta öğle saatlerinde yapmıştık; savcı bu sağlık nedeniyle yaptığımız başvuruyu incelememiş, daha doğrusu arkasındaki raporları bile okumamıştı. Okumadığını iddia ediyorum. Çünkü okumuş olsaydı, orada yoğun bakım ünitesi bulunan bir hastanede tedavi edilmesi gerekir diye epikriz raporu vardı. En azından bu ibareden işin aciliyetini anlaması lazımdı. Klasik yöntemle savcının bize olumlu-olumsuz geri dönüş yapması gerekirken savcı bizi muhatap bile kabul etmeden, bilgi verme gereği duymadan, konuyu otomatikman hâkime aktarmıştı. Hâkim de savcıdan gelen bir öneriyi incelemeden imzaladığı için, öğlen verdiğimiz dilekçeye akşamüstü hem savcı, hem hâkim tarafından, basmakalıp bir ifadeyle 'tutuksuz yargılanması, delilleri karartması nedeniyle uygun değildir' cevabı verilmişti. Bu ret cevabını kabul etmedik, aynı raporlarla bir üst mahkemeye başvurduk. Bir üst mahkeme de aynı taktiği uyguladı. Orada da üç hâkimin imzası vardır. Aynı klasik cevap orada da karşımıza çıktı: 'Delilleri karartma ihtimali nedeniyle tahliyesi uygun değildir.' Bugün o dört hâkim de 13. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimleridir. Bugün Ergenekon davasını yürütecek olan hâkimlerdir. Bir sağlık raporunu dahi değerlendiremeyen bu hâkimlerin, bütün bu hazırlanan iddianameyi doğru tahlil edip sonuca nasıl varacaklarını çok merak ediyorum.
- Bayrampaşa süreci... Bayrampaşa Cezaevi müdürüyle, Bayrampaşa Devlet Hastanesi Başhekiminin işbirliği.... Kuddusi Bey sizden ve oğlunuzdan kaçırılıyor resmen.... Ve doğruca Tekirdağ Cezaevi'ne gönderiliyor... Yani siz müdahale etmeseniz Kuddusi Bey belki de hiç tedavi göremeyecekti...
- Bayrampaşa Devlet Hastanesi'ne gittim. Başhekimle görüşmek istediğimi belirttim. Başhekimin cuma namazına gittiğini ve saat 2'de geleceği söylendi. O saate kadar bekledim. Başhekimin odasına girdiğimde içerisinin çok kalabalık olduğunu gördüm. Kendi usullerince selamlaşıyorlardı. Başhekim, hastanenin işleri dışında her şeyle ilgiliydi. Kendimi tanıttım. 'Eşimi görmek istiyorum' dedim. 'İlaçlarını verdik, iade ettik, gönderdik gitti' dedi. 'Nereye' diye sordum. 'Ait olduğu yere. Cezaevine' dediler. Ait olduğu yer Tekirdağ Cezaevi'ydi.O zaman anladım ki Bayrampaşa Cezaevi müdürüyle, Bayrampaşa Devlet Hastanesi başhekimi aralarında paslaşıp bana bu komployu hazırladılar. Eşime ulaştığım anda, onu kaçırdılar. Bu bir komploydu. Bir gün için beni oyaladılar. Başhekime hastayı görüp görmediğini sordum. 'Gerek yok' dedi, düşünün!
'İhmal değil kasıt arıyorum'
- Ve Adalet Bakanlığı da bu konuyu soruşturdu!
- İki müfettiş görevlendirdi Adalet Bakanlığı. O iki müfettiş 1200 sayfalık bir ifade hazırladı. Doktorların ifadelerini aldı, hastaneleri dolaştı, orada yapılan tetkikler konuldu, her şey yapıldı fakat gereğinin yapılması için de savcılığa gönderildi bu kadar. Şu şu böyledir diye bir yorum yok. O ifadeler üzerinde Valilik, işte tutuklanmaları istemiyle -geçen günlerde Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı haklarında dava açılan- 15 doktor hakkında araştırma yapıyor. Şimdi bir alt komisyon var. Tekirdağ'da toplanan alt komisyon, 'Bu doktorlar suçludur, olayda ihlal vardır' diyor. Bir de Valilik nezdinde toplanan bir üst komisyon var. Alt komisyonun kararı buraya gelir, tartışılır değerlendirilir. Üst komisyonda da 'ihlal vardır' kararı çıkmak üzereyken komisyon başkanı diyor ki eğer sizler alt komisyon gibi ihlal vardır kararı çıkartırsanız bu doktorları yargılamak zorunda kalırız. Bunun üzerine 9'a 11 ihlal yoktur kararı çıkıyor. Daha sonra Valilik de raporu inceliyor. Ve bir yazı geldi; 'Tekirdağ Göğüs Hastanesi'nde şu şu doktorlar görevlerini tam yapmışlardır, ihlal yoktur, Valilik bunların yargılanmasına izin vermemektedir' diye. Hemen Edirne İdari Mahkemesi'ne konuyla ilgili itirazda bulundum. Daha sonra duydum ki Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcısı da Valilik'in bu kararına itiraz etmiş. Tekirdağ'a gittim önce alt komisyon kararını buldum, daha sonra üst komisyon kararını almak için de Valilik'e gittim. Onlara kalsa vali ile görüştürmeyeceklerdi ama 'Pazartesi günü basın toplantısı yapacağım' deyince görüştürüverdiler ve yazıyı aldım.Sonra Cumhuriyet Başsavcısı'na gittim. Genç bir savcıydı, itiraz kararını rica ettim kendisinden. Bu arada bana İstanbul Valiliği'nden de 'Haseki, Bakırköy ve de Yedikule Devlet Hastanelerindeki doktorların yargılanmalarına gerek yoktur, Valilik izin vermiyor çünkü onlar görevlerini yapmışlar' diye bir yazı geldi, bu karara da itiraz etmiştik. Savcıya sadece şunu sordum; 'Siz niye bu Valilik'in kararına itiraz ettiniz? Bakın İstanbul Valiliği de aynı kararı aldı üç hastane için ve de Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı bu karara itiraz etme gereği duymadı, siz niye itiraz ettiniz?'. 'Görevimi yaptım, yapmam gerekeni yaptım' dedi. Ne oldu Tekirdağ'da? Ben ve Cumhuriyet Başsavcısı idari mahkemeye itirazda bulunduk, mahkeme kararı bozdu ve soruşturma açtı. Soruşturmaları sürdü ve bunun üzerine de Cumhuriyet Başsavcısı bir iddianame hazırlayıp bu 15 doktoru mahkemeye verdi. Bütün isteğim İstanbul Valiliği'nin verdiği kararın bozulması. Bu arada Bayrampaşa konusu ayrı incelendi statü olarak. Beni Bayrampaşa İl Sağlık Müdürlüğü'nden aradılar, avukatımla beraber oraya gittim ve tekrar suç duyurusunda bulundum, olayları anlattım. Orada da rapor hazırlandı, Bayrampaşa için de 'ihlal yoktur' diye bir karar geldi. İnanılır gibi değil... Koma halindeki bir hastaya tedavisi yapılmıştır, iadesinde mahsur yoktur -iade dediği yer cezaevi- diye rapor veren bir doktoru İstanbul Valiliği suçlu bulmuyor ise bunun altında ne ararsınız? İhmal değil kasıt arıyorum ben.
AİHM'ye gideceğiz
- AİHM sürecinden bahseder misiniz? Hatta bu sizin içinizi şöyle yakmış, 'Beni ülkemi şikâyet etmek zorunda bıraktılar' diye. İç hukuk yolları tükenmek zorunda AİHM'ye gitmek için, siz ise başvurabiliyorsunuz. Anlatır mısınız?
- Ölüm söz konusu olduğu için başvurma şansımız var diye biliyorum. Araştırıyoruz. Çünkü bir keresinde Hulki Cevizoğlu'nun programında Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu konuktu, telefonla bağlandım. Hâkim ve savcıların durumunu iletmiştim kendisine, bana dedi ki, 'Siz hiçbir şey yapmayın sadece AİHM'ye gidin.' Onlar hakkında yorum getirmedi bana, 'AİHM'ye gidin' dedi. Kasım ayında başvuru yaptık, buna ön başvuru deniliyor. Ön başvuruyu yapıyorsunuz onlar size başvurunuzun kayda konulduğunu bildiren bir yazı gönderiyorlar. Bu yazıyı alamadık ve oğlum Fransa'ya telefon ederek neden yazının gönderilmediğini sordu. Oradaki yetkililer yazıyı gönderdiklerini söylediler. Ama elimize geçmemişti, elimize geçmesi engellendi. Oytun da kararı fakslayın diye ricada bulundu fakat öyle bir uygulamaları olmadığını söylediler ve yazıyı yeniden göndereceklerini söylediler. Ve yazı geldi. Yazıda şöyle diyor: '04.12.2008'de gönderdiğimiz yazı elinize geçmediği için tekrar gönderiyoruz.' Hukuk süreci başlamış oldu, şimdi tüm başvurularımı, Adalet Bakanı'nın yaptığı incelemeleri, iki müfettişin tüm incelemelerini, tüm raporları, tüm sürecin belgelerini toparlayıp artı bu kitabı AİHM'ye göndereceğim. Bitmek üzere. Bu arada İstanbul Barosu'na gittim, baro başkanından yardım istedim. 'Ön bir dilekçe verin, resmi olarak işleminizi başlatalım' dediler. İki ay kadar önce dilekçe verdik, yardım istedik ve bu dilekçe komisyonda görüşüldü. Ve sadece bu olayı içeren bir komisyon kurulmasına karar verildi. Fakat henüz bir ilerleme yok. Kuddusi'nin ölümünden hemen sonra İstanbul Tabipler Odası'na başvurmuştum. Tabipler Odası benim hastaneden alabildiğim dosyalar üzerinde giderek -daha o zaman müfettişlerin raporları yoktu- bütün doktorlar hakkında 'ihlal vardır' diye rapor verdiler 60 sayfalık. Hatta bu raporu Tabipler Odası Başkanı kendi eliyle Adalet Bakanı ve Sağlık Bakanı'na götürüp verdi. Fakat Adalet Bakanı resmi bulmadığı için Tabipler Odası'nın raporunu işleme koymadılar maalesef. Onlar tabiplerden daha iyi biliyorlar ya.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Colani’nin arabası
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması