Nedim Şener'in savunması / 2

Gazeteci Nedim Şener'in Odatv davasındaki savunmasının ikinci bölümü:

Yayınlanma: 05.01.2012 - 18:14
Abone Ol google-news

GAZETECİLİK ANLAYIŞIM , OBJEKTİF GAZETECİLİĞİ SİYASETLE KARIŞTIRMAMAKTIR.

Savcılık, 20 yıllık gazetecilik çalışmalarımı ,Türkiye ve dünya kamuoyunun meslek kuruluşlarının takip ettiği yazarlık ve gazeteciliğimi yokmuş gibi davranarak dosyada yer verdiği bazı telefon tapeleri ile beni bir gazeteci gibi değil yasadışı oluşumlarla ilgisi olan bir terörist gibi göstermeye çalışmıştır. Oysa ben 1992 yılından beri fiilen gazetecilik yapıyorum. 1994 yılında Milliyet Gazetesine transfer oldum ve el konulan Marmarabank, İmpexbank ve TYT Bank yolsuzluklarıyla ilgili haberler yaptım.

1994 ekonomik krizi sonrası yolsuzluk haberleri konusunda yoğunlaştım. 1996 yılında Susurluk skandalı sonrası kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesi sonrası bu kişinin vergi kaçakçılığı haberlerini yaptım. Aynı şekilde kumarhaneci Suat Özkan hakkında da vergi kaçakçılığı haberleri yazdım. Daha
sonra 1999 yılında Devlet Bakanı Cavit Çağlar’ın sahibi olduğu İnterbank ile ilgili yolsuzluk haberleri yaptım. 2000 yılında ise Türkiye’nin en büyük hayali ihracat ve vergi kaçakçılığı skandalı olan Orhan Aslıtürk’ün yasadışı organizasyonunu yazdım.

Adı hayali ihracata karışan işadamlarından Faruk Süren bir rekor olan 5 trilyon o günün dolar kuruyla 10 milyon dolarlık tazminat davası açtı. 2000-2002 yılları arasında gerçekleştirilen birçok yolsuzluk operasyonu hakkında birçok haber yazdım. 2001 yılında Türkiye’nin yolsuzluk tarihi ve güncel yolsuzluk olaylarını anlattığım “Tepeden Tırnağa Yolsuzluk”(Metis Yayınları) kitabını yayınladım.
2002 yılında da hayali ihracatçı Orhan Aslıtürk’ün döneminin ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümetine uzanan yolsuzluğunu “Naylon Holding”(OM Yayınları) kitaplaştırdım.

2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçilmesiyle kurulan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu hakkında haberler yazdım. 2003 yılında AKP hükümetinin yürüttüğü Uzan ailesi hakkındaki yolsuzluk operasyonunu takip ettim. 2004 yılında bu haberimi “Uzan’lar Bir Korku İmparatorluğunun Çöküşü” adıyla kitaplaştırdım. Daha sonra TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu raporu hakkında haberler yazdım.

Alaattin Çakıcı ve Türkbank yolsuzluğunu “Kod adı Atilla”(Güncel Yayıncılık) kitaplaştırdım.

Uzanlar kitabı konusunda yazdığımı dosyada bulunan ve benim telefonlarımın dinlenmesine temel olan 06.05.2009 tarihli M. YILMAZ sahte ismiyle polise gönderilen e-postadaki sözde iddianın aksine, Hanefi
Avcı’dan değil Uzan Operasyonun İstanbul’da yöneten Emniyet Müdür Yardımcısı Ş. A ve Mali Şube Müdürü M. A.’nın önemli yardımlarıyla yazdım.

“Kod adı Atilla” isimli kitap konusunda da en fazla yardımı Türkbank Araştırma Komisyonu Başkanlığı’ndan aldım. Bu arada birçok yolsuzluk haberi yaptım. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın yolsuzluklarını anlatan “Kemal Abi” kitabını yayınladım. Ardından El Kaide Finansörü olan Yasil El Kadı ile ilgili “Hayırsever Terörist” kitabını yayınladım. Ayrıca 2004-2010 arası banka hortumlamaları konusunda sayısız haber yazdım.

Kendi hakkımda bu detayları vermemin nedeni herhangi bir siyasi düşünceye karşı olma gibi saikle habercilik yapmadığımı anlatmaktadır. Herhangi bir siyasi partiye yakın olma ya da uzak olma düşüncesiyle değil, tamamen halkın bilgi alma hakkına saygım çerçevesinde gazetecilik yaptım.

Gazeteci olarak mağdurun kökeni ya da görevi gibi ayrıntılarla ilgilenmediğim gibi araştırdığım kişiler hakkında da bu tür ayrımları dikkate almadım. Benim için önemli olan gerçeklerdir, olgulardır, okurun gerçekleri öğrenme hakkıdır.

Yolsuzluk haberlerini de yolsuzluğu kimin yaptığına göre yapmadım. Bugünkü iktidar gibi geçmiş hükümetlerin yolsuzluklarını yazdım. Öte yandan yolsuzluğa karşı kim mücadele ediyorsa onu da tarafsızca haberleştirdim.

Örneğin, bu hükümetin Uzan Operasyonunu, banka hortumcularına karşı mücadelesini de yazdım, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın adının karıştığı hayali ihracat ve vergi kaçakçılığını da yazdım.

GAZETECİ /YAZAR NEDİM ŞENER VE ERGENEKON SORUŞTURMASI

Benim ismim ile Ergenekon adını aleni olarak yan yana getiren ilk isim, Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek’tir.Ergenekon operasyonunu da yürüten Ramazan Akyürek, “ Dink cinayeti ve İstihbarat Yalanları “ isimli kitabım nedeniyle şikayeti üzerine İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan davada verdiği katılma dilekçesinde , “ benim kendisinin Ergenekon örgütüne hedef gösterdiğimi iddia etmiştir”.

O güne kadar hiç kimsenin dile getirmediği bu iddiayı , Ramazan Akyürek dilekçesinde yazmıştır (EK : 2 ) Ben de 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında ,” … bu polislerin Dink cinayetiyle
Ergenekon örgütü arasında ilişki olduğunu gizliyorlar.Oysa ben Dink cinayeti ile Ergenekon arasında bağlantı olduğunu belgeliyorum. Dolayısıyla olsa olsa ben kendini Ergenekon’a hedef göstermiş oluyorum.”
cevabını vermiştim.O gün Ramazan Akyürek’in neden benim adım ile Ergenekon adını yan yana getirdiğini anlayamamıştım. Şimdi anlıyorum…

Oysa bilindiği gibi Ergenekon soruşturması 12 Haziran 2007 günü Ümraniye’de bir evde el bombalarının bulunmasıyla başladı. 2008 yılı Ocak ayında da operasyonlar başlamıştır.

Ergenekon soruşturması kapsamındaki belgeler 1999 yılına kadar dayanmaktadır. Belgelerin bulunduğu Tuncay Güney 2001 yılında polis tarafından sorgulanmıştır.

Ne bu belgelerde ne 2001 tarihli Tuncay Güney sorgusunda ne de Ergenekon soruşturması kapsamında hiçbir şekilde adım geçmemiştir. Gözaltına alındığım 3 Mart 2011 gününe kadar bu konuda hiçbir hukuki işleme tabi tutulmadım, ifadem alınmadı soruşturma geçirmedim.

Ancak tutuklandığım 6 Mart 2011 günü Savcılık sorgusunda,hakkımda 6 Mayıs 2009 günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhaberat Müdürlüğü’ne M.YILMAZ adıyla kimliği bilinmeyen bir kişinin gönderdiği e-posta
nedeniyle telefon dinleme kararı alındığı öğrendim.

Bugüne kadar kim olduğu hakkında bilgi sahibi olmadığım ve soruşturma makamlarının da merak etmediği M.YILMAZ ismiyle gönderilen e-postanın içeriğinin gerçekdışı olduğu bilinmesine rağmen İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin başvurusu üzerine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi cep ve ev telefonum hakkında dinleme kararı vermiştir.

E-postanın içeriğinin iftira ve yalan olduğunu en iyi bilecek kurum İstanbul Emniyet Müdürlüğü’dür. Çünkü e-postada Uzan operasyonunun Ergenekon talimatıyla yapıldığını belirtilmektedir. Oysa Uzan Operasyonu
AKP hükümetinin bir kararı ve İstanbul Emniyeti’nin yürüttüğü bir çalışmaydı.

Ayrıca e-postada Açık Toplum Vakfı ile yaptığım çalışmaları da Ergenekon faaliyeti gibi göstererek akıldışı bir iftira atılmıştır. Tamamı yalandır.

Cep ve ev telefonum şu mahkeme kararları ile dinlenmiştir ;

22.05.2009 14. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.

Soruşturma No: 2008 / 1692

20.08.2009 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık uzatma kararı.

Soruşturma No: 2008 / 1756

24.02.2011 13. Ağır Ceza Mahkemesi 3 aylık dinleme kararı.

Soruşturma No: 2010 / 857

Yasa gereği 3 aylık 2 dinleme ardından 1 aylık uzatma kararı alınabilirken benim telefonlarım yasaya aykırı olarak 3’üncü kez 3 aylık dinlemeye alınmıştır.

20 Ağustos 2009 tarihinde 2008 / 1756 sayılı soruşturma kapsamında yapılan dinleme 22 Kasım 2009’da bitmiştir. Bu durumda dinlemenin kesilmesiyle ilgili kararların dosyada bulunması gerekirdi. Ancak bu belgeler dosyada yer almamaktadır. (Dosyaya celbini talep ediyorum)

14 Şubat 2011 günü gerçekleştirilen Oda TV baskını sırasında bir bilgisayarda bulunan “word” dokümanlarında “Nedim” adı geçiyor diye

24 Şubat 2011 günü, 2010 / 857 sayılı soruşturma kapsamında, cep telefonum ve ev telefonum dinlemeye alındı ve 3 Mart 2011 günü ise gözaltına alındım.

Hakkımdaki temel suçlama ,Hanefi Avcı ve Ahmet Şık’ın yazdığı kitaplar konusunda bu kişileri yönlendirmek ve bu kitapların yazımına katkı yapmak’tır.

Ancak ne bu kişileri yönlendirdiğime dair tek bir delil, ne Soner Yalçın’dan bu talimatları aldığıma dair tek bir delil ne de herhangi bir katkım olduğuna dair dosyada tek bir delil yoktur.

Modern hukukta kişilere işledikleri suçlara ilişkin deliller ortaya konur ve savunması beklenir. Ancak burada benden bu kitapları yazmadığımı ispatlamam yani iddianamenin bakışıyla olumsuz bir durumu ispatlamam
isteniyor. Yani yıllar sonra “ispat hakkı” geri dönmüş oluyor.

Mahkemeler delillerin toplandığı değil delillerin değerlendirildiği yerdir. Savcılık aleyhte olduğu gibi lehe delilleri de toplamak ve mahkemeye sunmak zorundadır.

İddianame kapsamında yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak dosyada benim lehime olan hiçbir delil ve ifade dikkate alınmamıştır. Savcılığın aleyhte olduğu gibi lehe olan delilleri de toplamak gibi bir sorumluluğu
bulunmaktadır. Bu tür bir çabanın olmadığı görülmekle birlikte, hiçbir fazladan çabaya gerek kalmadan dosyada bulunan lehe deliller iddianame hazırlanırken dikkate alınmamıştır.

Oysa dışarıdan ek bir delile veya tanığa gerek kalmadan ek klasördeki bilgi, belge ve ifadeler benim Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın kitabının yazılmasında katkımın ve rolümün olmadığını ortaya koymaktadır.

Hanefi Avcı’nın ve Ahmet Şık’ın ifadeleri yanında Avcı’nın kitabını basan yayınevinin dosyaya giren 61 nolu klasördeki belgelerde benim bu kitaba bir katkım olmadığını göstermektedir. Tersine bir delil bulunmadığı halde mevcut deliller iddia edilen fiillerin içinde bulunmadığımı göstermektedir. Mahkememizin bu delilleri dikkate almasını bekliyorum.

NEDİM ŞENER'İN H. SONER YALÇIN'DAN ALDIĞI TALİMAT İLE HANEFİ AVCI'YI YÖNLENDİRDİĞİ İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :

Soner Yalçın’ dan talimat aldığım iddiası ve aldığım talimat ile Hanefi Avcı’ yı yönlendirdiğim iddiası tamamen asılsız, delilsiz bir varsayımdır. Gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Zaten iddianamenin bizzat kendisi bu iddiayı çürütmektedir.

İddianamenin 96. sayfasının 12. satırında “…Hanefi Avcı’ ya ‘HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR’ isimli kitabın yazdırıldığı anlaşılmıştır.” denilmektedir.

Yine 96. sayfanın 36. satırında, “dolayısıyla tespit edilen bu çelişkiler kitabın ikinci bölümünün Hanefi Avcı tarafından kaleme alınmadığını …. ortaya koymaktadır.” denilmektedir.

Yine 96. sayfanın 48. satırında “Hanefi Avcı’ nın… Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün talimat ve yönlendirmeleri ile “HALİÇTE YAŞAYAN SİMONLAR” isimli kitabı yazdığı, kitapta sanık Doğu Perinçek’ in etkisi ve yönlendirmelerinin olduğu...” denilmektedir.

İddianamenin 97. sayfasında, “Hanefi Avcı’ nın, Hüseyin Soner Yalçın’ nın talimatı ve Nedim Şener’ in yönlendirmesi doğrultusunda hareket ettiği ve 12 Eylül Referandumu öncesi ülke gündemini etkilemeyi veya yönlendirmeyi amaçladığı anlaşılmıştır.”

Yine soruşturmayı yapan Emniyet Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ nin Savcılığa yazdığı iki arama talebini içeren 2 Mart 2011 tarih ve 2011/54 suç no’lu evrakta, “ Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın Hanefi Avcı ‘nın Haliçte Yaşayan Simonlar kitabının yazılmasında GÖREV aldıklarının tespit edildiği, 12.3.20011 günlü Tespit tutanağında ise Nedim Şener’in KATKISININ OLABİLECEĞİ, 21.7.2011 günlü tutanakta ise
YÖNLENDİRDİĞİ ileri sürülmüştür.

BU ÇELİŞİK TESPİTLER hakkımdaki SUÇLANMAMA NASIL GEREKÇE OLABİLİR ? Ancak bu temelsiz gerekçeler hakkımdaki suçlamanın tek dayanağıdır.

İddianamenin Hanefi Avcı ile ilgili bölümünde sayfa 95’ te, “kitap yayınlandıktan sonra Nedim Şener’ in yazılarına… bakıldığında Hanife Avcı’ nın dürüstlüğünü ve güvenilirliğini ön plana çıkaran ve ayrıca kitabın reklamını yapan yayınlar yapıldığı, dolayısıyla söz konusu yazılı hususun da yerine getirildiği anlaşılmıştır.” denilmekte ve benim Posta Gazetesinde yayınlanan üç yazıma delil olarak yer verilmiştir.

Yazılardan birisi Avcı ile söyleşidir, diğeri Eskişehir’ deki makamında yapılan aramada bulunan ses kasetleri ile ilgili yazıdır.

Övme olarak nitelendiriliyor ise olsa olsa “Hanefi Avcı polislik mesleğinin vicdanıdır” başlıklı yazıdır. O yazım tamamen şahsi gözlemlerim ve kitabı ile ilgili kişisel yorumlarımdır. Kimsenin talimatı ve yönlendirmesi söz konusu değildir. Eğer “Hanefi Avcı’ yı övmek” gibi bir suç yaratılmak isteniyorsa benden önce yargılanması gereken çok sayıda gazeteci vardır. Ama ben size burada birkaç yazardan örnek vereceğim ;

Birincisi iddianamenin müştekisi Nazlı Ilıcak. Ilıcak, 23 Ağustos 2010 tarihinde Sabah Gazetesindeki köşesinde Hanefi Avcı’ yı şöyle tanımlıyor:

“…Hanefi Avcı, dürüst bir emniyet mensubu. Askerin siyasete müdahalesine, 28 Şubat gibi gelişmelere, Susurlukvari yapılanmalara ve haklı yönlendirmeyi amaçlayan psikolojik harekata karşı. Dindar, hatta bu yüzden zaman zaman “Fettullahçı” dahi sayılmıştı…”

Yeni Şafak Gazetesinden Ali Bayramoğlu; hem de Hanefi Avcı Devrimci Karargahı Örgütüne yardım ettiği iddiasıyla tutuklandığı tarihte 29 Eylül 2010 günü şunları yazmıştı köşesinde:

“Mesleğinin 30’u aşkın yılını emniyet içinde belli bir ‘tutarlılık ve dürüstlük’ seviyesinde geçirmiş, emniyetin yaşayan efsanelerinden birisi olarak kabul görmüş bir polis hakkında ortaya atılan sol terör örgüt ilişkisi iddiası veya iması zihinlerde temizlik girişimine isabet eder…”

22 Temmuz Seçimleri öncesi Edirne’ ye giden Zaman Gazetesi yazarı Mümtazer Türköne ise Hanefi Avcı hakkında şunları yazdı :

“ …Ellerine alacakları silahla bu ülkenin güvenliğini sağlama görevi üstlenecek Polis Akademisi ve Harp Okulu öğrencileri aradıkları ‘Kahraman’ modeli için Hanefi Avcı’ nın kişiliğine ve hayatına eğilmeli. Bu ülkede onurlu ve güvenli bir hayat arayan Kürt vatandaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ni Hanefi Avcı gibi görmeli. Suç işlemeyi aklından geçirenler Hanefi Avcı’ nın yer aldığı kabuslarla uyanmalı.



Hanefi Avcı’ nın Diyarbakır’da devam eden dava için geçen ay tanık sıfatıyla verdiği ifadeyi, pergelin sabit ucu olarak görmek lazım. 1984 ‘ ten 1992 ‘ ye kadar tam 8 yıl Diyarbakır’ da İstihbarat Şube Müdürü olarak görev yapan Avcı, sadece birkaç olayı ve faili meçhul cinayeti değil, kirli bir dönemi aydınlatıyor. Hanefi Avcı’ nın kariyeri ve kendini riske atarak yaptıkları, bize bahsettiğim modeli anlatıyor. Karşımızda bir kanun adamı var. Namuslu insanlarda çok az rastlanan bir meziyet var: Cesaret…

Ergenekon’ da yargılananlarla Hanefi Avcı’ yı karşı iki kutba yerleştirmek lazım. Özellikle Hanefi Avcı ile aynı işi yapanları…”

Görüldüğü gibi kitabının yayınlanmasından sonra Hanefi Avcı hakkında yazan ne ilk ne son gazeteciyim.

İddianamenin 104'üncü sayfasında yer alan hakkımdaki temel suçlamaya gelecek olursak ;

“Ayrıntılarıyla sunulan bütün bilgi ve belgelerdeki delillere göre şüpheli Nedim Şener'in, Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün amaç ve hedeflerine uygun olarak, dava sürecini olumsuz etkilemek ve yönlendirmek amacıyla, örgütün güncel medya stratejisini ortaya koyan 'Ulusal Medya 2010 dokümanında belirtilen
stratejiler doğrultusunda Hanefi Avcı ismiyle yayınlanan 'Haliçte Yaşayan Simonlar' isimli kitabın yazılmasında ve Sabri Uzun adıyla yayınlanması planlanan 'İmamın Ordusu' isimli örgüt dokümanın hazırlanmasında görev almıştır. Bu süreçte Nedim Şener'in, Hüseyin Soner Yalçın'ın talimatı ile Hanefi
Avcı ve Ahmet Şık'ı yönlendirdiği belirlenmiştir.”

Burada da görüleceği gibi benim her iki kitabı ya da birini veya bir bölümünü "yazdığı" şeklinde bir iddiada bulunulmuyor. Temel suçlama , H. Soner Yalçın'ın talimatıyla Hanefi Avcı ve Ahmet Şık'ı “yönlendirmektir”.

Bu kapsamda TCK’nun 220/7 maddesine göre “üye olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etmek ” ile suçlanıyorum. Öncelikle belirtmek isterim ki Ergenekon isminde bir örgütün olup olmadığı halen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren yargılama ile karara bağlanacak ve Yargıtay kararıyla kesinleşecektir.Halen Ergenekon Terör örgütü denilmemesi için yayın yasağı vardır.

Henüz olup olmadığı kesinleşmeyen ve Mahkemesinin dahi “iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü” şeklinde tanımladığı bir örgüte “bilerek ve isteyerek” nasıl yardım ve yataklık etmiş olabilirim ? Bu konudaki suçlama tamamen Soyuttur,DAYANAKSIZDIR. “Yardım ve yataklık”, kitap yazımı konusunda H. Avcı ve A. Şık’ı “yönlendirmek” şeklinde nitelendirilmiştir.

"Yönlendirme" konusunda temel delil olarak "Soner" isimli kullanıcı adı olan ve H. Soner Yalçın'ın sahibi Odatv isimli internet sitesindeki bir bilgisayarda ele geçirilen "Hanefi", "Nedim" ve "Sabri Uzun" isimli "word" dokümanlardır.

Soner Yalçın'ın ifadesinde kendisinin hazırlamadığını ve bilgisinin olmadığını söylediği söz konusu dokümanlardaki talimatlardan benim de hiçbir zaman bilgim olmamıştır.

Bu belgelerde "Nedim" olarak geçen ismin ben olmadığımı ısrarla belirtmeme rağmen, H. Soner Yalçın'ın mahkeme ifadesinde "Nedim şeklinde adı geçen kişi Nedim Şener olabilir" şeklindeki sözleri yeterli görülmüş ve Savcılık tarafından konu iddianameye dahil edilmiştir.

Ben, Soner Yalçın'ın söz konusu ifadesinden haberdar olduktan sonra Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'na "iftira" gerekçesiyle şikayette bulundum. Suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 29.03.2011 tarihinde 2011/3271 kararı no, 2011/12781 soruşturma no ile Soner Yalçın hakkındaki “Soner Yalçın ifadesinde, sahibi olduğu haber sitesine ait işyerindeki bilgisayarda elde edildiği söylenen belge ve dokümanın kendisi ile ilgisinin olmadığı, belgede adı geçen isimlere ilişkin olarak tahmini yanıtlar verdiği “gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.

İfadelerimde ve kamuoyuna yansıyan açıklamalarında ısrarla H. Soner Yalçın'ı tanımadığımı söyledim.Soner Yalçın da Nedim Şener'i tanımadığını söylemiştir.

İddianamede benim ile Soner Yalçın arasında 21. 10. 2009 günü gerçekleşen ve içeriği bir gazete haberi olan telefon görüşmesi "tanıma" olarak belirtilmektedir. Bir muhabir olarak 1 gün içerisinde 30 ile 50 arasında telefon görüşmesi yaparım. Hafta sonlarını çıkarttığımızda mesai günleri hesaplanarak bir yıl içinde 7 bin ile 10 bin telefon görüşmesi demektir. 20 yıldır gazetecilik süresince bu telefon konuşma sayısı 100 binlerle ifade edilebilir.

Bu süre zarfında yüzlerini bile görmediği her meslek grubundan binlerce insanla konuştum. Dolayısıyla o insanlar gibi Soner Yalçın'la da ilişkim iki adet telefon konuşmasından ibarettir.

Bu telefon konuşması dışında benimle hiçbir iletişim bağı / teması olmayan Soner Yalçın'ın bana talimat verdiği iddiası temelsizdir.

Soner Yalçın ile 21. 10. 2009 tarihinde yapılan telefon görüşmesi, Oda tv'de ele geçen "Ulusal Medya 2010" adı verilen ve 28. 09. 2010 olarak tarihlenen strateji belgesi kapsamında değerlendirilmektedir. 2010 tarihli bir belge ile 2009 yılında haber konulu bir konuşmanın ilişkilendirilmesi mantıklı değildir.

Benim ile Odatv ilişkisine örnek bir başka telefon konuşması 16. 09. 2009 tarihinde Barış Terkoğlu'nun araması üzerine gerçekleşen görüşmedir. Bu konuşmanın içeriğinde de anlaşılacağı gibi benim ile Odatv'ciler, Terkoğlu ve Yalçın ile tanışmadığımız anlaşılmaktadır. Dolayısıyla iddianamede "talimat
olacak kadar yakın" gibi gösterilmeye benim Odatv sahibi ve çalışanları ile hiçbir ilişkim yoktur.

Bu durum Nedim Şener'in, Soner Yalçın'dan talimat aldığı iddiasını da çürütmektedir.

Öte yandan benim Soner Yalçın'ın talimatıyla yönlendirdiğim iddia edilen Ahmet Şık ve Hanefi Avcı da , bu iddiaları ifade ve açıklamalarında reddetmişlerdir.

Hem Avcı hem de Şık Savcılık ve Mahkeme sorgularında yazdıkları kitaplar konusunda benim bir yönlendirmem ve katkım olmadığını da beyan etmişlerdir. Zaten dosyanın tamamında benim Avcı ve Şık'ı
yönlendirdiğime dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj, belge vb. şey yoktur.

Hanefi Avcı ile 2009 yılına ilişkin yapılan telefon görüşmeleri 2010 yılı Ağustos ayında yayınlanan bir kitaba ilişkin olarak H. Avcı ile benim aramda ilişkiye delil olarak sunulmaktadır.

Ben, Hanefi Avcı’ yı 2004 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin ilk yolsuzluk operasyonları nedeniyle tanıdım.

Edirne Emniyet Müdürü olduktan sonra da haber amaçlı olarak Hanefi Avcı ile birçok görüşme yaptım. Ancak bunların hiçbirisi "örgütsel bir ilişki amaçlı ve içerikli değildir.

Yıllarca emniyette üst düzeyde görev yapmış olan Hanefi Avcı ile görüşen herkes hakkında “örgütsel ilişki" nitelemesi yapılacak olursa, özellikle birçok yazarlar, yayın yönetmenleri, haber müdürleri ve muhabirleri hapse atmak gerekir.

Dolayısıyla benim ile H. Avcı arasındaki ilişki gazeteci-haber kaynağı ilişkisinin ilerisinde değildir.

Oysa hiçbir dayanağı olmadığı halde , H. Avcı ile 2009 yılında yaptığım telefon görüşmeleri iddianamede “Hanefi Avcı ile “bağlantı” şeklinde yorumlanmıştır. Hanefi Avcı ile “bağlantı” olacak şekilde bir ilişkim olmamıştır. Kendisiyle iddianamede yer verilen telefon görüşmeleri öncesinde ve sonrasında birçok
telefon görüşmem olmuş bunların bir kısmı fotoğraflı haber olarak yayınlanmıştır. Örneğin Edirne Emniyet Müdürü iken gümrük yolsuzluğu operasyonu yapan Avcı ile röportaj yaptım bu görüşme fotoğraflı olarak Milliyet Gazetesi’nde yayınlandı. Yine kendisiyle yaptığım telefon görüşmesi sonucunda “Ben yaparım o yapmaz” şeklindeki manşet haberi yayınlanmıştır. Ayrıca kendisinin yazdığı kitap nedeniyle yaptığım röportaj 26 Ağustos 2010 günü Milliyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Savcılık, internetten açık kaynaklardan ulaşabileceği bu bilgilere İddianamede yer vermemiştir. Yer vermiş olsa idi H. Avcı ile ilişkimin “bağlantı” değil, haber kaynağı-gazeteci ilişkisi olduğu sonucuna kendiliğinden ulaşmış olacaktı. Oysa yalnızca iki telefon görüşmesine yer vererek H. Avcı ile ilişkinin zorlama bir yorumla “bağlantı” şeklinde algılatılmaya çalışılmıştır.

Buradan yola çıkarak tekrar belirtmek isterim ki ben kimseden talimat almadım, kimseye talimat da vermedim. Hiç kimseye bir başkasının talimatını aktarmadım. Hanefi Avcı ile haber dışında başka hiçbir ilişkim olmadı. Bunun aksine tek bir somut delil de yoktur.

ODATV'DE ELE GEÇEN DÖKÜMANLAR VE NEDİM ŞENER :

 I - Bana yönelik suçlamalara kaynaklık eden dokümanlardan birisi de Odatv'de ele geçen "Nedim" isimli "word" dokümanıdır. Teknik incelemede 09. 08. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Nedim" isimli word belgesinde; "Nedim'in emniyet bağlantıları önemli, irtibatlarını devam ettirsin. Toygun'un gazete ile problemleri var, Nedim çözebilir mi?

Haber yayınlatamıyorsa biz neden değerlendirmiyoruz, Hanefi ve ekibini çok iyi tanıyor. Nedim ile Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı, çok fazla Hanefi'nin üzerine gidilmemeli, ana gündemden kopup Hanefi'yi tartışılır hale getirmiş oluruz" şeklinde notların yazılı olduğu tespit edilmiştir.

Dokümanın içeriğine bakıldığında şu sonuçlara varmak mümkün ;

1- Bu dokümanda geçen "Nedim" isminin ben olduğuma dair bir delil yoktur.

2- Belgenin içeriğinde bir başka tutarsızlık göze çarpmaktadır. Toygun isimli birisinden söz edilmekte ve bu kişinin gazete ile ilgili problemlerinin çözümü konusunda Nedim isimli kişinin devreye girmesi önerilmektedir.

"Toygun" adının birisinin kod adı mı yoksa gerçekten bir gazetede çalışan Toygun adındaki bir kişiyi mi anlatmaktadır. Bu açık değil. Dolayısı ile ben yalnız "Toygun" adında birini tanımıyorum.

3- Soruşturmanın diğer evraklarında Toygun isimli kişinin Hürriyet Gazetesi'nde görevli muhabir Toygun Atilla olduğu iddiası gündeme gelmiştir.

Eğer Toygun isimli kişiyle Toygun Atilla kastediliyorsa ve çalıştığı Hürriyet Gazetesi'yle problemleri varsa çözümüne Milliyet'te muhabir olarak görev yapan Nedim Şener değil, Hürriyet Gazetesi yazarı talimatı hazırladığı iddia edilen H. Soner Yalçın'ın bizzat kendisi yardımcı olabilecek konumdadır.

Dolayısıyla böyle bir talimatın gerçek olamayacağı açıktır.

4- "Nedim. doc" adlı dokümanda "Nedim'i kullanalım." cümlesi ise tamamen gerçek dışıdır. Nedim Şener ne kendisini kullandırır ne başkasını kullanır.

Nedim Şener, 20 yıllık gazetecilik hayatında bırakın bir örgütü, kendi imzasını koymayacağı hiç bir kitap çalışmasının içinde yer almaz.

II - ODATV'DE ELE GEÇEN "Hanefi.doc" ve "Nedim.doc" İSİMLİ WORD DÖKÜMANLARININ İÇERİK DEĞERLENDİRİLMESİ :

Soner isimli kullanıcı tarafından bilgisayarda 12. 07. 2010 tarihinde oluşturulduğu iddia edilen "Hanefi" isimli word belgesinde; "Hanefi'nin kitabı ne durumda, referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim'i sıkıştırın hızlandırsın..." Referandum sürecinde Cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenirliliğini azaltmalı; Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim, Nedim'i ve Cumhur'u kullanalım" yazdığı tespit edilmiştir.

Öncelikle şunu belirtmem gerekir;

1- "Hanefi" isimli belgede geçen "Nedim" adının Nedim Şener olduğuna dair bir delil yoktur.

2- Bu dokümanın içeriğinde talimat denilen konuların Nedim Şener'e ulaştığına ve Nedim Şener'in sözü geçen konularda çalışma yaptığına dair tek bir delil, telefon konuşması, mesaj yoktur. Hanefi dokümanı dışında öne sürülen başka da bir delil yoktur.

3- Hanefi isimli dokümanın içeriğine bakıldığında ise "Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." denilmektedir.

Bir an için bu dokümanı doğru olduğu kabul edilse, kendisi(Hanefi Avcı) adını ortaya koyarak böyle bir şeyi(Kitap) teklif eden birisini , başka birisinin yönlendirmesine gerek olmadığı açıkça görülmektedir.

Ayrıca gerçek olarak kabul ediliyorsa, H. Avcı ile Soner Yalçın doğrudan görüşüyor. Çünkü iddiaya göre talimatı yazan H. Soner Yalçın , bunu "(Hanefi. Avcı'nın) böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli..." şeklinde ifade ederek bu teklifi kendisinin aldığını da anlatmış oluyor.

İddiaya göre talimatı yazanlarla görüşebilen birisinin(H. Avcı) yönlendirme amaçlı bir aracı (Nedim Şener’i) kullanması ise maddi gerçeklere aykırı bir durumdur.

4- Hanefi.doc isimli dokümanın oluşturulma tarihi 12 Temmuz 2010 olarak veriliyor. Ne o tarihten önce ne de sonra H. Avcı ile dokümanda geçen içerikte bir görüşme yapılmamıştır.

5- Ben, H. Avcı'nın, kitap yazdığından kitap yayınlanana kadar haberdar olmadım. Yayınevi'nin gönderdiği kitap 19 Ağustos 2010 günü akşama doğru Posta Gazetesin’deki adrese ulaşmıştır. Hızlı bir okumam ve göz atmam sonrası Milliyet Gazetesi'nde kitap ile ilgili haberi hazırladıktan sonra, şefinin okuması, haber merkezi ve yazı işleri redaksiyonunun ardından belirlenen başlıklarla söz konusu haber, 20 Ağustos 2010 günü Milliyet'te yayınlanmıştır. Söz konusu kitap, aynı tarihte Vatan ve Hürriyet Gazetesi’nde haber olarak yayınlanmıştır.

 Hanefi Avcı da gerek tutuklanmadan önce yaptığı açıklamalarda gerek Savcılık ve Mahkeme ifadeleri ile verdiği dilekçelerinde ,kitap konusunda benim hiçbir katkımın olmadığını söylemiştir.

6- Dokümanda, "Hanefi'nin Dink konusundaki görüş ayrıcalıkları gündem yapılmamalı, üzerinde durulursa, savunmamız ve etkisini arttırmamız zor olabilir, Nedim bu konuda duyarlı olmalı..." denilmektedir.

“Hanefi” adlı doküman, 12 Temmuz 2010 tarihinde oluşturulmuş. Bu şekilde bir içeriğin, yaşanan gerçeklerle ilgisi yoktur.

Bu dokümanın, kitap yayınlandıktan yani 19 Ağustos 2010 tarihinden sonraki dönemi kapsadığını varsayarak, talimat içeriğinin Nedim Şener'in gazetelere verdiği röportaj ve TV programlarında "Hanefi Avcı'nın kitabında Dink cinayeti konusunda yanlış bir tespitte bulunduğunu, bunu bazı meslektaşlarını
korumak amacıyla yapmış olabileceğini ,hatta Avcı'nın Dink konusunda "Dink cinayeti aydınlanmıştır" şeklinde bir tespiti hakkında bilgisi olması halinde buna hukuken engel olurdum" şeklinde röportaj verdiği gerçeği ile taban tabana zıttır.(EK: 3 Akşam Gazetesi haberi)

Nedim Şener'in, Dink cinayeti konusunda Hanefi. Avcı'ya yönelik eleştirileri dikkate alındığında söz konusu dokümanda talimat olduğu ifade edilen yazıların geçerli olmadığı ve Nedim Şener'in bu tür talimat almadığını göstermektedir.

“ERGENEKON BELGELERİNDE FETHULLAH GÜLEN VE CEMAAT’ KİTABININ TASLAĞI OLDUĞU İDDİA EDİLEN “WORD” METNİN ODATV’NİN BİLGİSAYARINDA BULUNDUĞU İDDİASINA KARŞI BEYANLARIM :

“Ergenekon belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat” kitabının Odatv’deki bir bilgisayarda taslak halinin bulunması hakkında hiçbir dahilim yoktur. Bu kitabı çok büyük bir ölçüde iddia olunan Ergenekon Örgütü ile ilgili açılmış olan davaların iddianamesine ait ek klasörlerdeki belgelerden oluşturdum.

Kitabı tamamen kendi çabamla oluşturdum ve aylar süren bir çalışmanın ardından 2009 yılı Temmuz ayında yayınladım.

İddianamedeki gibi “Kitap basılmadan önce Odatv’ye geldiği ve Odatv çalışanları tarafından kontrolden geçtiğini göstermektedir” ifadesini ne bir yorum ve görüş ne de suçlama olarak kabul etmiyorum. Hiçbir zaman Odatv çalışanları ile bu tür bir ilişkim olmamıştır.

Ben kitabımı yayınlamadan önce doğal olarak yalnızca yayınevine gönderirim. Asıl önemlisi kitabımın taslağının benim tarafımdan gönderildiğine dair tek bir delil yoktur.

İddianamede ifade edildiği gibi Odatv çalışanlarının nasıl bir “kontrolden geçirdiğine ait” somut tek bir delil dosyada bulunmamaktadır. Ayrıca Odatv çalışanlarının ne tür bir kontrol işlemi yaptığı ve bu “kontrol edilmiş” kitabın bana ulaşıp ulaşmadığı, ulaştıysa hangi yolla gerçekleştiği anlatılmamış, soyut biçimde kontrolden geçtiği yorumunda bulunulmuştur.

Oysa ,bu kitabın taslağını, Odatv’cilere benim vermediğime dair en önemli delil iddianamenin 98’inci sayfasındadır;

Odatv çalışanı Barış Terkoğlu ile ilk ve tek telefon görüşmemin tarihi 16.09.2009’dur. Bu görüşmede Terkoğlu bir konuda benden görüş almak istiyor. Ben ise olumsuz yanıt veriyorum. Bunun üzerine Terkoğlu “Tamam o zaman biz sizinle hani hem şöyle bi tanışmış olduk.” diyor ve telefonu kapatıyor.

Benim kitabım ise 2009 yılı Temmuz ayında yayınlanmıştı. Yani kitabımın yayınlanmasından tam iki ay sonra, Odatv çalışanlarından Barış Terkoğlu ile ilk kez telefonda görüştüğüme göre kitabımı kontrol amacıyla Odatv’ye gönderdiğim iddiasının hiçbir geçerli dayanağı olamaz.

Yine iddianamenin 98’inci sayfasında H. Soner Yalçın ile yaptığım telefon konuşması tarihinin 21 Ekim 2009 olduğu görülmektedir. Bir haber konusunda yaptığımız bu konuşma ise Barış Terkoğlu ile yaptığım görüşmeden 1 ay, kitabımın yayınlanmasından 3 ay sonra gerçekleşmiştir. Dolayısıyla yazdığım kitabı Odatv ye kontrol edilmesi için gönderdiğim,kitap taslağının kontrol edildiği (!) iddiası kabul edilemez.

Ayrıca kitabımı Ergenekon Savcılarının dava dosyaları eklerinde yer verdikleri raporlardan oluşturdum, kitabımda herhangi bir hakaret amacı olmadığı da yoktur.. Kitabımda “tarikat” ya da “örgüt” gibi bir nitelemede dahi de bulunmadım, sadece kamuoyunu bilgilendirme amacı ile kaleme aldım.

Öte yandan iddianamenin eklerinde bulunan telefon dinleme kayıtlarında “Ayten”, “Aysel Akdaş” ve “Talip” isimli kişilerle yaptığım telefon konuşmalarım kitabın tamamen benim tarafımdan yazıldığını göstermektedir.
Çünkü adını verdiğim kişiler , kitabı basan yayınevinin sahibi ve editörlüğünü yapanın eşidir.Görüşmelerin içeriğine bakıldığında kitaptaki imla hatalarının bile karşılıklı konuşmalarla tarafımızdan giderildiği anlaşılmaktadır.

ERGENEKON SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AMAÇ VE HEDEFLERİNE UYGUN OLARAK “HALİÇ’TE YAŞAYAN
SİMONLAR” KİTABININ HAZIRLANMASINDA GÖREV İDDİALARINA İLİŞKİN SAVUNMALARIM :

 Öncelikle Hanefi Avcı’nın kitabının yazımına katıldığım, yazımına katkıda bulunduğum veya yönlendirdiğim iddialarını ardından da bunu, iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün amaç ve hedeflerine göre yaptığım iddialarını REDDEDİYORUM.

Hakkımda yöneltilen suçlamanın temelsizliğini anlatmak için bu iddiaların kaynağına da inmek gerekiyor. Hanefi Avcı’nın kitabının Ergenekon’un amaç ve hedeflerine uygun amaçlarla yazıldığı iddiası, soruşturma birimlerinin çalışmalarına mı dayanmaktadır ?

Hanefi Avcı’nın kitabının Ergenekon’un amaç ve hedeflerine uygun olarak yazılması hakkımdaki iddia, soruşturma birimlerinden değil birisi Polis Akademisi Öğretim üyesi beş köşe yazarı ve bir gazetenin haberine dayanmaktadır.

O gazeteciler şunlardır;

Yiğit Bulut (HaberTürk Gazetesi)

Alper Görmüş (Taraf Gazetesi)

Rasim Ozan Kütahyalı (Taraf Gazetesi)

Şamil Tayyar (Star Gazetesi)

Bugün Gazetesi Ankara Temsilciliği’nin Önder Aytaç (Polis Akademisi Öğretim Üyesi)’nin yazı, yorum, haber ve söyleşilerine dayanmaktadır.

Nitekim bu durum İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Yurt Atagün’ün 20.10.2010 tarih ve B.05.1.EGM.4.34-45400-19386 sayılı yazı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na (CMK 250 SYM) gönderdiği talimat talebiyle ortadadır.

Bu yazıda , iddia olunan Ergenekon Terör Örgütü’nün faaliyetleri arasında dezenformasyon faaliyetlerinin de bulunduğu hatırlatılarak, Avcı’nın kitabı ile ilgili tespit şu şekilde dile getirilmiştir;

“Yine son dönemde ülkemizde faaliyet yürüten yazılı ve görsel bazı yayın organlarında Hanefi Avcı’nın bahse konu kitabının iddia olunan Ergenekon Silahlı Terör Örgütü tarafından bir dezenformasyon faaliyeti kapsamında yazdırılmış olabileceğine dair yayınlarında yapıldığı tespit edilmiştir.”

67’inci klasörde 337’inci sayfada yer alan bu resmi yazıda da belirtildiği gibi H. Avcı’nın kitabının Ergenekon faaliyeti olduğu 2007’den beri süren soruşturmada değil gazetelerde ve internet sitelerindeki yazı ve söyleşilere dayanmaktadır.

Yine 67’inci klasörün 335’inci sayfasında Cumhuriyet Savcısı Kadir Altınışık, polisin 20 Ekim 2010’da kendisine gönderdiği yazıya aynı gün cevap vererek konu ile ilgili araştırma yapılması talimatı vermiştir.2009/1868 sayılı soruşturma nolu bu soruşturmanın sonucu bilinmemektedir.

Nitekim Savcı’nın talimatla görevlendirdiği İstanbul Terörle Mücadele Şubesi tarafından hazırlanan 28.09.2010 tarihli ön inceleme tutanağı hazırlamış 67 klasör’ün 334-323’üncü sayfaları arasında bulunan bu inceleme raporunun hiçbir yerinde benim bir katkım olduğuna dair bir tespit yoktur.

Benim Hanefi Avcı’nın kitabının yazımında rol oynadığımı ilk iddia eden kişi ise yine polise çok yakın hatta polisin içinden birisi olan Polis Akademisi Öğretim Üyesi Önder Aytaç’tır.

Önder Aytaç, 3 Ekim 2010 günü Habertürk televizyonunda katıldığı ve benim, Şamil Tayyar’ın da bulunduğu “Olduğu gibi” programında bazı gazetecilerle birlikte benim adımı ilk kez dile getirmiştir.

Bu programın bant çözümü 33’üncü klasörde(Sayfa 147) bulunmaktadır.

Dolayısıyla Hanefi Avcı’nın kitabına bir katkım ya da yönlendirmem söz konusu değil, medyada dolaşan yayınlarla linç edilmem söz konusudur. Zaten dosya içerisinde benim H. Avcı’nın kitabıyla ilgim olduğunu iddia eden tek HUSUS Odatv’de bilgisayarda bulunan “word” dokümanlardır. 

NEDİM ŞENER'İN SAVUNMASININ 3. BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler