Muhteşem Yüzyıl kısmetimmiş

Filiz Ahmet, ne röportaj vermeyi ne de fotoğraf çektirmeyi seviyor. Hatta kendini bildi bileli sahnede olmasına karşın 'kameraya bile çok zor alıştım' diyor. Fakat, artık böyle şeylere alışması gerektiğinin farkında. Ne de olsa o Muhteşem Yüzyıl'ın kimi zaman Hürrem'i bile gölgede bırakan Nigar Kalfa'sı.

Muhteşem Yüzyıl kısmetimmiş
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.05.2013 - 07:46

Ona artık en yakınları bile Filiz demiyordur belki. Muhteşem Yüzyıl’ın Nigar Kalfa’sı, genlerinde oyunculuk yatan bir isim. Filiz Ahmet’in, Üsküp’teki Türk tiyatrosunda henüz bebek sayılabilecek yaşta başlayan hikâyesi ilginç dönüm noktaları ve mutlu sonlarla dolu. Elbette dram da var. Ahmet bunların içinde bazılarını konuşmak dahi istemedi. “Okuyanlar ajitasyon yapıyorum sanmasın” diyerek bazılarını yazmamamızı rica etti, ama merak etmeyin hikâyenin geri kalanı da oldukça ilgi çekici. İşte kendi ağzından, Nigar Kalfa, yani Filiz Ahmet’in Üsküp’ten İstanbul’a uzanan hikâyesi.

- Oyuncu olmanız pek tesadüf değil anlaşılan. Ailenizde bu işle ilgili insanlar varmış. Hatta dedeniz Makedonya’da çok ünlü bir tiyatrocuymuş, anneniz de tiyatroda suflörlük yapmış.
- Dedemin kariyeri çok önemliydi tabii, bir de Makedonya-Türk Tiyatrosu’nun kurucularından olduğu için, tiyatroyla çok daha ilgiliydi. Kendimi bildiğimden beri tiyatrodaydım. İlk oyunuma altı yaşında çıktım, sahne tozunu daha o yaşta yuttum diyebilirim. O şekilde tiyatro sevgisi içime işledi. O zamandan beri oyuncu olacağımı biliyordum. Bir de bu tiyatronun önemi, dünyadaki ilk azınlık tiyatrosu olması. Altmışıncı yılımızı doldurduk. O da dedemden kalan bir emanet. Ben de bu misyonu taşımaya gayret ediyorum.
 

- Buraya geldikten sonra tiyatroyla ilgilenmeyi sürdürdünüz mü?
- Bu aralar pek ilgilenemedim ama tabii ki ne olup bittiğini takip ediyorum. Üç senedir buradayım, öncesindeki bir yılda da oyun almamıştım. Sadece eski oyunları oynayıp dönüyordum. Biraz uzak kaldım ve gerçekten çok özledim. İnşallah imkânım olursa yazın tekrar tiyatroda bir şeyler yapmak istiyorum.
 

- Peki tiyatronun misyonu nedir?
- Orada Rumeli Türkleri ve Osmanlılar 550 yıl hüküm sürdüğü için çok Türk kökenli insan vardı. Ancak dünya savaşları sonrası yaşanan büyük göçlerle birlikte, kalanlar da bizim gibi sayılı aileler oldu. Biz de Türk kültürünü yaşatabilmek için bugüne kadar tiyatroyu ayakta tutmaya çalıştık, çabamız da hâlâ sürüyor. Bazen problemler de yaşıyoruz. Şu anda Arnavut Tiyatrosu’yla aynı mekânı kullanıyoruz. Oradan çıkıp kendi tiyatro mekânımızı kurmak istiyoruz. Önce yer vermediler, sonra verdiler, bir yandan maddi sıkıntılar yaşadık. Kısmetse gelecek senenin başında temelleri atacağız.
 

- Sonrasında Elveda Rumeli hayatınızı değiştirdi. Böyle bir rol bekliyor muydunuz?
- Beklemiyordum, Elveda Rumeli’de oynamama sebep olan Ertan Saban’dır. Şu an Türkiye’de oyuncu, aynı zamanda çok yakın arkadaşım. Sık sık beni arayıp, “Türkiye’de böyle bir rol var, seni tavsiye ettim, gel bir görüş” derdi. Benim de kameraya karşı bir çekingenliğim vardı. Sevmiyordum ve hep tiyatroyu bahane ediyordum. Aslında o dönem turneler vardı ve her oyunda oynadığım için öyle bir lüksüm de yoktu. Ancak dizi Üsküp’e geldi. Görüştük, önce “yok” dedim. Sonra dur bi deneyeyim, o buzu bir kırayım dedim. İyi ki de yapmışım. Arkası da geldi.
 

- Dizinin Türkiye’de nasıl bir etki yarattığının farkında mıydınız?
- Pek değildim. Makendonya’da tiyatroya gelenler tanıyordu ama bizde pek ünlüyü görünce heyecanlanmak yoktur. Gerçi şimdilerde insanlar iyice dizi alışkanlığı edindiği için Makedonya’da da bu tip davranışlarla karşılaşmaya başladım. Fakat başta hiç bilmiyordum. Hatta Türkiye’ye geldiğim zaman insanlar yüzüme bakıyordu “Niye bakıyorlar acaba tanıyor muyum” diye düşünüyordum. Sonra dediler ki, “sen burada meşhursun, insanlar seni biliyor.” Artık üç senedir İstanbul’da olduğum için iyice farkındayım.

- İstanbul’a yerleşmeden önce Türkiye ile bağlarınız kuvvetli miydi? Ne sıklıkla geliyordunuz?
- Bebekliğimden beri her yıl tatil için mutlaka gelirdik. İstanbul ve İzmir’de akrabalarımız var. Evde zaten Türkçe konuşuruz ama dilimiz biraz daha şiveli, ister istemez diksiyonda bir fark oluyor.
 

- O fark da biraz işinize yaradı sanırım. Çünkü Elveda Rumeli’de izleyiciler şivenizi çok seviyordu.
- Orada birebir Makedonya Türkçesiyle konuşuyordum. Muhteşem Yüzyıl’da da şivemi kullanıyorum. Bakalım, inşallah üçüncü projede başka bir şey olur.
 

- Muhteşem Yüzyıl da birden mi karşınıza çıktı?
- Önce bir aradılar, “tamam” dedim. Sonra bir ara verildi. Hürrem karakterini bulamıyorlardı. Bir sene içinde birkaç kere iptal oldu. Maddi konular ve zamanlama hakkında konuşuyorduk, ama işte kısmetimde Muhteşem Yüzyıl varmış.
 

- İşin maddiyat kısmı da önemli olmalı. Çünkü sonuçta İstanbul’a yaşamaya geliyordunuz. Gelirken çekinceleriniz var mıydı?
- Zaten her Türkiye’ye geldiğimde şunu derdim, “Ben İstanbul’da yaşayamam.” Çünkü Üsküp çok daha küçük ve rahat bir şehir, her şey elinin altında. Ben de rahat yaşamaya alışkınım. “Acaba problem yaşar mıyım” diye endişeleniyordum.
 

- Geldiğinizde ne gibi zorluklar yaşadınız?
- Ayda bir kriz geliyordu, Üsküp’ü özlüyordum. Bir de hiç ailemden ayrılmamıştım. Yalnızlık da hissediyordum.

- Bu sıkıntılar sete de yansıdı mı?
- Yansıtmamaya çalışıyordum. O Filiz’in problemiydi, Nigar’ın değil. Montumu çıkarırken Filiz’i de arkada bırakıyorum. Çünkü izleyici kostümü giydikten sonra Nigar’ı görmek istiyor, “Filiz’in ne sorunu var” diye merak etmiyor. Bize ilk derste bunu öğrettiler. Bu yüzden başardım, ama eve gelince ayrı bir muhabbet oluyordu. Neyse ki altı ay sonra alıştım. Annem, babam ve arkadaşlarım sık ziyarete geliyordu. Ertan da “başta bu krizler olacak ama sonra kopamayacaksın” demişti zaten. Ben de anlam veremiyorum ama gerçekten öyle. Şimdi Üsküp’e gittiğimde iki haftadan sonra, -sıkılmak değil de- evime, İstanbul’a dönmek istiyorum. Ancak o büyüyü de hâlâ anlayabilmiş değilim.

Bombalanan köyleri görebiliyorduk

- Çocukluğunuz da aslında Balkanlar’daki iç savaşa denk geliyor. O dönemde de bir hayli sıkıntı çekmiş olmalısınız.
- O dönemde tüm Yugoslavya karışıklık içindeydi. Benimkiler de bir karar aldılar, İsveç’e gittik. Döndüğümde 12 yaşındaydım. O yıllarda savaşın yarattığı tahribatı pek hissedememiştim ama şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Türklerin Makedonlarla pek sorunu yoktur gerçi ama bize de etki ediyor. Mesela -1994’teydi sanırım- dışarı çıkma yasağı vardı. Evimiz 13. kattaydı. Dağın eteğindeki köyün nasıl bombalandığını görebiliyorduk. Savaş var diye, eve onar yirmişer kilo erzak stoklardık. O da bir alışkanlık olarak kaldı. Bugün bile annemler alışverişe gittiğinde “evde ekmek bitmiş bir tane ekmek alayım” diye düşünmezler, hep dörder beşer tane alınır. Bu da savaşın bıraktığı bir etki sanırım.
 

- Savaş olan bir yerde çocukluk anılarınız nasıldı?
- Tam gençlik dönemindeydim, sokağa çıkmak istiyordum ama çıkamıyordum, mutlaka etkiliyordu.

Pargalı’yla aşk yaşayacağımı bilmiyordum

- Muhteşem Yüzyıl’la anlaştığınızda Osmanlı hakkında ne gibi bilgileriniz vardı?
- Çok yoktu. Atatürk desen var, çünkü koyu Atatürkçüyüm. Dedemden beri öyle yetiştik. Osmanlı’yı üç aşağı beş yukarı biliyordum ama diziyle birlikte daha çok araştırma yapmaya başladım, şimdi konuya çok daha hâkimim.
 

- Senaryoda Nigar Kalfa’yı ilk okuduğunuzda ne düşündünüz?
- İlk başta zaten Nigar Kalfa, yok gibi bir şeydi. Karakter analizleri bölümünde bile bir şey yazmıyordu. Internette de pek bir şey bulamadım. O zaman biraz daha rahatladım. “Mademki yok, kendim ona bir rol biçeyim” dedim. Kafamda kurdum, başta Pargalı’yla aşk yaşayacak diye bir durum yoktu. Ancak herhalde seyirciler yakıştırdığı için böyle bir aşk doğdu. Kendimce bir karakter yaratmaya çalıştım.
 

- Meral Okay’la nasıl bir konuşmanız olmuştu?
- Meral Abla sadece bir kez “Filizciğim, bana Nigar’ı yazdırdığın için çok teşekkür ederim” demişti. Büyük bir ihtimalle ben oynarken bazı tepkilerim oluyordu ya da senaryoda yazmayan bazı şeylerı duygumla veriyordum. O da, onu çok rahat okudu. Kadın yazar, kadın dünyasını çok rahat anladığı için ortaya çok güzel bir karakter çıktı.

Artık Makedonya’nın gururuyum

- Muhteşem Yüzyıl Makedonya’da yayımlanmaya başladıktan sonra Üsküp’te nasıl karşılandınız?

- Tabii ki artık Makedonya’nın gururuyum. Neredeyse bir yerlere heykelimi dikecekler. Hepsi bana büyük destek veriyor. Makedonya adına bir şeyler yaptığım için çok mutluyum.
- Muhteşem Yüzyıl bitecek mi?
- Şu an öyle bir bilgim yok. Bazı problemler olduğunu ben de basından duydum ama bu konularla çok da ilgilenmiyorum. Benim işim bana verilen rolü oynamak.

Fotoğraf: Uğur Demir

denizulk@gmail.com


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler