İlhami Algör'ün yeni romanı: "İkircikli Biricik"
"İkircikli Biricik", büyük kent içinde kendini yeniden bulma yolculuğunun romanı. İlhami Algör'ün yaşamı sevse de onunla arasına illa ki bir mesafe koyan, kaybetmiş ama yeniden başlamak için de bir tutamacın peşine düşmemiş, olsa da olmasa da olur havasında akışına bırakan ama bu takmaz hallerin altında gam izinin sağlam bir yer ettiği erkek kahramanlardan biriyle daha tanışıyoruz romanda.
İlhami Algör'ün yeni romanı: "İkircikli Biricik"
Konumuz nedir?
Bundan önce yayımlanan üç romanıyla kendine has bir okur çevresini etrafında toplamıştı İlhami Algör. Yayımlanan her romanıyla etrafındaki çemberi biraz daha genişletti ama ilk romanı Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku ile başlayıp halka halka büyüyen bu gerçek anlamıyla "tutkulu okur" çevresi, kitabın filme uyarlanmasından sonra biraz dudak büktü.
Nedeni şu: Okurların; Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku, Albayım Beni Nezahat ile Evlendir ve Kalfa ile Kıralıça'dan alışıp sevdikleri İlhami Algör'ün sesi, filmde biraz zedelenmişti. Her ne kadar edebiyat ve sinemanın ayrı sanatlar olduğu, haliyle yorumlarının da farklı tonlardan ses vereceği herkesin bildiği bir gerçek de olsa, "tutkulu okur" için durum biraz farklı tezahür etti. Buna bağlı olarak hemen her edebiyat uyarlamasının başına gelen Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku'nun da başına geldi ve okurlar, romandan aldıkları hazza filmde eremedi.
"Ne var ki konu bu değil."
Konu, İlhami Algör'ün yeni romanı İkircikli Biricik.
Filmi de içine alan bir girişle bu romanın değerlendirmesine başlamamın nedeni ise İkircikli Biricik'in, Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku'nun filme uyarlanmasıyla dudağı bükülen okurun yüzünü tekrar güldüreceği ve çok yazmayan İlhami Algör'ün özlenen sesini tekrar duyuracağını müjdelemek. Algör, filmden çok da uzun sayılmyacak bir zaman sonra yeni romanıyla tekrar okur karşısında.
ŞEHRİN AYLAĞI
İkircikli Biricik'te, İlhami Algör'ün yaşamı sevse de onunla arasına illa ki bir mesafe koyan, kaybetmiş ama yeniden başlamak için de bir tutamacın peşine düşmemiş, olsa da olmasa da olur havasında, akışına bırakan ama bu "takmaz" hallerin altında gam izinin sağlam bir yer ettiği erkek kahramanlardan biriyle daha tanışıyoruz. İsmi yok. Zaten lazım da değil ama illa ki bir şey demek zorundaysak biz "kahraman" diyelim kendisine. Kendisi ise şöyle diyor: "Adım lazım değil. Çok gerekli ise 'beyhude işlerin piri' diyelim." Hayallerine ve kağıt kalemine sığınmış işte bu kahramanın, naif aylaklığından yaratılan bir evren karşılıyor İkircikli Biricik'te bizi.
Bu "naif aylaklık" diye bahsettiğim durumu biraz daha kurcalamakta yarar var. Bu halin, romanın ve paralelinde kahramanın duruşunu anlayabilmek adına önemli bir yerde durduğunu düşünüyorum. Çünkü bu sayede pek çok şey bir şekilde roman evrenine dahil oluyor. Bunların başını da kahramanımızın kenti İstanbul çekiyor. Kahramanımıza bahşedilen bu "aylaklık" sayesinde İstanbul'un kıyı köşe bir meyhanesini, dar birkaç sokağını veya ünlü caddesindeki ünlü kiliseyi, vapurları, müzisyenleri görüyoruz. Aynı şekilde kentin değişimi de sızıyor ince ince. Yetmez mi? İstanbul göğünden "insalığı temsilen uzaya gönderilecek şeyler listesi" de bu aylaklığın getirdiği serbestiyle roman boyunca düzenli olmasa da yavaştan doluyor.
Bu söylediklerimden adsız kahramanımızın işsiz güçsüz, derbeder bir "karakter" olduğu çıkarılmasın. Maişet motorunu bir şekilde çalıştırıyor. Ancak onun aylaklığı, babasının cenazesinde amcasının da kendisine diyeceği gibi başkası tarafından "Senden adam olmadı!" tarzında algılanacak bir aylaklık. Oysa kahramanımız kendince işinde gücünde. Geceleri yazı masasının ve boş kağıtlarının önünde hayal işçiliği yapıyor. Sadece "düzen dışı" bir işin peşinden koştuğu için böyle algılanıyor ve düzen çarkına kapılıp gitmişler tarafından "adam olamadı" diye kendi adına üzüldükleri bir karakter haline dönüşüyor.
"İÇİ OLANIN SESİ DE VARDIR"
Tüm bu başıboş görüntüsünün altında ise içten içe bir yeniden başlama arayışı içinde "beyhude işlerin piri". Beraber yaşadıkları sevgilisi evi terk edeli çok olmamış. Onun da ismi lazım değil çünkü İkircikli Biricik, isimler ya da kavramlar üzerine yazılmış romanlardan değil. Yaşamın kendisini bir aylağın zihninden ve gözlerinden görmemiz isteniyor sadece. Ama bu eski sevgiliye de illa ki bir şey diyeceksek "köprücük kemikleri belirgin kadın" diyelim. İşte bu kadını unutmak derdinde kahramanımız ama bu o kadar da kolay olmayacak. Çünkü hatıraları var en başında. Hiçbir şey yoksa bir türlü kıyıp atamadığı eski sevgiliden yadigâr yeşil bornoz var. Bir de yeni sevgili adayı var ama ona biraz daha vakit var. Bu bağlamda İkircikli Biricik için, büyük kent içinde bir kendini yeniden bulma yolculuğunun romanı demek mümkün.
Bu arayışta ise kahramanımızın çok destekçisi olmayacak. Karşı komşu, beraber yaşadıkları kedisi üç bacak ve en önemlisi iç sesi. Daha fazlasını aramaya gerek yok. Ancak iç ses için birkaç kelime etmekte yarar var. Romanın ahengini yakalamasında da çok önemli bir yerde duruyor çünkü. "İç'i olanın sesi de vardır. İç'ini bastıran sesi de bastırır. Bastırılmış ses, hayat boyu çıkmasa bile son nefeste çıkar," dedirtiyor kahramanına romanın bir bölümünde İlham Algör. Bunu, metin boyunca iç sesiyle tartışma halinde olan, ona itirazlarda bulunup zaman zaman tartışan, ilerleyen hikâye boyunca sadece bir kez aynı telden çaldıkları isimsiz kahramanımızın, çok anlaşamasa da bir şekilde en yakın dostu haline gelmesi olarak okumak mümkün. Ancak daha doğru okuma şu olmalı: Kahramanımız yalnız. Bu iç ses de onun yalnızlığının en önemli simgelerinden biri. Hemen her yalnız gibi o da kendiyle sık konuşur durumda.
Yalnızlığın getirisi olarak romana yansıyan bir başka nokta ise kahramanımızın alışkanlıkları. Bunlar o kadar yer etmiş ki kendisinde, onlarla konuşur halde. 42 numaralı Tirebolu çayını demleyişini her seferinde aynı şekilde anlatması, beraber yaşadığı kedisi üç bacağı her gün aynı şekilde selamlaması, uzaya gönderilecek şeyler listesini doldurmayı hiç bırakmaması, edindiği ve evine yerleştirdiği boş mezar taşına ne yazacağını düşünüp durması... Bunlar, kahramanımızın zihin yapısını da açıyor bize aynı zamanda. İkircikli Biricik'in en çok eleştiri alacağı konu dağınıklık olacak muhtemelen. Ama romanda bir aylağın kendi zihni içinde yaşadığı tatlı karmaşası ve onun hayatı nasıl alımladığı yansıtılıyor bize. Bu dağınıklık da böylelikle romanın asıl unsuru haline geliyor. Yukarıda birkaçını saydığım alışkanlıklar ise bu dağınık zihin yapısını bir şekilde toparlamanın yanında, uçuşarak giden hikâyenin ilmekleri de oluyor bir yandan. Anlatıcı farklı tellerden ses verirken bu sesleri birbirine teyelliyor adeta bu alışkanlıklarıyla. Diğer yandan ise okuyanda bir şarkının nakaratını dinlermiş hissi uyandırıyor ki bu da İlhami Algör'ün romanını bir müzğin üzerine inşa ettiğini gösteriyor.
Müzikli, kendi şarkısını içinde yeniden üreten bu yapı dile de yansıyor kaçınılmaz bir şekilde. Aslında İlhami Algör romanlarını okuyanların aşina oldukları bir dil bu. Ancak İkircikli Biricik'te, yazarın diğer romanlarına bakarak biraz daha olgunlaşmış ve durulmuş bir dille karşılaşıyoruz.
Algör'ün bu romanında dikkat çekecek en önemli nokta ise toplumsal meselelerin kahramanımızın gözleri önünden akıp geçmesi olacak. Ancak konu tam olarak bunlar da değil. Bir aylağın yaşamın tam içinde kendine özgü yön buluşunu izlemek esas derdimiz.
erayak@cumhuriyet.com.tr
İkircikli Biricik/ İlhami Algör/ İletişim Yayınları/ 170 s.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Arnavutköy'de sürpriz hasat: Sanki hiç toplanmamış gibi
- Memurlar için yeni dönem başlıyor
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki