Kavganın Adını Doğru Koyalım: İletişim Özgürlüğü
Yıllardır Türkiye’de “basın özgürlüğü” kavgasını sadece “gazeteciler” yürüttü. Sokaktaki adam bu kavgayı -haklı olarak- üstlenmedi. Oysa kavga “iletişim özgürlüğü” bazında yürütülse yani her birey kendi özgürlüğünün tehdit altında olduğunu hissetseydi “Her yer TAKSİM!” sloganlarını, özgürlüğüne yönelik saldırıların onuncu yılında değil, belki ikinci yahut üçüncü yılında duyardık.
Bu ara yaşadığımız olaylar hem “iletişim”in hem de “iletişim özgürlüğünün” önemini bir kere daha gösterdi:
Gezi Parkı’nı işgal eden gençler, mesajlarının ülkeyi yönetenlere ulaşması için yaklaşık üç hafta bu parkta sabahladılar.
İstedikleri “özgürlükleri” ydi ama sorunları “iletişim” idi.
O olayları izleyen gazeteler, TV kanalları ve öteki kitle iletişim araçları, halka zamanında ve tam gerçeği yansıtan haberler vermemekle suçlandılar.
Kısaca sorun yine “iletişim”di.
Aslında medyamızın “gerçekleri halka iletememek” durumunda kalması, bir “iletişim” daha doğrusu “iletişim özgürlüğü” sorunu idi. Ama çoğunlukla ondan değil, “basın özgürlüğünün yetersizliğinden” söz edildi. Yani konunun özü değil, türevi vurgulandı.
Bu satırların yazarı 1986’dan beri asıl önemli olanın “iletişim özgürlüğü” olduğunu savunur, hatta “basın özgürlüğü kavramının maksadı yanlış ifade ettiğini” söyler. “Basın özgürlüğünden değil, basının da özgür olmasından söz etmemiz gerektiğini” ileri sürer ama bunların arasındaki farkı -belki de kendi beceri eksiği yüzünden- bir türlü anlatamaz.
Eğer bu fark sonucu etkilemese, mesele değil; ister öyle ister böyle olsun der geçersiniz. Oysa kimse üstünde durmuyor ama sonuç da ciddi şekilde etkileniyor. Anlatalım:
İletişimin ilk basamağı, bir gerçeğe/bilgiye ulaştığımız andır. Örneğin ateş sıcaktır, çıplak elle tutarsak yakar. Gerçek budur. Bu gerçeği gerekirse başkasına aktarırız. Aktarmanın adı “iletişim”dir.
Ateşin sıcak ve yakıcı olduğu hükmüne varmamız, o gerçekle ilgili değerlendirmemizdir. Değerlendirmemizi/kanaatimizi dile getirmemiz, gerçeği “yorumlamamız” anlamına gelir.
Gerçeği başkalarına yansıtmak onlara “haber vermek”tir. Bu da “iletişim”dir.
Gerçeği aktarma yahut yorumlama ve bunları hiçbir engelle karşılaşmadan amaçladığımız son noktaya iletebilme ise “iletişim özgürlüğü”dür.
İletişim özgürlüğü istisnasız herkesin hakkıdır.
Ama bunu toplumun bazı kesimleri bireysel bazda değil, kitlesel bazda kullanırlar. Bunlardan iletişim özgürlüğünü “medya araçları” aracılığıyla ve “profesyonel şekilde” kullananlara “gazeteci” denir. Onların hukuk karşısında bireylerden tek farkı, gerçeği yahut gerçeğe ilişkin kanaatlerini geniş kitlelere ulaştırma olanağına sahip bulunmalarıdır.
O nedenle asıl “bireylerin iletişim özgürlüğünü” korumak gerekir. Genelin hakkını korursanız onun içindeki bir kesimin (gazetecilerin) haklarını da korumuş olursunuz. Herkesle birlikte medya, o zaman gerçekten “özgür” olur.
Ama genelin değil de “basın özgürlüğü” kavramını kullanarak “basının özgür olmasını istiyoruz” derseniz, sokaktaki adamı değil gazetecileri ilgilendiren bir sorundan söz etmiş olursunuz.
O zaman sokaktaki adama dönüp “Bak senin için basın özgürlüğü çok önemlidir. Çünkü ancak basın özgür olursa senin haklarını da korur” demek piramidi tepe üstü oturtmaya çalışmaktır.
Nitekim yıllardır Türkiye’de “basın özgürlüğü” kavgasını sadece “gazeteciler” yürüttü. Sokaktaki adam bu kavgayı -haklı olarak- üstlenmedi. Oysa kavga “iletişim özgürlüğü” bazında yürütülse yani her birey kendi özgürlüğünün tehdit altında olduğunu hissetseydi “Her yer TAKSİM!” sloganlarını, özgürlüğüne yönelik saldırıların onuncu yılında değil, belki ikinci yahut üçüncü yılında duyardık. Tüm toplumun gücünü arkasına alan medya da üzerindeki ağır baskıyı bundan birkaç yıl önce önlemiş olurdu.
Demek ki “basın özgürlüğü”nden değil “iletişim özgürlüğünün, basın mensupları tarafından da özgürce kullanılmasından” söz etmek daha doğrudur.
Kaldı ki bugün “basın özgürlüğü” dediğimiz zaman zaten sadece basın mensuplarını değil, özellikle internet medyasını ve onun bir türü olan sosyal medyayı kullananları, yani sayılamayacak kadar çok, fakat “basın mensubu” olmayan kişileri de ilgilendiren bir şey söylemiş oluyoruz.
Sadece bu gerçek bile “basın özgürlüğü” kavramının hem ne kadar demode hem de ne kadar yanlış olduğunu göstermeye yeter.
Ne var ki bu yanlıştan dönülebilmesi için önce akademisyenlerimizin kendi ezberlerinin bozulmasına razı olmalarına, yukarıda söylenenlere itirazları varsa bunu ifade edip tartışmalarına ihtiyaç vardır.
Oktay EKŞİ CHP İstanbul Milletvekili
En Çok Okunan Haberler
- AKP'li Mustafa Varank ölümden döndü!
- Yaralı sayısı yükseliyor!
- Yaş yetmiş
- Erdoğan'dan birçok yeni atama!
- Polis memuru şehit oldu!
- Gazetecilere 'Yenidoğan çetesi' operasyonu
- AKP’li vekiller kendileriyle çelişti
- CHP’yi sersemletme politikası
- Konya'da feci vahşet: Boş arazide katledildi!
- Başdanışman Uçum'dan dikkat çeken açıklama