Kendimi okurken buldum: Genç kalemler

Cumhuriyet gazetesinde Işık Kansu eşgüdümünde Genç Yazın diye bir sayfanın varlığı dikkatimi çekmişti ama gençlere güvenmediğim için o sayfayı hiç okumamıştım...

Kendimi okurken buldum: Genç kalemler
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 24.06.2021 - 13:20

Beni de herkes gibi yaşlılar büyüttü. İnsan çocukken, gençken bırakın ninesi, dedesi, ona annesi babası bile yaşlı gelir. Ayrıca sanki çevremde yaşlılar da çoğunluktaydı ya da bana öyle geliyordu. “Şimdiki gençler şöyle, şimdiki gençler böyle” diye başlayan cümleleri çok duydum. Gençleri beğenmemeyi en birinci yaşlılık belirtisi olarak görürdüm. Ben öyle yapmayacağım derdim ama bir gün geldi baktım gençlere söylenmeye başlamışım. En başta Türkçelerini beğenmiyor, öyle söylenmez, böyle denmez diyorum. Hepsinin sosyal medyacı olduklarını, kendilerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmediklerini, toplumsal sorunları umursamadıklarını, derin düşüncelerle zaman kaybetmek istemeyerek yuvarlanıp gittiklerini düşünüyorum.

Onları beğenmememin kuşaklar arası çatışmayla ilişkisi yok, hayır, ben yeni kuşaklara “kayıp kuşaklar” gözüyle bakıyordum. Ülkemizde hangi akla hizmet etmek için öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarının kapatıldığını anlayamamışken bir de üniversitelerdeki eğiticilerin -hatta rektörlerin- cehalet övgülerini duydukça, çalıntı tezlerle doktoraların alındığını, çalıntı sorularla sınavların kazanıldığını, atamalarda niteliğin hiç dikkate alınmadığını, kayırmacılığın akıl almaz boyutlara ulaştığını öğrendikçe, dükkân açar gibi üniversitelerin açıldığına tanık oldukça hem eğitimden hem de gençlerden iyice umudumu kesmiştim. Cumhuriyet gazetesinde Işık Kansu eşgüdümünde Genç Yazın diye bir sayfanın varlığı dikkatimi çekmişti ama gençlere güvenmediğim için o sayfayı hiç okumamıştım. Kim bilir ne acayip ve beni hiç ilgilendirmeyecek şeyler yazıyorlardır demiştim. 29 Mayıs tarihli gazetede yine aynı sayfaya nedense şöyle bir göz atarken kendimi ciddi ciddi gençleri okurken buldum.

Sayfada iki deneme, bir öykü, bir de şiir vardı. Dünya dışı şeylerle ilgilendiklerini düşündüğüm gençlerden biri, Kaan Eroğuz, “Mumcu’nun Meşalesi” başlıklı bir deneme yazmış. Eroğuz sanki bana yanıldığımı göstermek ister gibi Uğur Mumcu’yu, önemsenmesi gerektiğini düşündüğü bazı özellikleri için yüceltiyor, Kant’ın aydınlanma tanımını -“Kendi aklını kullanma cesareti” tanımını- anımsatır biçimde, Uğur Mumcu’yu aklını başkasına kiraya vermediği, kendi aklını kullanmak için bilgi sahibi olması gerektiğini bildiği ve bildiklerini söyleme cesaretine sahip olduğu için övmüş. Ayrıca kendisinin de aklını kimseye emanet etmeyen biri olduğunu ve aklını kullanma cesaretini gösterdiğini de ben söyleyeyim. Kendi deyimiyle, “Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığının ‘ilericilik’ olduğunu” söyleyenlerin cin fikirliliklerine kanmamış. Yani kendi aklını kullanmış, bilgilenmeye çalışmış, demek değil midir bu?

İkinci deneme yazısında Kerem Demirtürk kendi iç sorgulamalarını aktarmış. Basit görünen bir soruyla başlıyor: “Bir insan olarak ne yapıyorum?” Bu sorunun kendisi bile bir insan olarak bir şey yapmamız gerektiği düşüncesini içinde barındırıyor. İnsanlar zaten hep bir şey yaparlar, giderler, gelirler, otururlar, kalkarlar, yazarlar, çizerler diyeceksiniz ama “var olmak” için yapmaları gereken “o şey” ne? Kerem Demirtürk sorduğu bütün soruları, verdiği bütün yanıtları eledikten, insanların hayattan -para, saygınlık, onay gibi- beklentilerinin hepsini sayıp döktükten, bunları hiç küçümsemediğini belirttikten sonra hâlâ yanıtlanmadığını düşündüğü soruya geliyor. “Şöyle ya da böyle, bir şekilde var olduk ve yok olacağız” diyor. İnsanların yok olmaktan korktuklarını ekleyerek soruyor: “Ama var mısın ki yok olmaktan korkuyorsun?” Var olmanın hakkını vermek için ne yapmamız gerekir? Atalarımız, “Soran dağları aşar, sormayan düz ovada yolunu şaşırır” demişler.

Bensu Çankaya’nın “Mona Lisa” adlı kısacık öyküsü için bir şeyler söyleyerek öyküyü ziyan etmek istemem. Öyküsüne malzeme seçmekte, o malzemeyi işlemekte, boyutlandırmakta, derinleştirmekte öylesine başarılı ki şıpınişi çözümlemeye kalkışmayacağım. “Felsefeci” başlıklı şiirin yazarı Ece Saraçoğlu “Düşünmek ister felsefeci” diye başlamış şiirine. Bereket versin düşünmek isteyenin düşünmesini engelleyebilecek güce sahip biri bugüne kadar anasından doğmadı. İktidarlar, istedikleri kadar “Sakın kendi başınıza bir şey düşünmeyin, biz size neyin ne olduğunu söyleriz” deseler de düşünmek isteyeni engelleyemiyorlar. Gazetede genç kalemlere bir sayfa ayırmayı kim akıl ettiyse çok iyi etmiş. Düşünen gençler genelde yazmak da ister.  


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler