Ömer Hayyam ve Yaşar Kemal
Geçenlerde piyanist ve besteci Fazıl Say'a, düşünce ve ifade özgürlüğünün temel ilkeleri ayaklar altına alınarak verilen 'ceza'nın ardından pek çok şey yazıldı, konuşuldu, tartışıldı. Gel gör ki, 'ceza'nın ve tartışmaların belki de asıl öznesi olan 11. ve 12. yüzyılların İranlı şair ve bilim insanı Ömer Hayyam'ın kendisi pek gündeme gelmedi.

Fazıl Say’a verilen “ceza”nın öncesi ve sonrasındaki tartışmalar sırasında Ömer Hayyam’ın rubaileri ne kadar okundu ya da ne kadar yeniden okundu, bilmiyorum. Ama Hayyam’ın, yalnızca Doğu’da değil Batı’da da evrensel bir niteliğe erişmiş olan dörtlükleri, bağnazlıkların ötesinde, yaşam felsefesinin ışığında yeniden okunsa ne kadar iyi olur, diye düşünüyorum.
Peki, nedir Hayyam’ı ve rubailerini evrensel kılan? Kanımca, Farsçanın güzelliklerine güzellikler, İran şiirinin özgünlüğüne özgünlük katmasının ötesinde, yaşamın ve ölümün gizemleri karşısındaki tedirginliğini, erinçsizliğini başkaldırıya varan bir tepkiyle dile getirmesi. Bir başka deyişle, gerçekliğin ve sonrasızlığın niteliğini, yaşamın süreksizliği ve belirsizliğini, insanın Tanrı’yla ilişkisini gözüpek bir yaklaşımla sorgulama yürekliliğini göstermesi.
Bizim daha çok rubaileriyle tanıdığımız Hayyam’ın, döneminin çok yönlü aydınlarından biri, yaşadığı çağda ve ülkesinde bilimsel çalışmalarıyla ünlenmiş bir matematikçi ve astronom olduğunun kaç kişi ayırdında? Hayyam’ın, Büyük Selçuklu sultanı Melikşah’ın çağrısıyla takvim sistemini yeniden düzenlediğini, o dönemin İslam dünyasında matematiğin en büyük temsilcisi sayıldığını, sayılar kuramı ve cebir dallarında önemli çalışmalar gerçekleştirdiğini kaç kişi biliyor?
Hayyam’ın rubailerinde, şeriata ve öbür dünyanın varlığına kuşkuyla bakmasında, dinlerin getirdiği kesinlikleri ciddiye almamasında, insanın güçsüzlüğü ve cehaleti karşısında kaygı duymasında, temel metafizik sorunları açıksözlülükle ve çekinmeden sorgulamasında belli ki döneminin önde gelen bilim insanlarından biri olmasının da payı var.
Bugün İran’ın yönetimini ellerinde tutanlar, “Yaşamanın sırlarını bileydin / Ölümün sırlarını da çözerdin; / Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: / Yarın, akılsız, neyi bileceksin?” demekten çekinmeyen Nişaburlu Ömer Hayyam’ın şiirine nasıl bakıyorlar, bilmiyorum. Ama çağımızdan bakıldığında, Hayyam’ın rubailerinin, nitelikli ve sahici sanat ve edebiyatın hiçbir çağda muhafazakâr, tutucu bir yaklaşımla gerçekleştirilemeyeceğini; yüzyıllara dayanıklı, bizi yüreğimizden sarsan sanat ve edebiyatın, dar siyasal ve ideolojik anlamda değil, ama en geniş anlamda muhalif, sorgulayan ve başkaldıran sanat ve edebiyat olduğunu bir kez daha kanıtladığı kanısındayım.
“Akıl bu kadehi övdükçe över; / Alnından sevgiyle öptükçe öper; / Zaman ustaysa bu canım nesneyi / Hem yapar hem kırıp bin parça eder”; “Her sabah yeni bir gün doğarken, / Bir gün de eksilir ömürden; / Her şafak bir hırsız gibidir / Elinde bir fenerle gelen” derken “zaman”ı sorgulayan Hayyam, “İçin temiz olmadıktan sonra / Hacı hoca olmuşsun, kaç para! / Hırka, tesbih, post, seccade güzel: / Ama Tanrı kanar mı bunlara?” diyerek din cambazlarını Tanrı’ya havale etmekle yetinmez; “Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle; / Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle; / Bana kötü deyip kötülük edeceksen, / Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle” diyerek kafa tutmaktan da çekinmez.
Fazıl Say’ı yargılayıp “ceza” verenler, Türkiye’yi, yıllar önce Salman Rushdie’nin “Şeytan Âyetleri” adlı romanını yargılayanların düzeyine çektiler. Böylesi bir ortamda, Say’ı yargılayanlar dahil olmak üzere herkesi, Hayyam’ı yeniden okumaya çağırıyorum. İsterseniz, Sabahattin Eyuboğlu’nun bir ölçüde serbest çevirisinden, dilerseniz Abdülbaki Gölpınarlı’nın özenle hazırladığı kitaptan. Ama ille de güncelliklerin ve bağnazlıkların ötesinde, yaşam felsefesinin ışığında:
“Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok. / Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok. / Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok. / Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok…”
Anımsatmak istediğim bir başka kitap da Yaşar Kemal’in, yıllardır sürdürdüğü barış çağrılarını bir araya getirdiği “Bu Bir Çağrıdır”. Şu sıralar sürmekte olan “barış süreci” tartışmalı günlerinde mutlaka yeniden okunması gereken bir kitap “Bu Bir Çağrıdır”.
Kişilerin vicdanı olduğu gibi, toplumların da vicdanı vardır. Bir toplum vicdanını yitirir gibi oldu mu, tüm ölçütler, değerler şaşmaya yüz tutar. Olup bitenler, yaşananlar karşısında duyarsızlaşmaya, kayıtsızlaşmaya başlar toplum. Ortak değerleri, hep birlikte oluşturulmuş güzellikleri kimsenin gözü görmez olur.
Kimi yazarlar ve ozanlar, romanlarını, öykülerini, şiirlerini yazarken edindikleri toplumu gözlemleme güçlerinden, insan ruhunu okuma yetilerinden yola çıkarak bir “ses”e dönüşürler. Toplumda yaşananlara gösterdikleri tepkileriyle, dile getirme yürekliliğini gösterdikleri düşünceleriyle, yaşadıkları toplumun “ses”i, “vicdan”ı olurlar…
Onlar, tam da Melih Cevdet Anday’ın “Telgrafhane” şiirinde söylediği gibidirler: “Bir sis çanı gibi gecenin içinde / Ta gün ışıyıncaya kadar / Vakur metin sade / Çalacaksın…”
Örneğin, 19. yüzyılda yazdığı “Çimen Yaprakları”ndaki dizeleriyle, Amerikalılara seslenen, onları hoşgörülü ve cömert olmaya, tüm ırkların birleşmesinden doğan, siyasal özgürlükten beslenen yeni bir soy yaratmaya çağıran Walt Whitman, yaşadığı toplumun vicdanı olmuş bir ozandı.
Sonra, Siyah edebiyat akımının ozanı Léopold Senghor geliyor aklıma. 1960-80 yılları arasında Senegal devlet başkanlığı yapan Senghor, gerek eylemiyle, gerek denemeleri ve şiirleriyle yalnızca ülkesinin değil, tüm bir Afrika’nın birliğinden yana çıkmış; bağnazlıktan uzak, demokratik, insancıl değerleri hayata geçirmek için çaba göstermiş; Senegal ve Afrika’nın sağduyulu, hoşgörülü sesi olmuştu.
Ardından, İngiliz düşünür Bertrand Russell’ı anımsıyorum. Toplumsal ve siyasal kampanyalara öncülük eden, barışı ve nükleer silahsızlanmayı savunan Russell’ı. Einstein’la birlikte hazırladığı nükleer-karşıtı bildiriyi, pasif direniş eylemleri düzenleyen 100’ler Komitesi’ni, 1960’ların başlarının simgelerinden biri olup çıkan kitlesel oturma eylemlerini, onun öncülüğünde kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ni.
Kanımca, bu açıdan baktığımızda, Yaşar Kemal’i de yaşadığı toplumun vicdanı olan yazarlar arasında saymalıyız.
“Bu Bir Çağrıdır” adlı kitabında, “Bu çağrıları çok yazdım, yirmi yıldır yazdıklarımı bir araya toplayarak bir daha çağrıda bulunayım dedim” diyordu Yaşar Kemal. “Ne söylense sanki duyan yok, gören yok, buna karşın Kürt sorunu dillerde, dillerde ya, hiçbir şey olmuyor. Sanki Türkiye’de hiçbir şey olmamış, sanki köyler, binlerce köy yakılarak dört milyon köylü Türkiye’nin dört bir yanına aç perişan dağılmamış, sanki binlerce faili meçhul denilen cinayet olmamış, sanki Kürtler inanılmayacak işkenceler görmemişler, işkencelerde ölmemişler. Şimdi köylüler köylerine dönsün diyorlar ama ya köy kalmamış, ya kalan köylere onları devletin korucuları sokmuyor.”
Ne ki, Yaşar Kemal, aynı kitapta, bir başka çağrıda daha bulunuyordu: “Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki, bu yaraların sağılması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle el ele verelim…”
Buradaki “doğru dürüst bir demokratik düzen” sözlerinin “barış süreci”nin de anahtarı olduğu kanısındayım. Ancak gündelik siyasal hesaplar ve çekişmelerden arındırılmış, Türkiye’nin tümü için gerçekten demokratik bir düzeni hedefleyen, ümmetleşerek değil, çağdaş insan hakları ve düşünce özgürlüğü temelinde ilerletilen bir “barış süreci”nin kalıcı bir sonuca ulaşabileceği açık değil mi?
Olup biteni köşesinden, sessizce, belki hafifçe gülümseyerek izleyen Yaşar Kemal’in “Bu Bir Çağrıdır” adlı kitabındaki yazılarının da şu günlerde yeniden okunması gerektiği kanısındayım. Özellikle de “âkil insanlar” tarafından…
Gerçek ve içten bir “barış süreci”nin, heykele “ucube”, baleye “belden aşağı”, Paul Auster’a “cahil adam” diyenlerin ötesinde, “Fareler ve İnsanlar”dan “Şeker Portakalı”na pek çok kitabı insancıl değerlerini zerre kadar kavramadan, salt dinsel ahlâk kaygısıyla yargılayanların dışında hedefe ulaşabileceğini düşünüyorum.
celaluster@cumhuriyet.com.tr

En Çok Okunan Haberler
-
‘Savunmasına katılmazsam namerdim’
-
Hukuksuzluk bitti, gazetecilik beraat etti
-
Bozdağ, AKP’li Osman Gökçek’i yalanladı!
-
Zorlu Holding'ten Cem Köksal'ın yerine 'eski' atama!
-
Özel'den TBMM Başkanı Kurtulmuş'a 'süreç' çağrısı
-
O şartı sağlayanların aylıkları artacak!
-
Bakan Ersoy’un eşinden ‘destek’ geldi!
-
Sigara fiyatlarına dev zam: Tarih verildi!
-
163 bıçak darbesiyle öldürdü, 'gülerek' savunma yaptı
-
‘Affedebileceğim bir şey değil’