Ne çektin Lucy!..
Tanrı kadını yarattı. Kadın da dünyada var olan her şeyi. Yaratıcı gücü vardı ama aynı zamanda günahkârdı kadın. Ne de olsa Âdem’in cennetten kovulmasına Havva sebep olmuştu. Bu günah tektanrılı dinlere geçişten beri kadının peşini bir türlü bırakmadı. Havva’nın kemikleri bulunur mu bilmem.
Tarihte bilinen ilk yetişkin kadına ait iskelet 1974’te Etiyopya’nın Hadar bölgesinde bulundu. 105 cm. boyunda ve 3.2 milyon yaşındaydı. Adını Lucy koydular. Velhasıl Lucy’nin kemikleri o gün bugündür sızlıyor. Çünkü kadının derdi binlerce yıldır aynı: Bir türlü alamadığı hakkı.
Dünya çapında bugünkü koşulların devam ettiğini varsayarsak toplumsal eşitliğe ulaşmamız için 99.5 senemiz var. Medeniyet sembolü İsviçre’de bile kadının hakları ibretlik hikâye. O zaman kısaca tarihte başa saralım...
2 bin 500 yıl önce kadın hükümdar
Antik çağ, kadına karşı hak hukuk açısından nispeten insaflıydı. Mezopotamya’da Hammurabi kanunları geçerliydi. Eksiği gediği vardı ama kadına karşı şiddete amansızdı. Tecavüz eden biri derhal ya şehirden şutlanıyordu ya da kafasından oluyordu. Yani belli ki kadının giyimi ve alkol seviyesihafifletici sebep değildi. Antik Mısır’da da durum fena sayılmazdı. Herkes bir Cleopatra değildi ama yine de mal, mülk sahibi olabiliyor, erkeğe denk haklarla yaşıyordu.
Çağın öncülerinden biri de bir Türk boyuydu: İskitler. 2 bin 500 yıl önce dünyanın ilk kadın hükümdarı hem tahta hem tarihe geçti: Tomris Hatun. Yenilmez Pers imparatoru Sirus’u dize getirdi. Tomris, bugün dünyadaki ülkelerin sadece yüzde 10’unu kadınların yönettiğini duysa acaba ne düşünürdü?..
Antik Yunan, ardından gelen Roma, Bizans kadın haklarında birbirinin içinden çıkan matruşka bebekler gibi benzeşiyordu. Gelişmiyor, küçülüyordu. Kadın zina yaparsa cezayı yiyor, kocası yaparsa elinin kiri oluyordu. Başörtüsü kadın ayrımcılığının sembolüydü. Saygın kadınlara farz olan örtünmek, köle ve fahişeler içinse yasaktı. Cezası 50 kırbaçtı.
Ortaçağ Hıristiyan Avrupası’nda kadın süs bitkisi gibi bir şeydi. Babadan kocaya teslim ediliyordu. Tek şansı iyi bir evlilik yapmasıydı. Mal, mülk hakkı yoktu. 19. yüzyıla kadar kadının adı yoktu. Paganken kadına daha eşit muamele gösteren İskandinav ülkeleri bile bu konuda evrileceğine devrildi.
İslam, bugünkü popüler görüşün ve duruşun aksine tektanrılı dinler içinde zamanının kadın hakları reformistiydi. 12. yüzyılda kadınlar akademisyen olabiliyordu. Oxford İslam sözlüğüne göre, İslamiyet yeni doğmuş kız bebeklerinin infazını yasaklamıştı. Evlilik statü değil, bir kontrat haline gelmiş, kadınlar boşanma, miras ve mülkiyet konularında daha önce görülmemiş haklar kazanmıştı. Yani iyi başlamıştı...velhasıl gerisi gelmedi. Bugün şeriat ile yönetilen ülkeler kadın haklarında en alt sıralarda.
Budist Çin ve Hindu Hindistan’da da durum içler acısıydı. Kız bebekleri öldüren mantıkla, kocası ölünce yanında dul karısını da yakan Sati geleneğinin evirilmesi için vakit vardı.
Kısaca 4 milyon yıl geçmiş, Lucy’nin torunları pek de bir mesafe kat edememişti. Yakın tarihimize gelince bir nefes alırız dedik ama nafile. Kadına birey olma hakkı 100 seneden bile daha az bir süre önce tanındı.
Atatürk sayesinde elde edilen haklar
Avrupa’ya baktığımızda; Fransa 1944, İtalya 1945, Yunanistan 1952, Belçika 1960 ve İsviçre 1971... Hatta İsviçre’nin AppenzelI Innerrhoden kantonunda 1990’da almış kadın, seçme seçilme hakkını. Yani bundan 20 sene önce.
Türkiye, kadına Avrupa’dan onlarca yıl önce, 1934’te tanıdı bu hakkı. Atatürk sayesinde. Yani 20. yüzyılın liderlerindendi Türkiye. Maalesef 21. yüzyıla kadına şiddette lider olarak girdi (OECD 2019).
İsviçre’nin evrimine gelince. Bugün İsviçre başkanı kadın. Medeni haklarda eşitlik var. Ama görülmeyen bir sis perdesi de var. Mesela iş hayatında kadınları CEO gibi lider pozisyonlarda pek göremezsiniz. Çünkü kadına “evde kal, çocuk bak”ı dayatan gizli bir patriarşik sistem var.
Maaş uçurumu...
Kadının maaşı, aynı işi yapan bir erkekten yüzde 20 daha az. Evliysen ve kadınsan en iyisi hiç çalışma. İki kişi çalışınca vergi dilimi öyle artıyor ki bir maaş neredeyse vergiye gidiyor. Bakıcı tutmak pahalı, kreşler yetersiz... Zaten hayat akşam 6’da duruyor. Bütün gün ofiste olan biri nasıl yapacak evin işini, alışverişini? İnatla “çocuk da yaparım kariyer de” diyorsan ve tam zamanlı çalışıyorsan İsviçreli değilsin. Marslı olabilirsin. Doktorumun yorumunu unutmam: “Canına mı susadın? Bırak kocan çalışsın.”
Aslında bu açıdan galiba Marslıyım. 80-90’lı yıllarda erkekli kızlı okullarda, Atatürk kadın devriminin ışığında Ankara’da büyüdüm. Benim kafamda “neyi yapabilirim?” konusunda bir erkekten eksiğim yok, hatta çalışkanlıkta fazlam vardı. Fark ettim ki İsviçre’de de kadınların bazı konularda erkeklere göre fazlası var. Mesela vergilendirmede! Sene 2020. Kadınsal tüketim mal ve kıyafetlerinin (etek, elbise gibi) pek çoğu erkeğinkine kıyasla daha yüksek vergiye tabi. Cinsiyetçiliğin ismi: Pembe vergi. Misal bir erkeğin tıraş bıçağı bir kadınınkine göre vergi avantajlı. İkisi de kıl kesiyor. Kadın daha çok para ödüyor (yüzde 54’e varan!). Erkeğin Viagra hapına kesilen vergi, kadının regli tamponununkinden daha insaflı. Dünyanın refah seviyesi en yüksek ülkesinde bile kadının durumu bu.
Geçmişin aynasından bugüne bakınca... Medeniyet dediğin kadını dişi gören, dişisini evde kala mahkûm eden, vergisiyle bile ezen tek dişli bir canavar.
Çağlar geçtikçe kadının boyu Lucy’nin 105’ine ortalama 60 cm. bindirmiş ama kadın hakları konusunda bir türlü hakkına evrilememiş.
asliaysev1@gmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani’nin arabası
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev