Küçük dünyaların büyük yönetmeni
Memduh Ün, bu kez sinemaseverlerin ve sinema eğitimi alan öğrencilerin ilgisiz kalamayacakları Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor adlı kitapla çıkıyor karşımıza.
Uzun bir sinema serüveninin ardından, 1994 yılında, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi-Sinema Televizyon Bölümü'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan ve on beş yıl boyunca öğrencilerle sinema birikimini paylaşan Memduh Ün, geçen yılın sonlarında omurgasında oluşan bir rahatsızlık nedeniyle okulu bıraktığında, sinemada geçen günlerini kitaplaştırmayı düşünmüş ve böylelikle 1954-2005 yılları arasında, yönetmen olarak gerçekleştirmiş olduğu filmlerini ve bu filmlere dair gerçekleri; oyuncu, senarist, görüntü yönetmeni ve sinemaya gönül vermiş dostlarıyla yaşadıklarını, paylaştıklarını tüm içtenliğiyle yansıttığı Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor ortaya çıkmış.
Bir ömür sinema
Memduh Ün bu kitabı yazarken filmlerini yeniden izlediğini belirtiyor sunuş yazısında: "Ne yazık ki negatifleri belediye depolarında yanmış veya kaybolmuş beş filmimi yeniden görme olanağım olmadı. Filmlerimi yıllar sonra izlerken olabildiğince mesafeli ve nesnel olmaya çalıştım ama bunu ne kadar başardım, bilemiyorum. Umarım sinema tarihimize alçakgönüllüce de olsa bir katkıda bulunmuşumdur gözlemlediklerimle, aktardıklarımla."
Yetmiş iki filminin oluşum serüvenini anlattığı kitabının gölgede kalmış kahramanı ise önemli sinema adamı, arşivci ve eğitimci Sami Şekeroğlu: "Ama önce ellili ve altmışlı yıllarda, filmleri koruma koşullarımızdan söz edeyim biraz. Altmışlı yıllarda, benim ve bazı yapımcıların filmleri Acar Film Stüdyosu'nun bahçesindeki, üstü oluklu sacla örtülü salaş depolarda güya korunuyordu. O günlerde biz negatiflerin fazla bir değeri olduğunu düşünmezdik. İtfaiye yasalarına göre, belediye depolarında korunması gereken filmlerimiz sık sık çıkan yangınlarda kül olup gidiyordu. Bu ortamda, Sami Şekeroğlu tamamen kendi çabasıyla 1962 yılında Sinema Arşivi'ni kurdu. Türk Sineması'na büyük bir hizmetti bu''
Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor, Memduh Ün'ün 1954-2005 yılları arasında yönettiği filmlerini yeniden izleyip değerlendirdiği bir kitap olduğu kadar, insan ilişkilerini ve kişisel dünyasını da okuyucu karşısına çıkaran önemli bir çalışma. Ben sevdiklerim için yazı yazamıyorum; bu tanıtma yazısını hazırlarken bir kez daha anladım bunu. Babam Bülent Oran'ın ölümünden yedi ay önce yayımlanan Senaryo Bülent Oran adlı kitabı için de yazmamıştım. Olmuyor. Kalbim, kalemime söz geçiriyor; oysa bir kitap tanıtımında nesnel olmanız gerekiyor. Bu nedenle, sert görünüşünün altında altın gibi bir kalp taşıyan çok sevgili, çok değerli sinema yönetmeni, oyuncusu ve yapımcısı Memduh Ün'ün sinemaseverlerin başucu kitabı niteliğindeki bu önemli kitabından seçtiğim iki filmle taçlandırıyorum yazımı.
"1954- Düşman Âşıklar: Yönetmen: Memduh Ün-Mehmet Muhtar/ Eser: İlhami Sefa/ Foto Dir.: Turgut Ören/ Müzik: Plak/ Oyuncular: Mine Coşkun, Nazım İnan, Hasan Ceylan, Hüseyin Güler/ Yapımcı: Coşkun Film.
1954 yılında çektiğim Yetim Yavrular filmi yapıtlarım arasında yönetmen olarak çektiğim ilk filmim gibi gözükür, oysa yanlış bu. Öncesinde Düşman Âşıklar adlı bir film çekmiştim, ama afişte yönetmen olarak Mehmet Muhtar'ın adı yazıldı. Başoyuncu 'Mine Coşkun' takma adıyla filmlerde oynayan Münevver Coşkun'du. Münevver Coşkun ablası Mukaddes Coşkun'la beraber sahneye çıkan, Malatya kökenli ünlü türkücülerdendi.
Dr. Arşavir Alyanak'la 1951'de kurduğumuz Yakut Film'in Hayat Acıları ve Onu Ben Öldürdüm filmlerinde Mine Coşkun'la başrolleri paylaşmıştık. Sinemacı olarak bana çok güvenirdi. 1954 yılında Dursun adlı kişiyle birlikte kurdukları Coşkun Film'in ilk filmini benim çekmemi istedi. Bir konu seç ve iyi bir film yapalım, ben de başrolü oynayayım, dedi. Yönetmen olarak ilk filmim olacaktı, ama kendime çok güveniyordum. O güne kadar üretilmiş en iyi filmimi yapacağıma inanıyordum.
Ünlü yazar Peyami Sefa'nın ağabeyi İlhami Sefa'nın, Doğu'da geçen ve bir kan davasını anlatan Hacı Şakir Ailesinin Esrarı başlıklı romanını seçtim. Senaryoyu kimin hazırladığını hatırlamıyorum, ama çoğu filmimde olduğu gibi, birçok bölümünü sette kendim yeniden yazmıştım zaten.
Filmin hikâyesi karda kışta, doğuda geçiyordu. Ama Doğu'ya gitmedik, daha ekonomik olması açısından, olaylar Doğu'da geçiyormuş gibi Uludağ'ı seçtik. Uludağ'da o dönemde yalnızca Büyük Otel vardı, ama çok pahalı olduğundan Kirazlı Yayla'da bir motelde kalmıştık. En iyi filmi yapacağım duygusuyla ekibe müthiş eziyet ettim çekim süresince. Sabah saat beşlerde kaldırıyordum herkesi, altı sularında işe çıkıyorduk.
Ağırlıklarımızı, ışık, kamera ve set malzemelerimizi kızaklara yüklüyorduk. Set ve kamera ekibi karda bin bir eziyet içinde, zorlukla çekiyordu kızakları. Her taraf karlı çam ağaçlarıyla doluydu; her yer birbirine çok benziyordu, ama acemiliğimden her plan için üç yüz, beş yüz metre ötelerde bir yer buluyor, malzeme yeniden kızaklara yükleniyor, bu eziyet paydos saatine kadar defalarca tekrarlanıyordu. Bu eza ve cefaya dayanamayıp küçük rollerdeki oyunculardan ve set ekibinden işi bırakıp gidenler olmuştu.
On dokuz gün çalıştım, yapımcının parası bitti; İstanbul'a döndük, para bulundu. Sonra yeniden Uludağ'ın yolunu tutup bir on günlük çalışma daha yaptık. Etti yirmi dokuz gün. İstanbul'a döndüğümüzde dahili sahneler kalmıştı çekilecek. İki üç gün de bu sahnelerle uğraştık. Etti otuz iki gün. Ama film hâlâ bitmemişti. Bir de Uludağ'daki bazı mekânları filmde hem karlı, hem de karsız görmemiz gerekiyordu. Bu nedenle karda çektiğim sahnelerin yaz geldiğinde çekilecek karşılıkları da kalmıştı. Bunlar filmde iki kısım kadar yer tutuyordu. Bir ara daha verdik ve bu arada negatifler yıkandı, iş kopyası basıldı. Benim kurgu bilgim vardı, kurgulamaya oturdum. Bitirdiğimde, değil en iyi filmi çekmek, o güne kadar ülkemde üretilmiş en berbat filmi yapmış olduğumun ayırdına vardım dehşetle ve ciddi bir şoka girdim. Filme devam edemeyeceğimi anlamıştım.
Gittim Mine Coşkun'a; 'Ben kalan sahneleri çekmeyeyim, almam gereken paradan da vazgeçiyorum' dedim. Senaryoyu da size teslim edeyim, başka bir yönetmen tamamlasın, diye de ekledim. İsmimin jenerikte yazılmaması koşuluyla yeni bir anlaşma yaptık. Benden kurtulacakları için çok sevindiler ve filmi Mehmet Muhtar tamamladı. Düşman Âşıklar filmi sinemalarda da çok kötü iş yaptı, hiçbir ticari başarı sağlamadı ve hatırladıkça utandığım kötü bir deneyim olarak yer aldı meslek yaşantımın içinde. Bugün için filmi görmek olası değil, belki belediye depolarında çıkan yangınlarda yandı ya da gümüş çıkarmak için katillerin(!) elinde birçok negatif gibi yok oldu gitti."
Uyarlama
"1964-Halk Çocuğu: Senaryo: Atıf Yılmaz (Frank Capra'nın Mr. Deeds Goes To Town adlı filminden uyarlama )/ Foto Direktörü: Mustafa Yılmaz/ Diyalog: Bülent Oran/ Müzik: Plak/ Oyuncular: Ayhan Işık, Fatma Girik, Sadettin Erbil, Bedia Muvahhit, Feyzi Tuna, Birsen Menekşeli, Devlet Devrim, Natuk Baytan, Handan Adalı, Atıf Tuna, Danyal Topatan, Savaş Tuğ, Memduh Alpar, Faik Coşkun, Hakkı Haktan, Nuri İnal, Haluk Orçun, Nubar Kamçılı, Turan Aksoy, Zeki Tüney, Hamdi Şarlıgil/ Yapım: Uğur Film
Gary Cooper'ın başrolde oynadığı, Frank Capra'nın yönettiği (Mr. Deeds Goes To Town) adlı filmi izlemiştim gençliğimde ve çok etkilenmiştim. Sinemalarda Bakir Delikanlı ismiyle oynamıştı. Ayhan Işık'la bir uyarlamasını yapmak istedim. Orada Gary Cooper tuba çalıyordu, biz tuba bulamadığımız için Halk Çocuğu ismini koyduğumuz filmde Ayhan'a tubanın daha eski modeli olan susafon çaldırdık.
Filmin senaryosu da Capra'nın filmiyle bire bir örtüşmüyordu. Ama Ayhan, Capra'nın filminde olduğu gibi kasabada yaşayan, itfaiyecilik yapan, becerikli, yakışıklı, herkesin çok sevdiği, bandoda susafon da çalan birini oynuyordu. Ayhan Işık seyircisinin beklentisi doğrultusunda birkaç kavga ve dövüş sahnesi de eklemiş olmalıyız.
Filmi tamamlayıp da kopya basıldığında, Arzu Film'in sahipleri olan Nahit Ataman ve Ertem Eğilmez'le birlikte seyrettik. Ertem heyecanlanmıştı, yanaklarımdan öptü, tebrik etti. Filmi nasıl uyarlamamız konusunda birkaç gün konuştuktan sonra Halk Çocuğu'nun senaryosunu Atıf Yılmaz, İzmit yolundaki, Kırk Küçük Anne'yi çektiğimiz Pina Motel'de yazdı, diyalogları Bülent Oran üstlendi.
Filmi yıllarca sonra seyrettikten sonra hiç beğenmiyorum, ama Kısmetin En Güzeli, Belalı Torun, Çapkın Kız kadar da kötü bulmuyorum. Filme kaynaklık eden senaryonun dramatik yapısı sağlam çünkü.
Ayhan'ın filmlerini izleyen belli bir seyirci vardı. Onun adı bile bu kitleyi sinema salonlarına sürüklüyordu. Ayhan bir tür sigorta ya da emniyet sübabıydı. Bu nedenle bütün uğraşım ona ilginç konular bulmaktı. Bakir Delikanlı'dan yola çıktığımda da Gary Cooper'la Ayhan'ı örtüştürmüştüm. Gary Cooper kasabada yaşamasına karşın görünümüyle şehirli bir tipti. Bu nedenle Ayhan'ı da incecik bıyıkları, fiyakalı saçlarıyla, şehirli bir görünümde oynattım. Ama iyi olmamış bu. Ayrıca filmdeki tiplerin hepsi karton kalmış. Karikatürden fırlamışlar sanki. Bir de Ayhan'ın onca kalabalığı başına toplayıp para dağıttığı sahnede saçımı başımı yoldum. Paraları neden bir hayır kurumuna bağışlatmamışım diye. Halk Çocuğu'nda çok ilginç bir şey yapmışım, hem de çok az görülür cinsten bir şey: Altı seçkin yönetmeni filmde oynatmışım. Feyzi Tuna, Erdoğan Tokatlı, Natuk Baytan, Tunç Başaran, Halit Refiğ bir de ben. Feyzi filmde asistanımdı. Erdoğan ve Tunç daha önceki asistanlarımdı. Halit de mahkeme sahnesinde doktor rolü oynamıştı. Ama her şey denk gelmiş de bir araya toplanmışlar; özel bir düşüncem olmamıştı bu konuda.
Filmlerimde mahkeme sahnelerini genelde hareketli çekiyorum, bu kadar yıl geçtikten sonra nesnel gözle değerlendirmeye çalıştığımda, aslında durağan ve sıkıcı olan bu sahneleri iyi çektiğime karar verdim. Bizde avukat dolaşamaz mahkeme salonunda, yasalar engellemiştir çünkü. Ama benim filmlerimde yürüyor, deviniyor. Böylece bir ölçüde durağanlıktan kurtarıyorum bu sahneleri. Belki de Amerikan filmlerinde izlemiş olduğum duruşma sahneleri belleğimde çok yer ettiği için kahramanları böyle dolaştırıp hem onları, hem seyircileri havalandırıyor, rahatlatıyorum.
Gazeteci kız rolünde Fatma Girik her filmde olduğu gibi başarılıydı. Avukat rolünü oynayan Sadettin Erbil benim dostumdu, severdik birbirimizi. Erbil ünlü şovmen Mehmet Ali Erbil'in babasıydı. Sayısız filmimde oynamış, sayısız jönü seslendirmişti. Tiyatroda oynadığı günlerde bana yer ayırtır, davet ederdi. İyi bir oyuncuydu. Tipi, boyu bosu senaryodaki insana uyuyordu. Çünkü yumruk yiyecek insanın kısa boylu olmasını istemezdim ben; yapılı kişiler dayak yediğinde etkili oluyor. Bir sinema dehası olan Charlie Chaplin'in filmlerinde de bu açık seçik görülür, kötü olaylar hep iriyarı ve çok şişman adamların başına gelir.
Bedia Muvahhit tiyatroda da, sinemada da iyi oynayan bir sanatçıydı. Padişahlık döneminde ilk sahneye çıkan kadınlardan biriydi. Birsen Menekşeli'yi berbat oynatmışım. Yaptığı komiklikleri korkunç buldum. Denetimimden kaçırmışım. Saf kız olsun derken, iyice karikatürleştirmişim. Handan Adalı'yı ilk kez Ferdi Tayfur'un yönettiği İstiklal Madalyası (1948) isimli filmde başrolde izlemiştim. Güzel bir kızdı. O günlerde kendisi gibi operet sanatçısı olan Vedat Karaokçu'yla evli olduğu için ismi filmin jeneriğinde Handan Karaokçu olarak yazılmıştı. Savaş Tuğ yakışıklı bir gençti. O yıllarda filmlerde ikinci üçüncü derecede roller oynadı, sonraları ortadan kayboldu.
Turan Aksoy bazı gazetelerde, özellikle dergilerde röportajlar yapan bir gazeteciydi. Filmlerde ufak tefek roller oynardı. Gazetecilik namusu olan, çok dürüst, çok efendi bir gençti. Zeki Tüney Kore Savaşı'na katılmış bir gençti. Koreli Zeki diye anılırdı. Filmlerde ikinci, üçüncü derecede roller oynardı. Özellikle kavgalı dövüşlü avantür filmlerinde. Genç yaşlarda kaybettik, Allah rahmet eylesin.
Nubar Kamçılı müthiş bir tipe sahip Ermeni kökenli vatandaşlarımızdandı. Sinemaya nasıl girdi, Ermeni tiyatrolarında geçmişi var mıydı, bilmiyorum. Tipine göre olan rollerde çok başarılıydı. Hamdi Şarlıgil, Şehir Tiyatroları kostüm sorumlusuydu. Gardırop Hamdi diye anılırdı. Zamanı elverdiğinde küçük roller oynardı filmlerde. Memduh Alpar kilolu, kalantor, tipli, tiyatro kökenli bir oyuncuydu. Kontrol edilmediğinde çok abartılı oynardı. Tipine uygun ikinci, üçüncü derecede rolleri canlandıran, sette çok kibar, efendi bir adamdı."
Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor/ Hazırlayanlar: Memduh Ün-Uğur Ün/ Kabalcı Yayınevi/ 438 s.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı