İngiltere’de Akdeniz mutfağı
FARUK ESKİOĞLU /İngiltere
İngiltere’ye Türkiye’den Ankara Anlaşması ile gelenler ülkeye ilk vardıklarında kendilerini şaşırtan gözlemlerini sosyal medyada paylaştı. Göçmenler, en çok sokakta kedi ve köpek yerine dolaşan tilki ve sincaplara, AVM’lerin azlığına, yeni yapılaşmada eski görünümün korunması, pencerelerin dışarı doğru açılması, hafta sonu sakinliği, parkların bolluğu, insanlara verilen değer, trafikte yol verme geleneği, mektubun çok kullanılması, kahvaltıda kuru fasulye yenmesi, Londra’da İngilizden çok göçmenlerin olmasına şaşırdıklarını yazmış...
Londra’ya 33 yıl önce geldiğimde o zamanki iletişim araçlarının azlığından olsa gerek hepsi kırmızı olan iki katlı toplu ulaşım otobüsleri, kraliyet mühürlü posta kutuları, telefon kulübeleri, polislerin giysileri ve sokakta sosyalist gazete satan gençler de beni şaşırtmıştı. Ülkedeki nezaket ve insana verilen değer de dikkatimi çekmişti hani. Bankadan para çekerken görevlinin Merkez Bankası’nın henüz 100’lük basmadığı için özür dilemesi karşısında “Dalga mı geçiyor” diye düşünmüştüm. Kırmızı telefon kulübesindeki telefon kartım sıkıştı diye aradığımda adresime postalanan birisi özür yerine çift telefon kartı da şaşırtmıştı. İlk geldiğim günlerde korna sesi ve yollara tüküren olmamasına sevinmiş, “Tam da özlediğim ülke” demiştim. Türkiye’nin bu konuda evrimleşmesi de sevindirici tabii..
İngiltere’de trafikte yol vermek eski dilde “centilmen bir davranış” sayılıyor. Londra’da şimdiye kadar ambulansın arkasına takılan ya da yol vermeyen bir araç görmediğimi söyleyebilirim. Çeyrek asır öncesi henüz süpermarketlerin Londra’yı işgal etmediği yıllarda, sokak başları ya da metro çıkışları gönüllü yol tarifi de yapan çiçekçilerle doluydu. Kenar semtlerde bile piyano satış yerleri ya da tamircileri, dünyanın dört bir yanından ithal tütün, puro, kahve ve çay satan keyif dükkânları vardı.
Günümüzde bilardo salonu ya da mobilya mağazasına devşirilen o güzelim pub’lar da kültürel heyelana uğradı. Pub deyip geçmeyin. Pub’lar; önündeki tahta masaları, cumbalı camekânları ve askılı saksılardaki petunya, küpeli, sardunya, açelya ve ortanca çiçekleriyle ortaçağdan bu yana ülkenin en önemli sosyalleşme mekânlarıydı. İngilizlerin evin en güzel odasını misafirlere ayırıp kullanmama gibi sonradan pişman olunacak bir geleneği hiç yaşamadıklarını, genellikle misafirlerini mahalle pub’unda ağırladıklarını söyleyebiliriz. Pazar günleri ailecek biralarını yudumlarken dana rosto yemek ve sonrasında “hak edilmiş” tatlı Yorkshire pudingi ısmarlamak âdettendir. Bahçesinde kır keyfi sunan, kendi birasını üreten, tiyatro ve stand-up sahnesi olan pub’ların sayısı da az değildi hani... Pub’lardaki müzik kutuları da tarih oldu ne yazık ki.
İngiltere’deki muhafazakâr iktidarların ve emniyetin idam cezalarını geri getirmeyi başaramadığını, sokaktaki polisin hâlâ silah taşımadığını ve vatandaşa “Efendim” diye hitap ettiğini de vurgulamalıyım. İngilizlerin tarihi dokuyu korumacılıkları övgüye değer denilse de dünya finans merkezlerinden “Bank” semtindeki gökdelenler, meskun mahallere de yayılmaya başladı artık. Namı diğer “Demir Leydi”, eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’in 1979-1990 arasında da başbakanlık dönemindeki özelleştirme ve sosyal hakları kısma politikasının sonuçları ise 40 yıl sonra ortaya çıkıyor. Halkın direnciyle hâlâ ücretsiz kalmayı başaran ulusal sağlık sisteminde acil servis bekleme süresi ne yazık ki çeyrek asırda 10 dakikadan 10 saate fırlamış durumda. İngilizlerin ev bütçesinde “dışarıda yemek harcaması”nın beşinci sırada yer aldığını okuduğumda da şaşırmıştım. Un ve bira karışımı bir bulamaca batırılıp kızartılmış morina veya mezgit balıklarının yanında patates kızartması (fish&chips), tartar sos ve bezelye püresi İngiliz mutfağının kraliçesi olmayı sürdürüyor. Ne yazık ki küresel ısınmayla balıkların azalmasıyla artan fiyatlar bir zamanların yoksul yemeğini zengin menüsüne soktu. Londra’da “sarhoş yemeği” diye anılan dönerin de artık sevilen etnik yiyecekler listesinde yer aldığı söylenebilir. Caddelerde İngiliz kahvaltısı servisi sunan işçi cafelerine sıkça rastlayabilirsiniz. Klasik İngiliz kahvaltısı mönüsünün olmazsa olmazı bacon (domuz), yumurta, fasulye ile patates, mantar ve domates kızartması... Londra’daki işçi cafelerinin çoğunun, hayatında baconı ağzına sürmemiş bizim toplum üyesi şeflerce işletilmesi de sizi şaşırtabilir hani...
İngiliz mutfağında Akdeniz beslenme yöntemi de kendisine ciddi bir yer açmış durumda. Çok değil yarım asır önce eczanelerde ilaç niyetine satılan zeytinyağı şimdi süpermarketlerin raflarında. Zaten eski kışlar, sisli puslu havalar da yok... Bu gidişle zeytin ve limon ağaçları da Londra’da yetişmeye başlayacak gibi. Böyle giderse karanfil, lüfer ve çupranın da Türkiye’den ithal edilmesine gerek kalmayacak sanırım...
farukeskioglu@hotmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması