Juliette Binoche ile bu hafta vizyonumuza giren “High Life”ı konuştuk
Kariyerinde ikinci bir altın çağ yaşayan Fransız oyuncu Juliette Binoche, çağdaş sinemanın önemli yönetmenlerinin ilk tercih ettiği isimlerden biri. Bu hafta hem ‘High Life’ hem de ‘Çifte Hayatlar’ ile salonlara konuk olan Binoche ile keyifli bir sohbet yaptık.
“Adeta intihar ediyoruz. Dünyada olup bitenlere, yıkıcı davranışlarımıza bakıldığında filmdeki gibi kendini yok etmeye çalışan bir makinede olduğumuz açıkça ortada” diyor Juliette Binoche. Çok sevdiği Claire Denis ile yeniden bir araya geldiği şahane “High Life”ta karanlık Dr. Dibs rolünde. Bir grup suçlunun uzayda sürüklendiği filmin kışkırtıcı olmasından çok memnun. “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”, “Köprüüstü Aşıkları”, “Üç Renk: Mavi” ve Oscar kazandığı “İngiliz Hasta” filmlerinden sonra kendi deyişiyle şanslı büyümüş, dünya sinemasının yaratıcılarıyla çalışmaktan da hoşnut, inanırsam her yere giderim diyor. Fransız sinemasının uluslararası starı Binochet ile San Sebastian'da bir yuvarlak masa sohbetinde buluştuk.
'İnsan karmaşıktır'
Claire Denis ile önce şahane bir romantik komedide birlikte çalıştınız, derken karanlık “High Life” nasıl geldi?
İkimiz de alışagelenin dışına çıkmaya bayılıyoruz. Bahsettiğinde çok heyecanlandım ve anında kabul ettim, senaryoyu okumadan. Karanlık şeylerden bahsediyordu, bayıldım. Karakterin üzerinde birlikte çalıştık. Dr. Dibs mitolojik bir figür gibi, bir suçlu, kontrol delisi, bunalımlı, uzun saçları ve plastik vajinası var. Bir referansa ihtiyacım vardı ve Hint tanrıçası Kali'ye benzettim. Karanlık tarafı temsil eden ve sizi bildik insanlık sınırınızın ötesine geçiren bir karakter.
Karmaşık karakterleri seviyorsunuz değil mi?
Hem de nasıl. Ama zaten bence her insan karmaşıktır. “High Life”ta ise yaşadıkları koşullar feci, olabildikçe insanca davranmaya çabalıyorlar. Yine de karakterin karanlığı beni korkutmadı.
Neydi bu rolde sizin için özel olan?
Manipülasyon gücü olan, erkekleri birbirine düşüren ama karanlığa doğru giderken bile mizah gücüyle hayatın başka boyutunu gösteren birisi. Tek boyutlu değil ve metaforik olarak zaten ne denli yalnız olduğumuzu gösteriyor. Canlandırdığım rollerin karanlık tarafından hiç korkmam. Hepimiz karanlığız bir şekilde. Sandığımızdan da bize yakın şeyler olduğunu keşfederiz. Sadece bu rolleri tercih oyuncu arkadaşlarım var çünkü daha yaratıcı ve eğlenceli.
Film içinde yaşadığımız dünyaya dair uyarılarda bulunuyor, siz ne dersiniz?
Kesinlikle provakatif bir film. Bunu nedensiz değil iyi bir amaç uğruna yapıyor. Kışkırtmak iyidir, yapıcıdır. Bu film de sizi sarsıyor. Görmekten kaçınmıyor. Claire (Denis) resmen şimdiki halimize ayna tutuyor. Hepimiz kocaman bir kara deliğe doğru sürükleniyoruz. Adeta intihar çünkü gayet pasif şekilde kendimizi bırakmışız. Gidişatımıza seyirciyiz. Dünyada olup bitenlere, çevreye karşı yıkıcı davranışlarımıza bakıldığında filmdeki gibi bir çeşit kendini yok etmeye çalışan bir makinede olduğumuz açıkça ortada. Peki bunu durdurmak istiyor muyuz? Politikacıları bu gidişatı değiştirmek adına harekete geçirmek istiyor muyuz? Kişisel tercihlerimizi hayata geçiriyor muyuz? En basitinden ihtiyacımız olmayan lambayı kapatıyor muyuz? Çok hastalıklı bir sistemde yaşıyoruz ve bence film bu hal ve gidişatımızı anlatıyor.
Distopik gelecekleri anlatan filmler zaten günümüzün yansıması değil midir?
Aynen! Zaten bilim kurgu filmi yapmanın da bin çeşidi vardır. Uzmanı değilim ve bu türe ait çok film de izlemedim ama “High Life” bildiğimiz 'normal' bilim kurgulardan değil. Bu resmen günümüzün yansıması. Ses, patlama, görsel efektler yok. Hayat var.
Daha çok Tarkovski'nin “Solaris” misali filmlerinin tarafında duruyor zaten.
Evet, felsefi dertleri var filmin. Varoluş ve özümüze dair soruları, merakı ve endişesi var. Hepimiz aynı gemideyiz metaforuna nazire, güç ve güçsüzleri gösteriyor ama daha derin bir noktaya ilerlemek istiyor. Önümüzdeki tek şey yokoluş. Gerçek hayatta bunu reddederek yaşıyoruz. Film bunlara karşı tepkilerimizi inceliyor.
Robert Pattinson ile Cronenberg'ün “Cosmopolis” adlı filminde birlikte çalışmıştınız, yeniden biraraya gelmek nasıldı?
Harika bir genç adam. “Cosmopolis”de çok kısa süre çalıştık. İlk buluştuğumuzda çok soru sorduğunu hatırlıyorum. Kendini aramızda biraz yabancı gibi hissediyordu sanırım, tıpkı filmdeki karakteri gibi. Küçük kızla birlikte üç haftalık çekimlerde yalnızmış, çocukla çalışmak da zordur. Biz sete gelince hayata dönmüş gibi oldu, çok sevindi. Çalışması çok kolay, kendini işini adayan birisi.
Filmde mastürbasyon misali sahnelerin şehvet içermediğini düşünüyorum, yanılıyor muyum?
Çünkü bir ihtiyacın, haz arayışımızın dışa vurumu olarak var bu sahneler. Bir şeyler hissetme ihtiyacı. En temel dürtülerimizden birisi. Yalnızlığımızı aşmaya ve birileriyle veya bir şeylerle iletişim kurma ihtiyacı. Denedikçe başaramamak, yine de demeye devam etmek. Hüzünlü elbette. Cinselliği gösterirken altında yatan duyguları da göstermeniz gerek.
Böyle sahnelerde yönetmene de çok büyük bir sorumluluk düşüyor sanırım.
Elbette. Cinsellik içeren sahneleri oynamak için kesinlikle yönetmeninize güvenmek zorundasınız. Sette kendinizi rahat ve dost bir ortam kurulmalı ki bu da yönetmeninizin görevi. Kendinizi ruhen ve bedenen adadığınız, korunmasız kaldığınızı daha fazla hissettiğiniz sahneler zordur.
Oyunculuk kariyerinizde çeşitlilik önemli, nasıl seçiyorsunuz projeleri?
Benim seçtiğim kadar çok şükür onlar da beni seçiyor! (Kahkahalar) Şahane yönetmenler bana roller sunuyor ben de atlıyorum düşünmeden. Beni büyüleyen insanların yaatıcılıklarına ortak olmak bir ayrıcalık. Bir de gerçekler var, sonuçta bütçe ve yapımcı gerektiren bir iş. Başlarda bu tarafını bilmiyordum ama zorluk çekiyordum. Abbas Kiorastami'den Naomi Kawase'ye, her ülkeden yaratıcıyla çalışabilirim.
'Ceylan'dan teklif gelmedi'
Türkiye'den tanıdığınız ve çalışmak istediğiniz birisi var mı?
Son dönem yönetmenlerinizi bilmiyorum. Nuri Bilge Ceylan'ı tabii ki tanıyorum, birkaç kez tesadüfen karşılaştık ama o kadar. Teklif gelmedi! Bu aralar Japon üstad Kore-eda ile çalışmanın heyecanı içindeyim. Kawase ile “Vision”u yapmak bana iyi geldi. Insanın doğayla ilişkisi üzerine şahane bir varoluş sorgulaması.
Doğayla ilişkimizi nasıl yorumluyorsunuz?
Japonya'daki Şintoizm dini malum doğrudan doğayla ilişkili olduğumuzu söyler. Bence de şu andaki alemde parçalanmış halimizin nedenini doğadan kopmamıza bağlıyorum. Oradaki ormana gittiğimde yeşil alanlar, doğaya yaslamak dinlemek, dokunarak hissetmek, görünmeyenle iletişime geçmek müthiş. Bu çılgın hayatta iyi geliyor böyle şeyler. Ben tatile meraklı değilim çünkü çok sevdiğim bir işi yapıyorum ve gelen teklifleri geri çevirmek istemiyorum. Bir ihtiyaç benim için.
Nasıl bir ihtiyaç?
Sinema yapmak ihtiyacı çok gizemli bir şey. Neden belirli oyuncuyu görüntülemek istiyorsunuz? O sahnede kimi hangi duyguyu kışkırtmak istiyorsunuz, tüm bunların yanıtı müthiş bir şey. Yazmak zaten gözlemlemek demek, kelimelrle olayı anlatmak değil. Bu nedenle sadece senaryoya bakmıyorum, yönetmenin kişiliği de çok önemli. Yoksa sürekli stüdyomda resim yapar, hayatımı öyle geçirirdim. Ama isteyerek kendimi ortaya atıyorum ve kendimi ifşa ederek, sergileyerek bir takım duyguları paylaşmak istiyorum.
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!
- Sette kavga çıkmıştı: Siyah Kalp dizisinde flaş ayrılık