‘Kendi izini silerek, soyutlanarak iz bıraktı!’

Kaya Tanış’ın Kırmızı Kedi etiketiyle çıkan Burası Orası Değil: Hayalet Oğuz Kitabı - Oğuz Halûk Alplâçin, Yaşamı ve Eserleri başlıklı kitabı, hem edebiyatımızın en aykırı isimlerinden biri olarak anımsanan Oğuz Halûk Alplâçin’in namı diğer ‘Hayalet Oğuz’un yaşamı hem de eserlerinin bütünlüklü bir derlemesi. ‘Hayalet Oğuz’u, “Kurmacanın gerçeğe, gerçeğin kurmacaya aktarıldığı yerin ortasında duran bir karakter” sözleriyle tanımlayan Kaya Tanış ile kitabını konuştuk.

Yayınlanma: 20.05.2021 - 00:04
Abone Ol google-news

HAYALET OĞUZ’UN AKIŞI!

- En bariz, neredeyse akla ilk gelen sorudan başlasak çok mu ayıp olur? Neden Oğuz Halûk Alplâçin’e Hayalet adı takılmış? Haklı bir ad mı bu?

Asla, ayıp değil, aksine çok güzel olur. Öncelikle çok haklı bir lakap demeliyim. Çünkü hakkını çok iyi vermiş Alplâçin. Selahattin Hilav tarafından takılıyor Hayalet lakabı. Genelde birden belirip yine birden kaybolup gittiği ve nerede ne zaman ne yaptığı pek kestirilemediği için bu ismin verildiğinden bahsedilir.

Bu doğrudur da, ancak şurayı da açmalı, aynı zamanda yakalanamayan bir karakterdir Alplâçin. Yakalamak için görmeli, ama hayalet görünmezdir. Görünmez olduğu kadar geçişken. Ben akış diyorum buna, Hayalet Oğuz’un akışı bu.

Kendisi ve diğerleri arasında olduğu kadar, geçmişi ve şimdisi arasında da sadece kendisinin yarattığı, koruduğu ve hâkim olduğu bir akışı işletiyor. Daima.

‘GERÇEK BİR EDEBİYAT İNSANI KARŞIMIZDAKİ’

- Sizi onun hayatını yazmaya yönelten asıl sebep neydi? Ve tabii kaç sene sürdü bitmesi? Nasıl bir yolculuktu; edebiyata mı yakındı, dedektifliğe mi?

Tesadüfü bir karşılaşma diyebilirim buna burada. Ama daha sonra bu tesadüfün benim tarafımdan bir tesadüf olarak kabul edilmeyişi beni Hayalet’e yakınlaştırdı. İnkârla kurulmuş bir birliktelik. Ona bakmamı sağladı, sonra da bu onu daha yakından görme gibi bir gerekliliğe vurdu kendini.

Hayalet’le üniversite yıllarında Tezer Özlü’nün hikâyesiyle tanıştım. Sonra gerçek bir kişi olduğu bilgisine ulaştım. Oradan alırsam, Hayalet’le tanışmam yirmi yıla yakındır. Ama onun peşinde olmam, kestireyim, bu kitabı çatmaya başlamam 12 sene evveldir.

Arada kopuşlar oldu; kimi zaman tedirginlik nedeniyle, kimi zaman yılgınlıktan kaynaklı kopuşlar.

Nasıl bir yolculuktu? Elbette edebiyatın içinden geçen bir yolculuk. Beni sadece yormadı, aksine yetiştirdi de Hayalet. Ustam kabul ettiğim bir gerçekliği vardır: üzerimde hakkı vardır. Hem dönem okumalarında hem peşinden giderken beni saptırdığı yerlerde çok şey gördüm, öğrendim.

O dönemi, o dönem ilişkilerini, en çok da o dönem yazımını. Bu nedenle edebiyatın içinden, derinden giden bir zamandı.

Hafiyelik daima vardı. Oyun vardı bir kere. Oyunbaz bir insan karşımdaki, ben bozmaya çabalıyorum. O yüzden hafiyelik şarttı. Bu kaçınılmaz! Ama ne var, bu hafiyeliği en çok besleyen de Hayalet’in kendi yazdıkları üzerinden iz aramaktı. Yani yine edebiyat. Hep diyorum bu nedenle, karşımızda hakiki bir edebiyat insanı var. Çok gerçek!

‘HAYALET OĞUZ’A DAİR HER ŞEY BU KİTAPTA’

- Hayalet Oğuz hakkında, Sezer ve Orhan Duru’nun hazırladığı “O Pera’daki Hayalet” adlı bir kitap daha var. Sizin kitabın nasıl yenilikler içerdiğinden de bahsedelim mi biraz?

O Pera’daki Hayalet’in Hayalet Oğuz’un günümüze aktarılmasında payı önemlidir. Ben de birincil kaynak olarak kullandım. Öte yandan derine inme imkânı bulamayan, “eldeki” malzemenin yine eldeki şartlarla çatıldığı bir kitaptır. Bunları çokça gidermeye çalıştım.

Burası Orası Değil bir anı/hatırlatma kitabından ziyade öncelikle bir biyografi kitabı. Hayalet’in bilinmeyen, daima merak edilen geçmişini aralayan, gösteren bir yapısı var. Hiç bilinmeyen annesi, nerede neler yaptığı, aile ilişkileri, çocukluğunu nasıl bir ortamda geçirdiği ve bunun kişiliğine etkileri ilk kez ortaya çıkmış oldu. Bu kitabın bir yanı.

Diğer yanı ise Hayalet Oğuz’un eserlerini bir araya getiren tek kitap olarak ortaya çıkması. Yazdığı şiir, hikâye, fıkra ve yazılarla birlikte şimdiye kadar yazdığı/hazırladığı tüm kitaplar, çevirdiği tüm kitap ve dergilerde yayımlanan hikâyeler ilk kez kayıt altına alınmış oldu. Kitabın sonundaki bibliyografyada bir bütün olarak görebiliyoruz Hayalet’i.

Aynı zamanda Dünya Sarsılıyor Rock’n Roll’ün orijinalinde olmasına rağmen sonraki basımlarda atlanılan tüm fotoğraflar ve bunlara dair yazılar da ilk kez ortaya çıktı. Ayrıca yazdığı ve çevirdiği kitapların kapakları da bu bütüne dahil oldu. Buradan baktığımızda nasıl bir kitap sorusuna Hayalet Oğuz’a dair her şeyin bir arada olduğu tek kitap yanıtını rahatlıkla verebilirim.

KURMACAYLA GERÇEK ARASINDA BİR DAHİ!

- Edebiyatımızdaki yerini nasıl yorumlarsınız Hayalet Oğuz’un? Bu konuda da farklı görüşler olduğunu anlıyoruz.

Karakterdir bir kere. Kurmacanın gerçeğe, gerçeğin kurmacaya aktarıldığı yerin tam ortasında durur Hayalet Oğuz. Zordur. Bu nedenle edebiyatımızdaki yeri de zordur. Bu zorluğun farkında olan insanlar vardır; Leylâ Erbil gibi, Tezer Özlü gibi, Demir Özlü gibi. Onlar Hayalet’i sadece derinden görmemiş, aynı zamanda kendi gerçeklikleri ile onun arasındaki geçişi işaret etme cesareti göstermişlerdir.

Hayalet edebiyatın içinde sadece üreterek değil, bedeniyle olsun zihniyle olsun bu üretimlere sızarak var olmuştur. Başkalarının üretimleri içerisinde kendine yer bulmuştur. Bu kolay olmasa gerek. Kendi izini silerek, kendini soyutlayarak iz bırakmıştır.

Hayalet Oğuz zekânın, oyunun, ama hepsinden bir yana direncin ve haysiyetin yekvücut hâlini yansıtmıştır. Edebiyattaki bu yerini buradan almak gerek.

Ha şimdi anlıyoruz ki mesele sadece üretimse şayet, yirmi senede 170 küsur kitaba imza atmış, bu o zaman bilinmiyordu. Bilinse de ihtimal önemsenmezdi. Bu çalışkanlığı göstermek şöyle dursun, aksini yapmış, görmemiş dahi. Bu tavrın önemini ne yapacağız?

- Bazı çevirilerini imzalamadığı halde kitaba dahil etmişsiniz. İmzasını atmadığı işlerini nasıl tespit edebildiniz? Neydi size ‘Bu kesin onun olmalı’ dedirten şey? Biraz onun üslubunu da anlamak açısından soruyorum.

İlk, oyunlar diyebilirim buna. İmza olarak kendi adını atmamış ama babasının adını yahut geniş ailesinin soy adını alarak yazıp çevirdiği kitaplar olmuş. Elbette bunları hayatını içinde epey zaman geçirdiğim ve onu yakından tanıdığım için tespit edebildim.

Diğer kitaplar ise hem sizin de dediğiniz üsluptan kaynaklı hem de kendi yaşamından yansıtmaların yoğunluğundan dahil oldular bütüne. Bunun içinse Hayalet’in ismini açık ederek yazdığı hikâyelerin ve kitapların izinden gitmek, onların içindeki anahtarları tespit etmek gerekiyordu.

Hayalet için “anne”, “üvey evlatlık” “tekbaşınalık” önemli meseleler. Bunlar üretimlerinde gizlice yer bulmuş.

Öte yandan çevirilerindeki üslup, dili aktarma biçimi dönemindeki benzer birçok çeviri kitaptan (polisiyelerden bahsediyorum) farklı. Hem saydığım bu anahtar kelimeler/aktarımlar hem de çevirilerindeki “yılan dişi, yılan ısırığı, kırbaçlama, kamçılama” gibi kimi kalıp hâline gelen ifadeler iz sürerken belirleyici oldu.

İmzasız kitaplar bu izler üzerinden diğer kitaplarıyla (imzalılarla) karşılaştırıldıktan sonra girdi kitabın içine. Bu nedenle kitapta hem cümle cümle hem de sayfa sayfa bu karşılaştırmaları belirtip bunların neden Hayalet’in işi olduğunu “kanıtlarıyla” gösterdim.

Ayrıca Hayalet’e uzak olmayacağını bildiğim bazı durumlarla karşılaşmakta bu tespitlerde belirleyici oldu: Misal kendi adıyla yazdığı bir kitaptaki bir “dövüş sahnesini”, başka bir yıl başka bir isimle yazdığı/çevirdiği başka bir kitapta da kullanıyor. Karşımızdaki bir oyunbaz, ama oyunu bozmak isteyen için de oyunun anahtarını yerleştirmiş. O kadar usta bir oyunbaz!

- Sizce ona ait olan ve hala bulunamamış eserler var mıdır bir yerlerde?

Bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim. Burası önemli. Ben hem kitabın ön söz’ünde hem de “Giriş Niyetine” diye devam ettiğim bölümde “hâlâ Hayalet’ten kalan bir şeyler var, bunu biliyorum, bitmedi devam edecek” dedim. “Bitmeyecek”, ne peki?

Mesela kitap bitti ama mezarı orada öylece yalan yanlış kaldı, bu düzelecek, mesela yaşadığı apartmana işaret verilecek, mesela Hayalet’e dair anmalar, etkinlikler olacak, mesela onun adına kurulacak bir internet sitesinde tüm çevirileri yayınlanacak. Bunlar kitaptan sonraki projelerden bazıları.

Ancak buna burada bir açıklama yapmam gerekiyor. Artık gerekiyor. Arşiv çalışması yapan herkesin bildiği bir şeydir; bu tür çalışmalarda bir sürpriz olabilir, yıllar da geçse bir yerlerden bir şey çıkabilir. Hatta harika olur.

“Bu asla olmaz” demek sadece iş bilmezlik değil, kabalıktır da. Ben daima bu kabalıktan uzakta durmaya çalıştım. Ve bu nedenle olur a böyle bir şeyler olursa bundan mutlu olacağımı ama mahcup da olacağımı yazdım.

Bunun böylesi işleri yapan kişilerin bir kibri olarak değil, olması gereken bir tevazusu olarak anılmasını, görülmesini dilerim. Ancak memlekette tevazu her zaman yerini bulmuyor. Evet, tevazu gösterildiği gibi, geride çekilebilen bir şey.

Bu nedenle şimdi biraz geriye yaslanarak konuşmak isterim: Ben Hayalet’in gerek yaşamı peşinde gerekse arşivlerde kalmış işlerinin peşinde çalışırken “kabasını almadım”, kazıdım! Geriye bir şey kaldıysa ve birileri çıkıp “işte” derse baş tacı yapar, bütüne dahil eder, teşekkür ederim. Sorunuzu şimdi yanıtlamam gerekirse, Burası Orası Değil “eksiksiz” diyebileceğim bir yapıya sahiptir.

Ha şunu da söylemek isterim tabii, eksik olmasın: elimde üç kitap var, iki yıldır onların Hayalet’in olup olmadığını çözmeye çalışıyorum. Diyorum, oyunu seviyorum, bu nedenle bitmez diyorum, bitmesin istiyorum. Neticelendirirsem her şey biter!

- Onun hakkında yazılanları okudukça ortaya karmaşık bir portre çıktığını görüyorum. Sanki her anlatılanla birlikte daha da silikleşen bir Hayalet var; ayrıntılar çoğaldıkça belirginleşen değil aksine daha da gizemli hale bürünen bir karakter… Benim kuruntum mudur bu?

Aslında çok doğru, aynı kuruntuya sahibiz. Daha doğrusu bu kuruntu besledi beni. Ona dair anlatılanlar bir bütünü işaret etmekten çok onu daha da parçalara ayırmış daima. Ayırdı. Bu nedenle zaten gizemli olan bir karakter, üstüne bir de karman çorman bir hâle gelmiş oldu.

Bunda Hayalet’in payı herkesten çok ama, bunu söylemem gerek. Bir kere tutarlı değil, anlattıkları tutarlı değil. Aynı hikâyeyi birden fazla kişiye birden farklı şekilde anlatıyor. Bunun fark edildiğini bilmesine rağmen önemsemediği anlar da oluyor. Bu nedenle tüm bu anlatımların çelişkilerini gidermek istedim, ancak böyle böyle bahsettiğiniz silikliğin giderileceğini gördüm.

- Sizin yazdıklarınız da okuyunca aklıma Borges’in Pierre Menard’ı ya da mesela Paul Auster’in Hector Mann’ı hatta belki Woody Allen’ın Zelig’i gibi kurmaca karakterler geldi. Hayalet Oğuz’un da kurmaca bir karakter olmadığından emin miyiz, sizin ve birçok başka yazarın kolektif bir yaratısı olmasın sakın?

Öyle bir yerden sormuşsunuz ki hakikaten Hayalet oralara da sızmış olmasın dedim kendime. Pierre Menard daha yakın durdu nedense, bilmiyorum belki de Hayalet’in geçmişiyle olan savaşı neden oldu bunu düşünmeme. Kazanamayacağı kesin de olsa savaş baki! Hatta Don Kişot’un atı vardı bir kere, Hayalet hepten yayan. Daha cesur yani!

Neyse, amma abartmış diyecekler! Gerçi mızrak ve Sancho Panca gerçeği de var, Hayalet hepten eli boş ve kimsesiz! Bize gelince zihnimde şimşekler çakmaya başladı… Leylâ Erbil ile Tezer Özlü harika bir kurmaca karakter yarattıkları için Hayalet’ten, buna inanılmaz meyilli bir yapı var tabii.

Soru o kadar güzel geldi ki yanıtı düşüneyim derken nasıl bir oyun kurmalı düşüncesine kapılıyorum şu an. Hatta buradan çıkamıyorum. Ama bir dakika, ya biz gerçek değilsek, Hayalet tarafından kurulup bırakılmışsak ve “misal” şu üç kitap da tespit edilince ben Hayalet tarafından imha edilirsem?

- Bu arada Cumhuriyet gazetesine verilen ölüm ilanında adının yanlış yazıldığını görüyoruz. İronik bir dipnot çıkabilirdi bundan sanki..

İtiraf etmek gerekirse hiç düşünmedim bunu. Gazetedeki yanlışı fark ettim tabii, ama belirtme gereği de duymadım. Belki o dipnotu burada siz düşersiniz ve örgüte katılırsınız böylelikle olmaz mı? Hayalet sizinle de çoğalmış olur hem…

- “O Pera’daki Hayalet”in girişinde “Hayalet Oğuz, kendi yaşamını bir sanat yaptı haline getirebilmiş ender insanlardan biriydi” diye yazıyor. Katılır mısınız bu cümleye ve eğer öyleyse nasıl bir sanat yapıtıdır bu hayat?

Kesinlikle katılırım tabii. Kurmacaya kendi yaşamını katmış. Bu az şey değil. Cesaret, fedakârlık, direnç var bir kere. Öte yandan kendini yok eden, yok etmeye meyilli, koşullu bir sanat yapıtı bu. Yıkım üzerine kurulmuş bir hayat, bir yaratım.

Orhan Duru bunu en yakından gören insanlardan, bu yüzden müthiş bir tanımla kavrıyor Hayalet’i. Yıkımdan var olan bir yaşam, ama kendini acındırmadan ortaya getirilen bir yaratım var. Hesaplardan sıyrılmış, “önemlerden” aşmış bir kavrayış var Hayalet’in yaşamında ve sanatında.

Bu yüzden gözü pek, bu yüzden acımasız da, sakınmıyor. Yinelemekten bıkmam: bu yüzden “ısırıyor!” Kısacası güleryüzlü bir sanat yapıtı değil onunki, derinleri işaret etmek yerine yüzeyde kalmayı göze alıp, o dengede duran bir yapı. Batmaz, ama itilmez de!

- Son olarak; ihanet meselesine de değinelim mi? Benim de okurken çok takıldığım bir konuydu bu. Onu, yani görünmezliği belki de en büyük silahı olan hayaleti görünür kılmak… Kitap da çıkıp okurla buluştuğuna göre, şimdi bu ihanet konusunda ne düşünüyorsunuz?

Sıkıntısı büyüktü elbette, ama bunu görmezden gelmekten başka yapacak bir şey yoktu benim için. Bırakamazdım! Ama şu var, bunu göze almamdaki tek neden onu göstermek, gerçeğiyle göstermek, hakkını vermek istemekti.

İhanet bir noktada ortaklaşa verilen bir karardı, yüz yüze gelerek yapmadık bunu belki, birbirimizi hiç görmedik, tanımadık; ama illa birinin ihanet edeceği belliydi. Daha önce de dedim, insan yakınındakine ihanet eder. İçine girdiğin hayata, olduğun duruma, vardığın insana ihanet edersin.

Ben bunca yıldan sonra Hayalet’in kıyısına vardığımı gördüm, gördükten sonra da yapacak bir şey yoktu. Bununla yaşamayı göze almak da belliydi benim için. Bundan caymadım, kabul ettim. Bu nedenle şimdi ne diyebilirim: pişmansızım!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler