İletişim çağında yapısal değişiklik gerekiyor
Sanayi Çağının ikinci aşamasına geldik. Bu iletişim çağıdır. Artık insanların İstanbul ve Ankara gibi hantal arsa ve yapı spekülasyonu kentlerine üşüşmesi gerekmiyor. Ününü geçmişinden alan İstanbul’da Cumhuriyet Türkiyesi sanayi, eğitim ve kültürünü kurdu. Bugünün İstanbul’unda ise dünyaya övünerek göstereceğimiz yapı, kentsel düzenleme, yeşil alan yok. Bilim ve sanat da yok. Neden?
Çünkü kentin insanları bu niteliği taşıyan bir çevreyi isteyen bir dünya vizyonuna henüz sahip değiller.
Megalopolis birkaç iyi yetişmiş insanın varlığı ile şekillenmiyor. Küçük sanatçı ve aydın gruplarının dev bir kentin biçimsel düzenini ve estetik niteliğini saptayacak etkileri yok!
Geleceğin kapısında olduğumuzu topluma duyurmak ve Türkiye’nin dünya ile birlikte başka bir çağa girdiğini anlatmak zorundayız. Sanayi çağı parametreleri artık geçerli değil. Dünyaya egemen olan tüketim çeteleri, sömürüye devam edebilmek için, halkın kendine olan güveninin de altını oyuyorlar. Bunu anlamak için uzun tartışmalara gerek yok. Günlük gazete okumak ve Türkiye ile dünyayı karşılaştıran istatistikleri incelemek yeterli.
Bundan önceki dönemin tartışılmasının yararı yok. Türkiye’nin geleceği, modası geçmiş ve ülkeyi bir çöküntüye sokmuş bir sistemin restorasyonu üzerine kurulamaz. Bu koalisyon tartışmalarına benzer.
ONLAR NE YAPIYOR, BİZLER NE?
İçine girdiğimiz iletişim çağının sorunlarının tümü yenidir. İletişim teknolojisi dünyayı bilgisayar ve telefonların içine soktuktan sonra, insanların büyük kentlere gereksinimi kalmadı. Bugün büyük kent gelişmemiş bir iletişim ve ulaşım çağının kanseridir. En büyükleri fakir ve az gelişmiş ülkelerdedir. Bizde bu kentler köylü sınıfının toplum yaşamına geç katılması sonucudur. Gelişme İstanbul ve Ankara gibi, kontrolsüz insan yığınlarının kaotik yapılaşması ile sonuçlandı. İstanbul’un sanayi kenti olarak şimdiye kadar başaramadığı işi, bundan sonra yapma olanağı kalmamıştır. Buna dayanacak bir Türkiye yok. Ülkenin iletişim çağı için yeniden örgütlenmesi gerekiyor.
Sevgili okuyucular,
Durumu anlamak için başka ülkelerin gelecek için aldıkları tedbirleri anımsayalım: Danimarka enerji üretimini Baltık kıyılarında inşa edilen rüzgâr türbinlerine yükledi. Alman hükümeti nükleer enerjiyi yasakladı. O da Baltık’ta büyük rüzgâr enerjisi santralları kurdu. Çin hükümeti CO2 salınımını azaltmak için, kömürden elde ettiği enerji programını, sanayi üretimini azaltmak pahasına, kısmaya karar verdi. Bu Çin gibi bir sanayi devi için çok radikal bir karardır. Amerikan eyaletleri alternatif enerji için kongre ile savaşıyorlar.
Bütün enerjisini dışardan alınan petrole ve kömür madenlerinin sınırlı potansiyeline dayamış Türkiye, çok sınırlı yerel kullanım için HES projeleri ile ülkenin en güzel doğal sitlerini tahrip ediyor ve halkla kavga ediyor. Atom Santralı yaptırmayı planlıyor. Türkiye’de rüzgâr ve güneş enerjisi potansiyeli ülke gereksinmesinin neredeyse on katı iken bu yola giremiyor. Neden olduğunu uzmanlarına bir sorun! Propaganda ile dünyadan soyutlanmış toplum kesimleri bunları politik tartışma konusu sanıyor. Oysa bu tutumlar ülkeyi dünyanın kölesi yapan, ekonomik sıkıntıya sokan sorunların başında geliyor.
Kaldı ki CO2 salınımsız enerji elde etmek, dünyanın başındaki en büyük doğal bela olan iklim değişikliği tehlikesinin temel engellerinden biri olarak bütün dünya tarafından kabullenmiş bir olgu. Büyük petrol şirketlerinin engellemelerine karşın giderek güç kazanıyor. Uluslararası bu olgular devletlerin enerji ve onunla ilgili iklimsel değişim konusunda büyük endişelerle çok ciddi tedbirler aldıklarını kanıtlıyor. Biz bunun da dışında kalıyoruz. Bedelini çok ağır ödeyerek bizi bunun dışında kim tutuyor?
Fakat daha kökten gelişme, iletişim çağının büyük kent kaosunu yoketmeye olanak veren ve ülkeyi bir çöküşten kurtacak potansiyelidir. Bu yeni bir devrimdir. İletişim ve yeni ulaşım olanakları, üretim odaklarının yayılması (desantralizasyonu), ülkenin tümünün üretime katılımı, ülke nüfusunun yurt yüzeyine dengeli yayılımı, terkedilen tarım arazisinin daha verimli kullanılmasına da olanak verecek. Bunlar sanayide nal toplayan çok geri kalmış bu ülke için bir imdat simidi. Alternatif enerji olanaklarıyla birleştirince 80 milyon insanın geleceği için bir bayram müjdesi olabilir.
MİLYONLARCA İŞSİZ VE KOCAYAN KENTLER
Sanayinin, insanların ülkeye homojen yayılımı bugünden yarına olacak bir şey değil. Fakat zor da değil. Üniversiteyi Bayburt’ta açıp Kocaeli’li öğrenciyi oraya gönderiyoruz. Van’da hastane açıp Batı’daki doktorları orada zorla çalıştırıyoruz. Ülkede milyonlarca mevsimlik yer değiştiren toprak işçisi var. Yaşamak için büyük kentlere gelip sokaklarda işsiz dolaşan milyonlar var. İstanbul’da işsiz sayısı milyonlarca. Sınırdan girip Batı kentlerinde sürünen Suriyeli zavallıları saymayalım. Üniversiteler, hastaneler, insanlar gidecek, fakat sanayi gitmeyecek. Kaldı ki, o da olanak verilirse, Anadolu’da gelişiyor.
Her şeyin merkezi sayılan İstanbul, Ankara, Kocaeli, Batı Anadolu kocadılar. Sanayi Türkiyesi de oluşmadı. Ankara merkezli politika demokrasiyi ortadan kaldırdı. Eğitimi yok etti. Yöreselin yaşamsal özgürlüğünü kısıtladı.
Sevgili okuyucular,
Türkiye son elli yılda kırsalın kentlere yığılması sürecine paralel olarak, kökten bir değişim geçirdi. Bu değişimin karmaşık sosyal, ekonomik , kültürel ve politik bir tarihi, hikâyeleri, masalları, gerçeği, yalanı, mitos’u, akıl almaz boyutsal değişimleri, geleneksel insan davranışlarını allak bullak eden toplumsal yenilikler, hortlayan bir ortaçağ efsanesi ile birlikte , ahlaksızlık ve cehaletin dans ettikleri ülke büyüklüğünde bir sahnesi var. Birlikte oynuyoruz. Bazıları daha aktif. Kimilerinin ipleri dışarıda. Bunları kimin oynattığı bazen belli, bazen değil.
BOŞ KAFALILARLA DOLU MODERN TOPLUM
Bu cilalı, renkli, ölümlü, gökdelenli, AVM’li, üniversiteli, hastaneli, imam- hatipli, futbollu, otomobilli, telefonlu, televizyonlu, bilgisayarlı, Facebook’lu, Twitterli, uçaklı, turistli, yıldızlarla dolu otelli, lokantalı ve kahveli, fakat kitapsız, boş kafalı insancıklarla dolu modern tüketim toplumu, sıkışık, gecekondu üsluplu dev dünyasında nefes alamıyor. Aslında hapis. Bu fizikselden çok zihinsel bir hapishane. Gardiyanlar da hapis.
Türkiye’nin sorunu şişinen kişiler değil, savrulan toplum.
Sevgili okuyucular,
Türkiye’nin sorunlarını bir süre düşününce , bilimsel düşünme gücüm azalıyor. Aziz Nesin’in üslubunun bu olup biteni hazmedebilmek , hatta halka yansıtmak için tek üslup olduğunu keşfediyorum. Onun becerisine sahip olmasam da, mizahın dışında, ciddi bir söylem bazen üretemiyorum. Aşağıdaki benzetme de o nitelikte.
Komşunun beslediği 100 tavuk, iki horozlu bir kümes var. Ben de tavuk besledim. Fakat bu türü bilmiyorum. Neredeyse bir hindi büyüklüğünde alaca koyu renkli tavuklar. Hindi kadar büyük iki ak horoz. Korkunç yem ve atık yiyorlar. İyi yumurtluyorlar. Yumurtalar bildiğimiz yumurtalardan küçük. Fakat içlerinde iki sarı var. Bu birbirinden ayrılmayan büyük bir tavuk aşireti.
Türk toplumunun homojen olmayan toplum dokusunda farklı gruplar var. Üniversitelerde, iş çevrelerinde, politikada boy boy, renk renk farklılaşmalar pek çok deformasyonın habercisidir. Güç odakları, amaçlarına uygun yasa ve yönetmelikleri, bilimsel ve yasal üslupla yazılmamış bir dille, uzman olmayanlara yazdırır, bunları da kısa aralarla değiştirirlerse bugünkü yasal ve ‘procedural’ kargaşa ortaya çıkar.
Eğer uzman olduğunuz alanda yazılmış yasa ve yönetmelikleri bilim, mantık, gramer ve sözlük açısından incelerseniz, şaşkına dönebilirsiniz. Toplumsal deformasyon, vücudunuzda olduğu gibi, moleküler boyutlarda olursa, bunu estetik ameliyatla çözemezsiniz. Bu koalisyon oyununa benzer.
Gelecek haftanın konusu tümel yapısal değişiklik gerekliliği!
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti