İlyas Salman: Erdoğan karşıma çıksın
İlyas Salman, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karşılıklı tartışmaya davet etti.
İlyas Salman, ’En İyi Yabancı Film’ dalının dokuz ön adayından biri olan ’Mısır Adası’ndaki performansıyla gündemde. Salman, ’Bir halkın inancını kullanarak iktidarda kalamazsın. Allah’la koalisyon yapılmaz’ dedi.
Önce ‘Mısır Adası’nı konuşalım. Gürcü yönetmen George Ovashvili’yle yolunuz nasıl keşişti?
Ovashvili ‘Lâl Gece’yi Avustralya’da seyretmiş. ‘Mısır Adası’nın senaryosu birkaç yıldır hazırmış, 80’li yaşlardaki ana karakteri oynayacak birini arıyormuş. Filmi izleyince, “Tamam” demiş “aradığım adam”. Ama nereden bulacak? ‘Lâl Gece’nin yönetmeni Reis (Çelik) üzerinden de bana ulaştı. Geldi buraya, konuştuk anlaştık.
Ya çekim süreci?
Bir buçuk-iki aya yakın çekim yaptık. Zor koşullar vardı; ayaz, soğuk. Prodüksiyon da zayıf, para yok. Ben neredeyse parasız oynadım. Sonra bir çekim sırasında suyun içine düştüm, kalça kemiğimde bir çatlak oldu. Gürcistan’ı ben en azından bizim düzeyimizde bir ülke sanırdım. Ama neredeyse 100 yıl gerideler. Bir MR aletleri var, dededen kalma. Çektiler ve “Hiçbir şeyin yok” dediler. Dediler ama ağrım sürüyor. Sonra Türkiye’ye geldim, burada da MR çektirdim. Baktım ki koca bir çatlak var. “Ama müdahaleye gerek yok, yavaş yavaş kemik kaynar” dediler. İyileşme emareleri başlayınca çekimlere devam ettik ve bitirdik.
Yönetmenle nasıl anlaştınız?
Azeri bir tercümanımız vardı. Onun da Türkçesi bozuktu ama derdimi anlatabiliyordum. Ovashvili’den şikâyet ettiğim tek bir şey vardı. Aslında bu, sinema hayatım boyuncu bütün yönetmenlerden rahatsız olduğum şey: Çıkar rolü oynarlar, gösterirler ve benim de öyle oynamamı isterler. Özellikle Kartal Tibet öyle yapar, bütün minik ve jesti göstermeye çalışırdı. O zaman sen oyna kardeşim, ben niye oynayayım? Yorumu bana bırak. Yorum yaparken yoruyorlar adamı.
Bu arada ‘Mısır Adası’ Tiflis’te ‘En İyi Film’, siz de ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü almışsınız.
Evet ama benim bundan, ödül verildikten sonra haberim oldu. Beni ödül törenine çağırmadılar. Karlovy Vary’de de böyle oldu, yönetmen bana diyor ki “Biletini alabilirsen gel”. Böyle olacaksa ben niye gideyim, kendi bilet paramı vererek?
HER ŞEY OLMAK KOLAY, İNSAN OLMAK ZOR
Peki filmin Oscar’da şansı nedir?
Kesin bir şey söylemek zor ama yüzde 60-70 şansı olduğuna inanıyorum.
‘En İyi Yabancı Film’de oyuncuya ödül yok elbet ama diyelim ki film Oscar’ı aldı, bu koşullarda sizin oraya gitmeniz de zor.
Valla biletimi yollarlarsa giderim. Ya da Akademi’ye söylerim, “Beni davet edin” diye...
Şunu soracaktım: Velev ki Oscar kazanıldı ve sizden görüş isteniyor. Ne türden şeyler söylerdiniz?
Dünyaya şunları söylerdim: “Fiyatı olan insan arttıkça özü sözü olan insan azalıyor. Farkında mısınız bilmiyorum ama biz bu filmde savaşa karşı bir duruş da sergiledik. Şair, “Benim Çin Seddi’nden Amerika’ya kadar dostum da düşmanım da var” demiş. Artık düşmanım olmasın, sadece dostum olsun. Silah tüccarlarının ekmeğine yağ süreceğinize birbirinize el uzatın kardeşim. Artık tel örgüleri ve sınırları tanımıyorum, nerdeyse ‘Haymatlos’ olacağım. Her şey olmak çok kolay da insan olmak zor... Önce bunu başaralım, birbirimizi öldürmeyi bırakalım. Zaten öleceğiz, kendi ömürlerimize kendi ellerimizle sınır çizmeyelim.
İçinde bulunduğumuz duruma nasıl bakıyorsunuz? Umutlu musunuz?
Elbette umutluyum. 60 bin yıl içeriyor insanlığın ‘Homo sapiens dönemi’ne girmesi, aklıyla hareket etmesi. Tarih, bir ustanın dediği gibi zaman zaman iki adım ileri, bir adım geri şeklinde ilerler. Bazı nedenlerle, bunlar çıkar ilişkileri olabilir, dinsel, etnik nedenler olabilir ya da bambaşka nedenler olabilir... İşte bu tür engellerle toplumlar dağılır. Yumruk yemiş boksör gibi olur ve hakem saymaya başlar. Şu anda bizim durumumuz da böyle. Hakem sayıyor ama boksör tekrar ayağa kalkacak. Bazen birkaç kuşak harcanır ama hiçbir zaman tarihin tekerine çomak sokamazlar. Onun için Türkiye’nin de tekerine çomak sokamayacaklar. Geçip gidecekler. Geride ‘Türkiye insanı’ kalacak ve kucaklaşacaklar. “Alevi, Sünni, Çerkes, Gürcü, Laz, Amerikalı, Danimarkalı ayrımı yok, insan var” diyecekler. Haa, ben bunu görür müyüm? Muhtemelen görmem. İnsanın en büyük hatası da bence burada: “Müreffeh, demokrat bir ülkede yaşamayacaksam ben niye mücadele edeyim, nasıl olsa ben göremeyeceğim” diyor. Sen görme ama 10 kuşak sonra bir çocuk daha güzel bir dünyada yaşayacak ve bu, senin bugün örülmekte olan demokrasi duvarına koyacağın bir taştan dolayı olacak. Onun için umutlu olmak zorundasın. Ben umutsuz değilim.
Bu yolda da oğlumla beraber yöneteceğim bir film çekeceğim, “Deliler Meclisi” diye. Delilerden oluşan bir meclis, TBMM’nin karşısına kurulacak. İçeride Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesi tartışılırken deliler de başka türlü bir tartışmaya girecekler. Ben kendimi oynayacağım, ‘Deli İlyas’ı yani.
Zor ve de ‘tehlikeli’ bir işe girişeceksiniz yani...
Bana diyorlar ki, “Çok sivri konuşuyorsun, içeri gireceksin ve bu kez hiç çıkamayacaksın. Metris küçük hapishane, Türkiye büyük hapishane. Hangisinde yatarsan yat fark etmiyor. Önemli olan bileğimize taktıkları kelepçe, attıkları zindanlar değil. Kendi hapishanemizde beynimize kelepçe takılması, asıl kötü olan bu. Ben kendi beynime kelepçe takmadığım için çok rahatım. Gelsinler götürsünler, Metris mi, Silivri mi, Muş Kapalı Cezaevi mi hiç umurumda değil.
Gezi sizin için bir umut ışığı mıydı?
Ben şunu savunuyorum: Orada yüzbinlerce Mustafa Kemal vardı. Daha önce bir şey yazmıştım: Yıl 2003, Mustafa Kemal tekrar Türkiye’ye gelir. Çok iyi karşılanır, dolaştırılır ve Meclis’e götürülür. Buradaki tartışmalara tanık olur. Gece kendisini lüks bir otele götürürler kalması için reddeder; Ankara’da Samanpazarı’nda küçük, ahşap bir oteli tercih eder. Sabah bakarlar ki, Mustafa Kemal yok ama bir not bırakmış: “Efendiler, ben önce İstanbul’a gidiyorum, orada bir vapur bulup tekrar Samsun’a çıkacağım. Çünkü bu memleketin yeni bir Kurtuluş Savaşı’na ihtiyacı var.” Gezi’de böyle bir hava gördüm işte.
İyi ama orada sadece Kemalist gençler yoktu, kendini böyle addetmeyen başka sol gruplar da vardı.
Addetmiyorlar da Hasan İzzettin Dinamo’nun ‘Kutsal Mücadele’sini okumuşlar mı? Çetin Yetkin’in ‘Türk Halk Hareketleri’ni okumuşlar mı? Nutuk’u okumuşlar mı? Bu ülkeyi hangi şartlarda kurtardılar, para yok pul yok, silah yok, top tüfek yok... Gerçek anlamda Mustafa Kemal’in hikâyesini biliyorlar mı? 15 yaşında Selanik Sosyalist Hareketi’ne katıldığının farkındalar mı? İttihat Terakki’ye neden girip çıktı, meseleye vâkıflar mı? Alfabeyi okumadan bazı sosyalist kitaplara dalıyorlar ve sonrasında Mustafa Kemal’i reddediyorlar. Hepsini okuyun sonra gideceğiniz yola karar verin. Bizde inkâr ve eleştiri sürekli birbirine karıştırılıyor.
Yani Gezi sizde umut ışığı doğurdu.
Bu ülkede gerçeği görenler var ama sindirilmişlerdi. Gezi bir silkinişti. Bu silkiniş bile benim yıllarca mutlu olmama yeter. Bu, yarınların güzelleşeceği anlamına gelir. Bu gençlik benim için umut ışığı oldu.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Colani’nin arabası
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Çiçekçiyi yumrukla öldürmüştü: İstenen ceza belli oldu