İletişim çağında yapısal değişiklik gerekiyor
Sanayi Çağının ikinci aşamasına geldik. Bu iletişim çağıdır. Artık insanların İstanbul ve Ankara gibi hantal arsa ve yapı spekülasyonu kentlerine üşüşmesi gerekmiyor. Ününü geçmişinden alan İstanbul’da Cumhuriyet Türkiyesi sanayi, eğitim ve kültürünü kurdu. Bugünün İstanbul’unda ise dünyaya övünerek göstereceğimiz yapı, kentsel düzenleme, yeşil alan yok. Bilim ve sanat da yok. Neden?
Çağdaşlık üzerine Hüseyin Rahmi
Hüseyin Rahmi’nin ‘Şıpsevdi’ romanının girişini okursanız bir şoka girebilirsiniz. Aradan yüzyıl geçtikten sonra, çok farklı koşullar içinde AKP, kendi ağzıyla yineleyip durduğu Osmanlılığı, görünüşte 2. Abdülhamit rejimini bu günkü koşullarda yinelemeye çalışıyor. İstenilen Osmanlılık buymuş anlaşılan. Bunu uygun gören başka parti olduğunu da bilmiyordum. Onu da öğrendim.
Tanpınar Sendromu
Tanpınar Cumhuriyet döneminde yetişen en önemli düşünürlerden biri, bence başta gelenidir. Osmanlı edebiyat tarihine, Tanzimat’a eleştirel bir bakış getirmiştir. Onun bütün analizleri yaptıktan ve sorunları ortaya koyduktan sonra Osmanlının ve Cumhuriyet’in 27 yıllık yarım kalmışlığının temel nedenini söylememesi ya da yeterince dile getirmemesine ‘Tanpınar Sendromu’ diyorum.
İslamlaşma tarihimizle derin bir hesaplaşma
Batı’nın sistematik çabalarıyla İslam ülkeleri büyük felaketlere uğradılar. Türkiye her alanda dengesini yitirdi ve akıl dışı
semptomlar sergiliyor. Paraya odaklı yozlaşma çöküntü getirdi. Gerçi dünya bütünüyle çürümüyor. Sağlam kalan bir dokusu,
yaşama direnci var. Herkes namussuz değil, kimi dış kimi iç kaynaklı, toplumu yozlaştıran virüsler var.
Seçim sonuçları halkın koyun olmadığını gösteren ulusal uyanma işaretidir
Herkes bilmiş bir tavırla bu halkla olmaz, bu cehaletle olmaz diyordu. Fakat cehalet kadar önemli bir kalite var: Yüzlerce yıllık bir yaşamın sağladığı bir sağduyu. Bu sağduyunun varlığını gördüğümüz için çok mutlu olmalıyız. Seçimden başarı ile çıkan sağduyulu liderlere teşekkür ediyor, halkın iradesi etrafında kilitlenmelerini beklediğimizi duyuruyorum.
Doğan Kuban'dan sempati, ahlak ve seçim üzerine çağrı
Seçim sandıklarına kafanızda bir silah ve düşman imgesi ile gitmenizi isteyenler insanlığa da dine de zarar veren cahillerdir. Acımak ve bağışlamak sempati duymak demek. Türkiye insanları birbirilerine sempati ile bakan bir toplum olsaydı, acaba daha ahlaklı bir toplum olmaz mıydı? Her işe Bismillah ile başlayan cahilin acımakla ve bağışlamakla ilgisi yok...
Bu yeni bir Kurtuluş Savaşıdır. Birincisinden daha zor, parası da yok
Osmanlı kendisinin her bağlamda geri kalmış olduğunu 19. yüzyılda öğrendi. Cumhuriyet onun zayıf altyapısı üzerinde kuruldu. Olağanüstü bir çaba ve gerçekten şaşırtıcı bir hızla, çok geri kaldığımızın bilinci içinde, çağdaş bir kurumsal örgütlenmeye giriştik.
Düşünce Özgürdür, "Die Gedanken Sind Frei*"
Sevgili okuyucular, düşüncenin özgürlüğü bağlamında, gerçekten ona sahip çıkarak düşünmek bizim kuşağın içinde doğduğu entelektüel ortamın belirgin özelliği değildi. Babam üniversiteye giderken, “Politika ile zinhar uğraşmayacaksın!” demişti. Onu çok sevdiğim için, düşünceyi bir kavga aracı olarak gören bir eğilimim olmadı.
İstanbul'un yaralı yüzü
Bozkır göçerlerin yağmalarıyla atsız göçerin kent yağması arasında fazla bir şey değişmedi. Atlı göçerler fethettikleri toprakları yağma ederler, halkını esir alırlardı. Kente göçen Anadolu halkı da kent toprağının yağma mekanizmasını harekete geçirdi. Halkını esir almadı ama, halkın yaşamını kent esaretine çevirdi. Buna kentleşmek ve hatta çağdaşlaşmak deniyor.
Birinci Meşrutiyet'ten 2015'e
Toplumsal değişim ülkeden ülkeye farklı olsa da değişme hızı şaşırtıcıdır. Ne var ki insan davranışlarının durağanlığı daha az şaşırtıcı değil. İnsan aklı yüz binlerce yıl aynı beyinle idare ettiği için insanın tepkisel ataleti az değişiyor olmalı.
Halka Ulaşmanın Yolu Söylenenlerin Değil, Söylenmeyenlerin Duyurulmasıdır...
Sevgili okuyucular, medyanın amacı haber iletmektir. Eğer iletilen doğru ise ödevini yapıyor demektir. Yanlış ise, haber adı altında yanıltmak için kullanılmıştır. Yorum, bir tarafın düşüncelerini yansıtır. Fakat yorum habere karışırsa propaganda amacı taşır.
Okumuşun Sorunu
“Çağımıza bütün anlam ve biçimleriyle uygun bir toplumu yaratmak temel ilkemizdir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne
Batılılaşacak, sadece özleşecektir.” Mustafa Kemal
Osman'la Fritz
Sevgili Okuyucular, Türkiye’deki kargaşaya paralel bir uyku, rüya ve uykusuzluk gecesinin sabahı 05.00 da tarih ile Şair Eşref-NeyzenTevfik-Aziz Nesin karmaşası bu Pot-purri’yi yazdım. Üslubun dağınıklığı ile ülkenin dağınıklığı örtüşüyor.Osman'ya
Yaşar Kemal En Büyük Cumhuriyetçi Yazardır
Başlıktaki yargı sadece bana aittir ve kendi kuşağıma olan saygıya bağlı olmadığını söyleyebilirim. Bunu Yaşar ölmeden söyleyememiş olmaktan üzgünüm. Bu yargının nedenlerini ve Türkiye için düşünmeğe başladığım yıllarda onun iki romanından nasıl etkilendiğimi aşağıda bulacaksınız. Ayrıca onunla tanışma ortamına ilişkin bu öykü, onun gelecek biyografisine bir dip not olarak da girebilir.
Cumhuriyet Devrimi Neydi, Kim Yaptı?
Devrimler değişik bağlamlarda ve tarihi konumlarda her zaman bir yerlerde vardır. Fakat çağdaş tarih içinde ve bildiğimiz Türk tarihi bağlamında bir tane Türk Devrimi var: Bu batmış bir İmparatorluğun Türkçekonuşan halkının Kurtuluş Savaşı sonunda gerçekleştirdiği, Birinci Dünya Savaşı sonrasında ayakta kalma savaşıdır.
Leonardo kendine saray ya da gökdelen yaptıramazdı. Çünkü onun sarayı beyniydi
Hiçbir düşünce, hiçbir din toplumları bugünden yarına düzeltemediğine göre, dünyanın ve Türkiye’nin içine düştüğü bunalıma çare bugünden yarına bulunmayacaktır. 16. yüzyılda Osmanlı ülkesini görmeye gelen Avrupalılar, Osmanlı'nın geri kalmışlığı karşısında hayrete düşerler, Osmanlı ordusu karşısındaki çaresizliklerini, kendi günahları sonucu Tanrının onlara verdiği bir ceza olarak görürlerdi.
Boş konuşarak çukurun dibini bulacağız!
Sevgili Okuyucular, günümüzde içeriği söze feda etmiş, temcit pilavı gibi her gün dinlediğimiz tekerlemeler var. Bunlar temelde sömürü ekonomisinin ve onun politik uzantısının propaganda söylemleridir. Dünyanın her köşesinde, aynı nitelik ve amaçlı bir beyin yıkama esperanto’su konuşuluyor. Bu çağdaş kapitalizmin dili. Araçları temelde televizyon, radyo ve gazete. Adı M-E-D-Y-A
Toplum aydınlanmadan herhangi bir çözüm yok!
Toplum aydınlanması toplumun her katmanının katıldığı bir bilinçlenme süreci olursa bir anlam taşır.
Bu kökten değişimin içeriğini yeterince öğrenemediğimi şimdiye kadar düşünmemiştim. Bunun sahipsiz köpeklerin uygar bir kent görüntüsü ile çelişik ve tehlikeli olabileceğini sorumlulara duyurmak için yazdığım bir yazı, köpek düşmanlığı olarak kimilerince yorumlanınca birden aydınlandım.
Doğan Kuban'dan açıklama: Köpek sorunu mu, cehalet sorunu mu?
Doğan Kuban, geçtiğimiz haftaki yazısıyla ilgili açıklama yaptı.
Dünyadan kendinizi soyutlayamazsınız!
Sevgili okuyucular, Her şey her şey’e bağlıdır. Çağımızın en kökten değişikliği bu olacaktır. Dünya o olgunluğa ulaştı mı? Bilmiyorum. İnsan aklı evrensel bütünün hakkından kategoriler, karşıtlıklar, kavramlar icat ederek yani onu sınıflandırarak gelmeye çalışır.
Köpekler yasa dinlemez!
Artık ayıbı aşan bir kent suçu ile yaşıyoruz: İstanbul’u köpek cenneti yaptık. Eskiden Anadolu’nun ıssız yörelerine ilişkin gazete haberleri içinde “Kurtlar köyleri bastı” çok etkili olur, bugünkü deyimi ile ‘rating’ yapardı. Kurt Anadolu köylüsünü korkuturdu. Çünkü koyunları ve bazen de çocukları yerdi. Aslında bu gelişmemiş bir toplum haberidir.
Entelektüel Paradigmalara Uyum ya da Kaos
Musiki yapmak savaştan daha zor ve yaratıcı. Bir bale koreografisi savaş taktiği saptamaktan daha karmaşık. Dans performansı silah atmaktan daha zor, daha çok disiplin istiyor. Atatürk bunu anlayabilen dahi bir devlet adamıydı. “Bulgarlar neden mi Çatalca’ya geldiler? Çünkü Sofya’da bir Opera var!” demişti.
Soru Sormayan Cahil Kalabalıklar ve Devlet, Devlet, Devlet...
Ortada hiçbir ciddi tartışma yok. Hiçbir ciddi yorum yok! Hiçbir toplumsal analiz yok! Herkes röportaj yapan gazeteci gibi. Toplumun beyni tümüyle boşaltılmış olamaz. Bütün değişikliklere karşın, cehaletin mirasçısı olmakta nasıl devam edebilir?
Kadınlar olmasa gelecek neyin üzerine kurulacak?
Doha’da Dünya Yüzme Olimpiyatı’nı seyrettim. Salonda Doha’lı seyirci yoktu. Burası içki düşmanlarının işlettiği bir meyhaneye benziyordu. Müslüman ya da Doha’lı sporcu da yoktu. Bir ülke kendi halkının katılmasının söz konusu olmadığı ve mayolu Hıristiyan kadın yüzücüleri sergileyen bir uluslararası yarışma neden düzenler?
Bir toplumsal varlık ve kimlik sorunu: Türk olmak
Sevgili okuyucular, bir ülke kendini yadsıyacak kadar değişemez. Arap’ın Araplığı, Almanın Almanlığı, Amerikalının Amerikalılığı, tarihin toplumlara verdiği ve kazandırdığı niteliklerdir. Üzerlerinde olumlu, olumsuz sonsuz yorum yapılabilir. Bunlar kişiye özel değildir. ‘Bunlar beni ilgilendirmez’ diyenler, kendilerine Tanrı da diyebilirler. Fakat bu sadece doktorları ilgilendirir.
Çağdaş bir dev kentte bu kadar plansızlık ve vurdumduymazlık deliliktir
Sadece İstanbul değil, bütün kentler hasta. Bacakları pantolonlarından uzun, ceketlerinin kolları kısa. Pabuçları ise (yani otomobiller) birer salapurya. İşte bildiğiniz bir imgeye indirgenmiş bir Şarlovari İstanbul karikatürü.
Boşluğa Yuvarlanmak
Bu toplumun bir ‘namus’ sorunu olduğuna kendi yaşamım kadar eminim. Benim büyüklerim ve bizim kuşak için en kutsal insan özelliği ‘namus’ kavramı idi. Tevfik Fikret, bizim gibi, sıkıntılı günlerde yaşayan bir Türk şairi idi. O günlerde şunları yazmış: “Bugün özgürlüğünü, bağımsızlığını, ulusunun namusunu, umudunu yitirmediysen, ey ziyaretçi, bil ki senin kurtarıcıların bunlardır.”
Çağdaşlaşmaya engel olan Osmanlı'dan kalan en büyük miras cehalettir!
Cumhuriyetin Onuncu Yıl Marşı “Çıktık açık alınla On yılda her savaştan” diye başlar. Bu Kurtuluş Savaşı’nı izleyen çağdaşlaşma savaşıdır. Gerçek savaştan daha zor olduğunu bugün hâlâ sürüp gitmesinden anlıyoruz.
Politik Sıvılaşma ve Mizah
Türkiye’de her kavram; konturları belirsiz, sıvılaşmış bir toplumsal kargaşada yüzüyor. Kaygan ve ele avuca gelmiyor. Her tür hak ve özgürlük var ama alan ve veren belli değil. Şaşılacak bir dönüşümle, 1980’den bu yana, içeriksiz bir kültür ortamında toplum düşünsel dengesini yitirdi. Sınırları belirsiz bir otorite çukurunda, ayakta durmaya çalışıyor.