Nice yüzyıllara...
Toplumsal olan ile evrensel olan, Anday’ın tüm oyunlarında iç içe yer alır. Bilginin duyarlıkla sarmaş dolaş olduğu noktada ulaşılan bilgelik yansır tüm yapıtlarında.
Zaman nasıl akıyor! Melih Cevdet Anday ile Şükran (Kurdakul) Ağabey’in Babıâli Yokuşu’ndaki Ataç Yayınevi’nde tanışmıştım. Kırklı yaşlarındaydı. Son karşılaşmamız ise 80. yaşını Ankara’da bir etkinlikle kutladığımız 1995 yılında oldu.
Anday’ı 2002 yılında yitirdik. Bugün tam 100 yaşında. Yazlarını Milas’ın Ören beldesinde geçirirdi. Denizle göğün buluşarak uzamı sınırsızlaştırdığı, geçmişle geleceğin birbirine karışarak ‘geniş zaman’a aktığı, insan varoluşunun mitologya boyutunda sonsuzlaştığı bir beldedir Ören. Anday artık bu mitologyanın evrenindedir.
Bir dünya yazarı
Anday, yalnız şiirleri, denemeleri, romanları ile değil, sahne yapıtlarıyla da belleklere kazınmış bir dünya yazarıdır.
‘Toplumsal’ olan ile ‘evrensel’ olan Anday’ın tüm oyunlarında iç içe yer alır. Çünkü sanatı, toplumumuzun ‘şimdi’sinde yaşananlar ile ‘geniş zaman’da (dünyanın ve Anadolu’nun binlerce yıllık serüveninde) var olanı aynı anda duyumsayabilen bir bilincin ürünüdür. Bilginin duyarlıkla sarmaş dolaş olduğu noktada ulaşılan bilgelik yansır tüm yapıtlarında.
Yaşamın gizi
Anday’ın oyunlarında somut (güncel, göreneksel, tanıdık) olan ile soyut (genel, düşünsel, yadırgatıcı) olan öğeler öylesine iç içedir ki, bir yandan sahnede ülkemizde yaşananları (siyasi tutukluların sorgulanma süreçlerini, kadını ve erkeği ezen yargı ve önyargıları, baskı dönemlerinin yarattığı kuşku ve dehşet ortamını, aynı dönemlerdeki ‘her kafadan başka sesin çıktığı’ toplumsal görüntüyü) izlerken, öte yandan da insanın varoluş sancılarının, yalnızlığının, iletişimsizliğinin, yaşamın gizini çözememişliğinin ‘gülünesi/acınası’ manzarasına tanık olursunuz.
İnce bir burukluk
Ancak Anday, ‘pathetic’ (buruk) olana abanmayan bir ‘pathos’ (buruk etki) ustası olarak çıkar karşımıza. Oyunların dokusuna incecik işlenmiş bir burukluktur söz konusu olan. Kimi zaman bir sözcükte, yalın bir eylemde, öylesine anlatılmış bir öyküde, bir el hareketinde yakalanıveren.
Anday, ‘kahraman olmayan kahramanlar’ın yazarıdır. Dahası, sahne metinlerini çekici bir olaylar dizisi çerçevesi içinde biçimlendirmektense, yalın bir melodiyi, zengin bir armoni oluşumuyla yoğunlaştırmayı yeğlemiştir.
İki sahne başyapıtı
İki başyapıtı ‘Mikado’nun Çöpleri’ ve ‘İçerdekiler’, iç içe dokunmuş toplumsal/evrensel düzlemdeki anlam katmanlarından zorlu kulaçlar atarak geçmeyi gerektirir.
‘Mikado’nun Çöpleri’nde karlı bir gecede kucağındaki bebeğiyle sokakta kalmış bu kadını evine alan yalnız bir erkeğin yaşantısına tanık oluruz. Birbirlerine öykülerini anlatıp yakınlaşırlar, sevişirler, sonra da evlenirler diye bekleriz.
Oysa yalnızca konuşurlar. Sırlarını hem anlatıp, hem anlatmadan... Sabah olunca kadın çıkıp gider. Erkek yine tek başınadır. Ama etkilemişlerdir birbirlerini. İkisinin de yaşama bakışı değişecektir.
60’ların ‘İçerdekiler’i
‘İçerdekiler’in yazıldığı 1960’lı yıllarda ‘işkence’ olgusu dile düşmemişti. Anday’ın ‘Komiser’ karakteri fiziksel işkenceye başvurmaz, ama amirlere yaranmaya endekslenmiş emir kulu psikolojisinin, üstünlük duygusuna ulaşmanın yolunu gözaltındaki kurbanları çökertme gücünde arayışın, klişeleşmiş bir belden aşağılığın alaturka bir arketipini oluşturur.
Aynı oyunun ‘Tutuklu’su, devletin ‘aydın kişi’ karşısındaki kuşkucu tutumunun göstergesi olan baskının, bu baskı karşısında sınanan direncin simgesidir.
1960’ların ürünü olan ‘Mikado’nun Çöpleri’ ve ‘İçerdekiler’ oyunlarının ‘yaşama sevinci’ne açıldığını görürsünüz.
Trajikomik serüven
1970’lerde gündeme gelen dört soyut oyunda (‘Yarın Başka Koruda’, ‘Dikkat Köpek Var’, ‘Ölüler Konuşmak İster’, ‘Müfettişler’) bir yandan Türkiye’nin güncelini, öte yandan da insanoğlunun, ‘yaşam’ı ‘aldanışlarla yaşanır kılma’ çabası ile ‘ölüm’ gerçeğinin çatıştırıldığı ‘trajikomik’ serüvenini izlersiniz.
Anday’ın yıllar sonra (1980’lerde) yazdığı ve günümüzde de yaşayan ‘ölümsüz’ Jül Sezar’ın serüvenini anlatan ‘Ölümsüzler’e gelindiğinde ise ‘yaşam’ ile ‘ölüm’ uzlaşmıştır. İnsan dediğin, isterse Jül Sezar olsun, yaşar ve ölür. ‘Ölümsüzlük’ ise tarihin bir ‘yalan’ı, ‘yakıştırması’dır olsa olsa.
Duygula akıl dengesi
Anday’ın oyunlarının ‘düşsel (fantezi) boyutu’ hiçbir zaman ‘gerçeği’ dışlamaz. Anday, aklın, sağduyunun, arı düşüncenin tanrısı Apollon’u, coşkunluğun tanrısı Diyonizos’un karşısına çıkartmış, tüm yapıtlarında olduğu gibi ‘duygu’yu ‘akıl’ ile dengelemiştir.
Birbirine benzemeyen, birbirinden etkilenmemiş, çok özel oyunlardır Anday’ın yazdıkları. Doğru biçimde sahnelenmeleri için özenli bir çaba, zekâ ve yetenek gerekir.
Nice yüzyıllara, büyük usta!
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza