İnsanlar açlığa dayanacak şekilde evrilmiş

Oruç tutarak akıl ve beden sağlığımızı korumak, hatta daha uzun yaşamak mümkün olabilir. Ancak bunu, dini bir ibadet olarak uygulanan oruçtan ayrı tutmak gerekir.

İnsanlar açlığa dayanacak şekilde evrilmiş
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.11.2012 - 10:27

Belirli bir süre yemek yememek olarak tanımlanan oruç, son yapılan araştırmalara göre kansere yakalanma riskini azaltıyor; şeker ve kalp hastalıklarına karşı koruyor; astımı kontrol altında tutmayı kolaylaştırıyor; hatta Parkinson hastalığı ve bunamayı engelliyor. Bunun nedeni orucun kalori kesintisinin yanı sıra ,en azından oruç tutulan günlerde- vücutta biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklere yol açması. Ne var ki şimdilik kimlerin, hangi aralıklarla, ne kadar süre aç kalması gerektiği henüz bilinmiyor.

Oruç, genellikle dini içerikli bir kavram olarak algılanır. İslam’ın beş şartından biridir. Ayrıca Budistler de öz kontrolün güçlendirilmesinde az yemenin gerekliliğine inanırlar; özellikle öğle yemeğinden sonra bir şey yememeğe gayret ederler. Bazı Hıristiyanlar, aralıklarla tuttukları oruçlarla Tanrı’ya yakınlaşacaklarına inanırlar. Ancak bilimsel araştırmalar, oruç tutmanın dini inanışların ötesinde bazı dünyevi yararlar sağlayabileceğini gösteriyor.

Orucun yararları ilk ne zaman anlaşıldı?

Orucun sağlığa yararlı olduğu fikri çok eskilere dayanır. 1908 yılında tıp eğitimi almadığı halde doktor olarak bilinen ancak aslında hemşirelik eğitimi almış olan Linda Hazzard, Fasting for the Cure of a Disease –Tedavi Amaçlı Oruç Tutmak- isimli kitabında başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıkların tedavisinde olabildiğince az yemenin yararlarına değiniyordu. Hazzard, hastalarından biri açlıktan ölünce hapsi boyladı. Bütün bunlara karşın bilim dünyası, kısmen de olsa Hazzard’ın haklı olduğu olasılığını göz ardı etmedi.

Son yıllarda yaygınlık kazanan bir görüşe göre oruç, kansere yakalanmış hastaların tedavisinde yarar sağlıyor. Ayrıca kansere yakalanma riskini de azaltıyor; şeker ve kalp hastalıklarına ve karşı koruyor; astımı kontrol altında tutmayı kolaylaştırıyor; hatta Parkinson hastalığı ve bunamayı engelliyor.

Amerikan Yaşlanma Enstitüsü’nden Mark Mattson bu alandaki çalışmalarını şöyle anlatıyor: “Hayvan modelleri üzerinde çalışıyoruz ama orta yaş kuşağındaki insanların, arada sırada oruç tutmaları durumunda Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklara yakalanma riskinde büyük düşüş olacağını düşünüyoruz.”

Oruç ile diyet farkı

Bugüne dek beslenmenin sağlık ve uzun yaşam üzerindeki etkisini araştıran çalışmalar, çoğunlukla kalori kısıtlaması ile sınırlı tutuluyordu. Bu alanda çok çarpıcı sonuçlar elde edildi. Örneğin günlük kalori tüketimi yarı yarıya azaltılan laboratuvar hayvanlarının, yaşamlarının % 50 oranında uzadığı tespit edildi. Ancak bu etkinin primatlarda geçerli olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Makak maymunları üzerinde yapılan 23 yıllık bir çalışma, kalori kısıtlamasının, yaşlanmaya bağlı olarak oluşan hastalıkları geciktirdiğini, ancak yaşam süresi üzerinde bir etkisinin olmadığını gösterdi Genetik yapı gibi diğer faktörlerin insan ömrünün uzamasında daha önemli bir rol oynadığı ortaya çıktı (Nature, vol 489, p 318).

Bu sonuçlar, daha uzun yaşam umuduyla onlarca yıl açlığa talim edenler için kötü bir haberdi ama oruç konusunda araştırma yapanlar, çalışmalarını bu nedenle ertelemeyi düşünmüyorlardı. Araştırmacılar, orucun kalori kesintisinin yanı sıra –en azından oruç tutulan günlerde- biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklere yol açtığını belirtiyor. Oysa günlük diyet uygulaması bu değişiklikleri yaratmada yetersiz kalıyor. Bundan başka, kalori kısıtlaması insanları enfeksiyona ve biyolojik strese daha açık hale getirirken, doğru uygulanan oruç, bu gibi olumsuzluklara neden olmuyor. Hatta evrim biyologlarına göre insanlar evrim sürecinde aralıklarla yiyeceksiz kalmaya uyum sağlamışlardır. Mattson bunu şöyle açıklıyor: “Atalarımızın günde üç öğün yemedikleri ve aralarda atışmadıkları kesin olarak biliniyor. Genlerimiz yiyeceksiz dönemlerle başa çıkabilecek şekilde evrilmiştir.”

Açlık rejimleri tipleri

Uzun süne yemek yemeyen bir insanın, aç kalmanın yararlı olduğunu düşünerek açlığın yarattığı rahatsızlıklara dayanması kolay değildir. Bilim insanları, oruç tutanların kısa vadede kendilerini kötü hissettiklerini kabul ediyor, çünkü vücudun psikolojik ve biyolojik alışkanlıklarını kırması zaman alır.

Bu arada orucun tanımı konusunda bilim insanları ortak bir görüşe sahip değil. Herkesin ortak görüşü normal olarak gün içinde kadınların 2000 kalori, erkeklerin 2500 kalori alması.

Bilim insanları farklı oruç türleri üzerinde çalışmalar yapıyor. Birinde, insanların iki hafta süren oruç döneminde günde tek öğün, 600 kalorilik yemek yemeleri öngörülüyor. Bu arada unutulmaması gereken en önemli nokta orucun kilo vermek amacıyla yapılmamasıdır.

Daha acımasız bir uygulamada, günaşırı kalori kesintisine gidilir. Bir de tam oruçlu olma durumu vardır ki, bu uygulamada katılımcılar bir günden beş güne kadar tümüyle yemekten mahrum kalırlar. Bu süre bir haftaya çıktığı zaman tehlike çanları çalmaya başlar. Oruç, tekrarlanmayan (bir kereye mahsus) veya tekrarlanan sürelerle tutulur.

Farklı uygulamalar, farklı sonuçlar

Farklı oruç rejimleri, vücutta farklı etkiler yaratır. Orucun, herhangi bir öğünden 10-12 saat sonra başladığı varsayılır. Bu sürede kanda bulunan tüm glikoz tüketilmiş ve enerji için kullanmak üzere karaciğerde ve kas hücrelerinde depolanmış glikojen glikoza dönüştürülmeye başlamıştır. Orucun devam etmesi durumunda depolanmış vücut yağlarının parçalanmasına yönelik kademeli bir hareket başlar. Karaciğer bu arada “keton cisimleri” üretir. Bunlar yağ asitlerinin parçalanmasıyla ortaya çıkan kısa moleküllerdir; beyin tarafından yakıt olarak kullanılabilirler. Bu süreç orucun üçüncü ve dördüncü günlerinde tam olarak faal duruma geçer.

Bazı hormonlar da bu arada etkilenmişlerdir. Örneğin insülin-benzeri büyüme faktörü 1 (insulin-like growth factor 1 (IGF –1) düşmeye başlar ve üçüncü ve dördüncü günde çok düşük düzeylere iner. Bu hormon yapısal olarak insüline benzer. İnsülin de orucun devam etmesi sonucu tükenmeye yüz tutar. Oysa bunların yüksekliği kanser ile ilişkilidir.

Kanser tedavisinde aç kalmanın rolü

Güney Kaliforniya Üniversitesi Uzun Yaşam Enstitüsü yöneticisi Valter Longo, kanser tedavisinde kısa süreli, tam bir orucun tedavinin etkisini en üst düzeye çıkarttığını ileri sürüyor. Yaptığı araştırmalarda 48 saatlik tam bir orucun, farelerde sekiz kanser tipinden beşinin gelişimini yavaşlattığını ortaya çıkarttı. Ayrıca hayvan daha uzun süreler aç bırakıldıkça, bu olumlu etkinin daha da belirginleştiği görüldü (Science Translational Medicine, vol 4, p 124ra27). Longo’ya göre oruç, kanser hücrelerini normal hücrelere göre daha fazla etkiliyor. Bunun nedeni, kansere neden olan mutasyonların, oluştukları fizyolojik koşullar altında daha hızlı büyümesi, fakat koşullar değişince dezavantajlı duruma düşmeleridir. Bu durum, oruç seanslarıyla birleştirilen konvansiyonel kanser tedavilerinden daha olumlu sonuç alınmasına yol açıyor. Glioma kanserli -insanlarda en sık görülen, en agresif beyin tümörü- fareler radyasyon terapisi ile birlikte 48 saat aç tutulduklarında, oruç tutturulmayan farelere göre iki misli daha uzun yaşadıkları keşfedildi (PloS One, vol 7, p e44603).

Kanserli hastalarda orucun etkisi konusundaki klinik araştırmalar sürülüyor. Longo ilk sonuçların umut verici olduğunu belirtiyor.

Açlık, kanser oluşumunu önleyebilir mi?

Bu ilk bulgular akla şu soruyu getiriyor: Oruç, kanserin en başta ortaya çıkmasını önleyebilir mi? Longo’nun yanıtı şöyle: “Bu konuda bilimsel veriler çok az, ama önlememesi için hiçbir neden yok.” Longo, aşırı kilo ile kandaki yüksek IGF-1 ve gikoz düzeyinin birleşmesinin kanser için yüksek risk faktörü oluşturduğunu ve bunların tümünün oruç ile düzelebileceğini söylüyor. Manchester Üniversitesi’nden Michelle Harvie ise bir diğer risk faktörü üzerinde duruyor. Bu önemli faktör de insülin. İnsülinin kanser üzerindeki etkilerini araştırdığı bir araştırmada, genetik olarak meme kanserine yakalanma riski taşıyan kadın deneklerin yarısına, aldıkları kaloriyi %25 oranında azaltan bir diyet uygulanırken, diğer yarısına iki hafta boyunca her gün 600 kalorilik tek öğün yiyebildikleri bir açlık rejimi uygulandı. Altı ay sonra her iki grubun kan insülin düzeylerinde düşüş görüldü; ancak bu düşüş, oruç tutanlarda daha büyüktü. Harvie’nin ekibi şimdi deneklerin meme biyopsilerini inceleyerek bu durumun kanser riski ile ilgili genetik değişiklikler üzerindeki etkisini araştırıyor.

Açlık, şeker hastalığını da önleyebilir mi?

Yüksek insülin ayrıca tip 2 diyabet ile de ilgilidir. Dolayısıyla orucun bu alanda da yarar sağlıyor olması şaşırtıcı olmaz. Utah’ta Intermountain Kalp Enstitüsü’nden Benjamin Horne, her ay tutulan 24 saatlik, yalnızca su içilerek tutulan orucun, insanda büyüme hormonu düzeyini yükselttiğini keşfetti. Bu hormonun düzeyindeki artış, enerji kullanımı için yağın parçalanmasını tetiklerken, insülin düzeyini ve glikoz metabolizmasının metabolik markörlerini düşürür. Sonuç olarak insanlar kilo kaybeder. Buna bağlı olarak diyabet ve koroner kalp hastalığı riski azalır (American Journal of Cardiology, vol 102, p 814).

Illinois Üniversitesi’nden Krista Varady, günaşırı tutulan oruçların da (Oruç tutulan günlerde kadınlar 500 kalorilik bir öğle yemeği, erkekler ise 600 kalorilik öğle yemeği ile yetinir) benzer yararları olduğunu ortaya çıkarttı. Varady, ayrıca yemek yenilen günlerde düşük yağ içerikli veya yüksek yağ içerikli besinlerle beslenen deneklerin kötü kolesterol olarak bilinen LDL düzeyinde (Low Density Lipoprotein) ve tansiyonlarında düzelmeler olduğunu kaydetti.

Obezler için de çözüm

Mattson, aşırı kilolu olanlar için de aralıklı olarak tutulan oruçların diyabet ve kalp-damar hastalıklarına yakalanmalarına engelleyebileceğini ileri sürüyor. 2007 yılında orucun başka bir yararını daha keşfetti. Astım hastası aşırı kilolu 10 deneği günaşırı tutulan, kısmi oruca soktu. Birkaç hafta sonra astım krizlerinde düzelmeler olduğunu keşfetti. Hastaların C-reaktif proteinin (CRP) de aralarında bulunduğu enflamasyon belirteç düzeylerinde düşüş meydana gelmişti. Bu da orucun aşırı faal durumdaki bağışıklık sistemleri için bir fren vazifesi gördüğü anlamına geliyordu (Free Radical Biology and Medicine, vol 42, p 665). Bu arada normal kilodaki astım hastaları için orucun yarar sağlayıp sağlamayacağı konusunda ileri çalışmaların yapılması bekleniyor.

Günaşırı tutulan orucun hastaların kan yağ düzeylerini düşürdüğü doğrultusunda bazı kanıtlar söz konusu. Buna karşın Mattson, diyabet ve kalp-damar hastalığı durumlarında, orucun normal kilolu insanlara obezler kadar yararlı olmayacağından kuşkulanıyor.

Beyin daha iyi çalışıyor

Mattson orucun herkesin yararlanabileceği bir etkisinin daha olduğunu keşfetti. Bu da orucun beynin çalışmasını kolaylaştırması. Mattson bu konudaki görüşlerini şöyle açıklıyor: “Bütün bir gün boyunca ağzına bir lokma yiyecek koymamış bir hayvanın daha faal olduğunu görüyoruz. Oruç, az da olsa bir stres kaynağıdır. Bu da hayvanı, beynini daha faal tutması için motive eder”

Evrimsel bakış açısından bu mantıklı bir açıklamadır, çünkü yiyeceksiz kaldığınız zaman beyniniz yiyecek bulmanıza yardımcı olmak için daha fazla çalışmak zorunda kalır. Mattson’un çalışmaları, oruç tutulan günlerde 600 kalorilik tek öğünle yetinilen günaşırı tutulan oruç rejiminde, beyin kaynaklı nörotrofik faktör denilen protein üretiminin, beynin hangi kısmında bulunduğuna bağlı olarak % 50 ile % 400 misli arttığını gösteriyor. Bu protein yeni beyin hücrelerinin yaratılmasından sorumludur ve öğrenme ve bellek konularında önemli bir rol oynar. Ayrıca beyin hücrelerini Alzheimer ve Parkinson hastalıklarının yarattığı değişikliklere karşı korur (Neurobiology of Disease, vol 26, p 212). Örneğin Alzheimer benzeri semptomlara yakalanması sağlanan orta yaşlı farelerde, hayvanların gün aşırı oruca sokulması, bellek sorunlarının ortaya çıkmasını 6 ay kadar geciktirdi. Mattson bunun insanlarda 20 yıla eşit olduğunu ileri sürüyor.

Pratikte nasıl bir yol tutturulmalı?

Peki sabahları güne iyi bir kahvaltıyla başlanması gerektiği yönündeki tavsiyeleri bu bağlamda nereye oturtacağız? Mattson bu önerinin yanlış olduğunu düşünüyor. Bugüne dek çalışmalar, genellikle sabahları kahvaltısını ihmal etmeyen öğrenciler üzerinde yapılıyordu. Dolayısıyla bunların okulda başarısız olmaları kahvaltıyı hafif geçiştirmelerine bağlanıyordu. Mattson’ın kendisi de haftanın beş günü sabahları kahvaltı ve öğle yemeklerini atlayıp, akşamları ve normal hafta sonları yemeklerini ailesiyle birlikte yiyor. Varady de günaşırı orucu deneyen başka bir isim. Ancak akşam yemeklerini eşi ve çocuğu ile birlikte yemek istediği için vücuduna yiyecek girişini 8 saatlik bir dönem içine sığdırıyor.

Bu konuda daha temkinli olan Harvie ise şöyle konuşuyor: “Şimdilik kimlerin oruç tutması gerektiği konusunda net bir bilgiye sahip değiliz. Ayrıca orucun ne sıklıkla ve haftanı kaç günü tutulması gerektiği konusunda ileri araştırmalar gerekiyor. Ayrıca bu uygulamanın risklerini de hesaba katmalıyız.” Örneğin fareler üzerinde yapılan bir çalışmada günaşırı oruç düzeninde kalbin kan pompalama yeteneğinde azalma görüldü (Journal of Cardiac Failure, vol 16, p 843).

Oruç tutmanın zorluğu

Bu konuda en önemli sorun oruç tutmanın zorluğu. Varady, çalışmalarına katılmak için başvuran deneklerin % 10 ile % 20 oranındaki kısmının, çalışma ilerledikçe açlığa daha fazla dayanamadıkları için ayrıldıklarını belirtiyor.

Açlığın ilerde bu kadar sorun yaratmayacağı düşünülüyor. Bilim insanları şimdi, yiyeceklerden yoksun kalmadan orucun yararlarından istifade etmenin yollarını araştırıyor

Türkçesi: Reyhan Oksay

Kaynak: New Scientist, 17 Kasım 2012




 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler