Işık Evleri’nin ilk adımı

Fethullah Gülen’i trilyonlarca liraya hükmeden cemaatin başına taşıyan cümle, “Yoksul talebelere yardım edelim” oluyor. Gülen 1966 yılında İzmir’de öğrencilerin camiye gelmemesine, yurt bulma sıkıntısına dikkat çekip Işık Evleri’nin kurulması talimatını veriyor.

Yayınlanma: 12.08.2016 - 20:21
Abone Ol google-news

YETKİSİZ MAHKEME YAYINI DURDURMUŞTU

Fethullah Gülen’in yanında 35 yıl boyunca sağ kolu olarak çalışan Nurettin Veren, aralarının açılmasından sonra konuşmaya başlamıştı. Ancak o günün şartlarında bütün kapılar kendisinin yüzüne kapatılıyordu. Gülen cemaatine ilişkin yazılarıyla dikkat çeken Hikmet Çetinkaya, Nurettin Veren ile konuştu.

Söyleşi 1 Mart 2005 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde “Fethullahçılarda iç hesaplaşma” başlığıyla yayımlanmaya başladı. Üç gün sonra ise Gülen’in avukatları tarafından tedbir kararı alınarak yazı dizisi durduruldu. Avukatlar başvurularında “Gülen’in kişilik haklarının ihlal edildiğini” ileri sürüyordu.

Yazı dizisinin hukuksuz bir şekilde durdurulması büyük tepki çekmiş, barolar ve siyasiler ‘sansüre’ karşı çıkmıştı. Cumhuriyet avukatlarının itirazı üzerine ihtiyati tedbir kararını yetkisiz mahkemenin verdiği ortaya çıktı. Yetki itirazı kabul edilmesine rağmen, mahkeme dizinin yayımlanmasına ilişkin tedbir kararını ise kaldırmadı. İşte o yasaklanan dizide Veren’in anlattıklarının bir özeti.

2005 yılındaki söyleşide Hikmet Çetinkaya’nın sorularını yanıtlayan Nurettin Veren, Fethullah Gülen’in 1966 yılında İzmir’de öğrencilerin yurt bulma sıkıntısına dikkat çekerek kendilerine, “Bu çocuklara yardım etsek. Bu gençler camiye gelmiyor, hep ihtiyarlar geliyor. Böyle bir eğitim yardımı teşvikinde bulunalım dediğini” söylüyor. Veren, Gülen’in bu talimatıyla dört yıl içinde 12 Işık Evi yapıldığını ve cemaatin böylece büyümeye başladığını vurguluyor. İşte yasaklanan diziden çarpıcı bölümler:

H.Ç.: 1970’li yıllarda Fethullahçı diye bir cemaat ya da örgüt yoktu. Said-i Nursi’nin bir çizgisi yoktu. O zaman Yeni Asya Grubu’yla Mehmet Kutlular’la bağlantılıydı, değil mi?

N.V.: 1972’de biz yurda başladığımız dönemde Bediüzzaman’ın yani Said-i Nursi’nin vârisleri ve onun kitaplarını evlerde okuyan klasik Nurcu dediğimiz kişiler vardı. Talebe yok. 50-60 yaşlarında küçük esnaflar. Haftada bir-iki değişik evlerde birisi okur, öbürleri de dinler.. çok kısa açıklamalar yapılır, orijinalite bozulmasın diye 1970’e kadar bu şekliyle.. hiçbir ayrılık ve ayrı bir fraksiyon yok. Fakat Fethullah Hoca’nın üniversite gençlerine el atma dönemi var...

H.Ç.: Yıl kaç oluyor?

N.V.: 1967’de üniversite talebeleri birinci sınıfa girmişiz, ilk biziz yani.

H.Ç.: 30 küsur yıldan bu yana Fethullah Gülen’i kuşkuyla izliyorum. Örgütlenme modeli.. o zaman Ege’de tek üniversite vardı Ege Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’ne bağlı yüksekokullar vardı.. Anımsarsanız o yıllarda özel okullar da vardı.

N.V.: Özel okullar 80’de başladı.

H.Ç.: Hayır, özel üniversitelerde ve Ege Üniversitesi’nde örgütlendiği biliniyor.

N.V.: Mehmet Atalay, Mehmet Kadan, Halil İbrahim Uçar, lşılay Saygın, ben, pek çok arkadaş Ege Üniversitesi mezunu...

H.Ç.: Bu saydığınız isimler Fethullah Gülen’den, daha doğrusu Nurculuktan etkilenen isimler...

N.V.: Fethullah Gülen’in vaazlarındaki otantik bir ortamda, sarığının arkasına uygun olması, genç olması, sakalsız olması, heyecanlı, daha çok hamasi şeyler anlatması... Bizleri çok etkiledi...

H.Ç.: Peki, siyasi kimliği neydi Fethullah Hoca’nın o zaman. Adalet Partisi’ne yakındı bilindiği kadarıyla...

N.V.: O zaman bütün Nurcular Adalet Partisi’ne yakındı. Ama bizim öyle, hem yaş itibarıyla hem de o günkü durumumuz itibarıyla pek siyaset yapmamız söz konusu değil. Ama Nurcuların hepsinin şeyi (eğilimi) Adalet Partisı’ydi. Demokrat Parti, devamı Adalet Partisi. Hatta Süleyman Demirel Nurcuların başı diye (kendini nitelendirirdi). Kendisine de bir soru soruyorlar: “Efendim, hani siz başa geldiğiniz zaman İslami bir idare getirecektiniz. Bakanlarınız falan Nurculardan olacaktı...” “İşte ben varım ya, ben başkanım” diyor. O tabii Nurcuları memnun etmek için.

H.Ç.: 70 ile 80 arasında, 12 Eylül 1980’e kadar Mehmet Kutlular’ın, o grubun çizgisindeydi...

N.V.: Evet.. ayrı gayri yok. Şimdi orda İzmir’de Mustafa Birlik var. Hüseyin Çahadır var, bunlar Hoca gelmeden önce evlerinde Risale-i Nur okuyan, klasik Bediüzzaman talebesi insanlar. Küçük esnaf ve stil o yani... Akşamları evde oturup 2 saat 3 saat misafirlik gibi çay içilip kitap okunup gidiliyor. Fethullah Hoca’nın gelmesiyle orada bir rahatsızlık oldu. Abi konumunda olan Hüseyin Çahadır ve Mustafa Birlik.. Onların hedefinde talebeye inmek veya talebeyle meşgul olmak, yurt, okul, ev tutmak diye bir şey yok. Çünkü Risalei Nurlarda ‘her ev bir Nur medresesidir’ deniyor. Yani yeri mekânı mühim değil...

Yöntemde anlaşamadılar

H.Ç.: 1982’de anayasayı desteklediniz..

N.V: Özal’ı desteklemek için bir ciddi kampanya yapıldı. Özal o arada.. Milli Selamet Partisi’nden (parti adını hatırlamaya çalışıyor) adaylığını koydu.

H.Ç.: 77 seçimlerinde İzmir’den adaydı..

N.V: Özal’ı desteklemek için.. ama o günkü potansiyelin ne olduğu ortaya çıktı, Özal kazanamadı. Bizden endişe edenlerin endişesine iyi bir cevap, “Bu kadar uğraşmanıza rağmen bir Özal’ı kazandıramadık” derken, “İyi oldu, çünkü o zaman Özal o partiden milletvekili olsaydı, ilerde bu önünü tıkar, Cumhurbaşkanı olamazdı, demek ki onda bir hayır varmış” dedi. Hayatımda benim ilk hatırladığım o... Ama hepimiz bir oy verme çabası içindeydik.

H.Ç.: MSP’ye oy verdiniz, MSP’nin adayıydı...

N.V: MSP’ye değil, Özal’a (kazandırmaya çalışıyoruz).. MSP ile Hoca’nın arası hiç yok. Öyle gizli ve eski bir hatıra: Biz 66-67 senesinde Buca Kaynaklar’da kamp yaparken Erbakan Hoca geldi. Ben Scoda bir kamyonetle, Kaynaklar’dan Buca Dokuz Çeşmeler’e getirdim.

H.Ç.: Fethullah Hoca’ya...

N.V: Erbakan, Fethullah Gülen’e dedi ki, “Hocam beraber bir parti kuralım”, Erbakan da üniversitede hoca o zaman. Daha hiç siyasi faaliyeti yok. 66’da, bizim ilk kampımızda. Hoca da dedi ki, “Ben siyasete girmek taraftarı değilim.. Siz de girmeyin, beraber talebe yetiştirelim. Siz üniversitede hocasınız, asistan yetiştirerek, siyasetle değil içeriden fethedelim, eleman yetiştirelim..”

H.Ç.: Yani şunu söyleyebilir miyiz, bu hep yazılan söylenen, iddia edilen ve benim de üzerinde sık sık durduğum bir şey, Hoca özellikle, eğitim kurumlarında öğrenci yetiştirerek devlet erkinde yapılanma, devlet erkini ele geçirme amacı vardı!

N.V: Evet. İlk teklifte bu cevabı verdi. Erbakan Hoca: “Olmaz öyle şey. Bu iş yapılacaksa çıkılır siyasette yapılır. Senin dediğin gibi içeriden gizli, ilegal yollarla böyle bir şey yapılmaz, devlet de bundan rahatsız olur... İslami de değil.” Böyle araları bir sertleşti. Erbakan Hoca’nın davranışı bana göre daha mertçe.

H.Ç.: İlk ve son görüşmeleri o zaman mı oldu?

N.V: Ondan sonra pek görüştüklerini hatırlamıyorum.

‘Özal’a destek’ talimatı verdi

H.Ç.: Peki, Turgut Özal’la ilişkisi var mıydı?

N.V: Turgut Özal’ın vaazları dinlemeye geldiğini söylüyorlar. Ben bir sefer İzmir’de, bizim, Çeşme’deki eve geldiğini hatırlıyorum. Tabii o zaman Devlet Planlama’da memurdu. Vaazlara geliyormuş ama yakın bir temas görmedim..

H.Ç.: Özal ve ailesinin Nakşi olduğu biliniyor...

N.V: Fakat öyle bir sık temas yoktu, ben bir sefer geldiğini hatırlıyorum. Bence şöyle düşünüyordu:

Erbakan Hoca’ya bir antipatisi var. Kendine daha yakın buluyordu Özal’ı, belki de, onun için destekleyin diye bize talimat verdi. MSP’yi değil ama Özal’ı, Erbakan’a alternatif olur diye.. İşi hep içerden yıkarak, insanları birbirine vuruşturarak, tokuşturarak yapmak gibi bir prensibi var.

Fotoğrafı bile yasakladı

H.Ç.: (Kadının burnunun ucu bile görünmeyecek diyen Fethullah Gülen, ANAP iktidar olduktan sonra, bu sıkma baş dediğimiz eylemler başladı. Eylemlerin öncüsü de, o zaman, Ege Üniversitesi’nde öğretim üyesi ya da görevlisi olan Fehmi Koru’nun eşi öncülük ediyordu.) Ama Özal’la görüştü. Fethullah Gülen ve camilerde vaaz vermeye başladı. Eylem yapmayın, başınızı açın diye.

N.V.: En son Reha Muhtar’la canlı yayında yaptığı röportajda “Başörtüsü füruattır, bu dinin hükmü değildir; yöreye, töreye ve coğrafyaya göre.. bu, insanların karar vereceği, kendi içtihatlarıyla tercih yapacağı bir şeydir. Dinin esası değildir başörtüsü” dedi. Cemaatin içerisindeki insanların, bu zikzaklardan, bu virajlardan o kadar sersem oldu ki ruhları, yani siyah dediğine ertesi gün beyaz diyor; bu tür söylemlerle insanlar şaşkına döndüler...

H.Ç.: Ne yapacaklarını şaşırdılar...

N.V.: Bunlar tabii çarpıcı virajlar, yani kırılma noktaları. Örneğin “Fotoğraf eşittir put”diyordu. Benim 6 tane çocuğum var; 6’sının da bir tanesinin resmi yok. Son büyüdükten sonra çekildi. Küçüklük resimleri yok.

H.Ç.: Siz çektirmediniz.

N.V.: Hiç kimsenin evlilik, nişanlılık fotoğrafı yok.

H.Ç.: Eşiniz 17 yaşındaydı evlendiğiniz zaman ve siz onu örttünüz.

N.V.: Evet, örttük.

H.Ç.: Anneniz 70 yaşından sonra başını örttü.

N.V.: Ama hanımı, evlenince kendi ideallerimiz böyle öğretildiği için. O kadar açmazlar var ki... Bu cemaat içindekilerin hiçbiri kola içmez. Amerika’ya yardım olur diye.

H.Ç.: Ama Fethullah Gülen neredeyse 6 yıldır Amerika’da...

N.V.: Kola içmeyen bu cemaat, hatta şarap içmekle kola içmek aynı, diye düşünüyor. Kola içilen bir bardağı kullanmaz. Bunlar onun o günkü hükümleri ve emirleri, fetvaları. Ve bu insanlar buna aynen itaat ettiler. Margarin olan evden hiçbir şekilde kimse bir şey yemez, “Margarinde domuz yağı vardır” diye yazılı kâğıt dağıtıldı. Hiç kimse margarin yemedi...

H.Ç.: Zeytinyağı varken margarin yenmez ama, o sağlık açısından değil domuz yağı var diye...

N.V.: Besmeleli et mevzuunda o kadar hassasiyet var ki, her gittiğimiz evde, önümüze konan bir sofrada analarımızın, kardeşlerimizin, akrabalarımızın evinde yemek yiyemedik. besmeleli mi, sanayağı var mı, yok ya diyor adam, “Besmelesiz olur mu, burası Müslüman ülkesi. Herkes neredeyse Bismillah der keser”... Sen bunu gözünle görüp kıbleye yatıracaksın “Allahü ekber deyip besmele çekeceksin, ondan sonra bu yenir”... Bu sefer aileler içerisinde birinci sınıf Müslüman, ikinci sınıf Müslüman diye cemaat arasında ayrım ve kırılmalar yaratarak, toplumdan farklı bir Müslümanlık oluşturulmaya çalışıldı. Kıyafeti farklı, yemesi içmesi farklı, kola içmiyorsun, kola varsa o bardaktan içilmiştir diye bardak da kullanmıyorsun... Margarin vardır diye hiçbir yemek yemiyorsun. Besmelesiz et vardır diye... Bu sefer insanlar, toplumun içerisinde ikinci bir Müslümanlık şekli oluşturdu kendine has.

H.Ç.: Kobay..

N.V.: Sahabenın elbiseleri omzundan eskirmiş bir de ayaklarından, niye namazda dururken, ayaklarını iki karış açarlarmış. Doğrusu buymuş. Bugünkü camidekilerin ise Hanefi fıkhına göre iki ayağının arası 4 parmak olacak. Şimdi biz özellikle camide farklı Müslümanız ya, iki karış ayağımızı açıyoruz. Bu sefer camidekilerle ters düşüyoruz. Diyorlar ki sizin duruşunuz bile farklı. Gittiğin yerde hep bu tepkiler. Kıblename, kıble ölçme furyası başladı. Çünkü bütün camilerin kıblesi yanlıştır bir ölçelim dendi..

H.Ç.: Kaçlı yıllarda bunlar oldu?

N.V.: İşte 70’lere 80’lere kadar bu böyle devam etti.

-BİTTİ-

Yazı dizisinin 1. bölümü: Paradaki simge

Yazı dizisinin 2. bölümü: 70’li yıllar devlete ‘Sızıntı’

Yazı dizisinin 3. bölümü: İşte 'FETÖ' sözlüğü

Yazı dizisinin 4. bölümü: Pensilvanya ziyaretlerinde tutulan çarpıcı notlar: İpekçi'yi öldürenin elini öperim

Yazı dizisinin 5. bölümü: 'Çözüme karşı Hakan Fidan’a gözaltı girişimi'

Yazı dizisinin 6. bölümü: Hısımlıktan hasımlığa


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler