Opera sanatın şeref tribünü ama…
Koronavirüs hepimizi evlere hapsettikten sonra ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ sözü birçok alanda vücut bulmaya başladı. Bunlardan biri de sanat alanı. Kameranın karşısına geçip, yeteneklerini sergileyenlerle tanıştığımız gibi, gizli kalmış ya da gizli kalmayı tercih etmiş cevherlerin de farkına varır olduk. Onlardan biri Gonca Birol Bahar.
Opera sanatçısı, İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde hoca… Ama… Soma faciasının yıldönümünde öyle bir ağıt yaktı ki internette hepimizin yüreğini dağladı. Biz de kapısını çaldık, tanışmak istedik…
- Instagram’da şahane bir Soma ağıdı paylaştınız. Sizin besteniz miydi?
Evet, benim ağıdım… ‘Ağıt’ın anlamı ağlamaktır. Ağaçla, hayvanla, insanla; her canlıyla empati kurarak büyüdüm… Yıpratıcı olduğu kadar, insanın yaratıcı gücünü ayakta tutan bir özellik. Müzikle birleştiğinde hayatın müzikal oluyor. Mutlu olduğunda da kendine ve çevrene güç veren melodik kelimeler dökülüyor ağzından, neşen katlanıyor ve herkese yetiyorsun… Kayıpların arkasından ağladığında ise ağıt yakıyorsun, ana oluyorsun, baba oluyorsun, çocuk oluyorsun… O gün çok acı bir gündü, ağlarken ağzımdan dökülüverdi kelimeler, içten gelen bir şey, tarifi yok…
- Hadi sizi tanıyalım, nerede, ne zaman, nasıl bir aileye doğdunuz?
Anne ve babamın aileleri kültürel olarak farklı ama ama onların birleşimi bir ahenk yarattı hayatımda. Babaannemler, Makedonya Selanik kültürüyle bezenmiş, köy enstitülerinde yıllarca öğretmenlik yapmış, müzik derslerine girmiş. Rahmetli dedemin mandolin çalarak söylediği türküler hâlâ anılarımda capcanlı. Eskişehir’de evlerinde her sabah radyodan gelen Türk Sanat Müziği ezgileriyle uyanmak, babaannemin mutfakta söylediği yumuşak güzel sesiyle, baharat kokulu kileri, çekmeceleri, sandıkları karıştırmak… Anneannemler, Antalya Akseki Torosların iklimi, kekiği, keçisi, kaşık havaları, yörüklerin ritimleri, yakarışları, ayaklarını yere vuruşları,yiğitliği, doğruluğu, neşeleri… Bizim evimiz ise Burdur’daydı…1980’de doğdum. Sipsi, cura, teke zortlatması, hop diri diri daddirididdiri dom, kezban yenge rengarenk folklörü şivesi… Rahmetli annemle babam neredeyse her tür ve kaliteli müzik dinlerlerdi, söylerdi. Tabi bir de aynanın karşısında şarkı söyleyip dansetmekten bıkmayan kız kardeşim canım Seçil…
- Baya müzikli bir ev…
Evet müziğin içine doğdum ama benim için yeterli değildi. Çocukken dahi sahneyi çok seviyordum. Henüz dört yaşındayken izlemeye gittiğimiz konserlerde “Ben de sahnede şarkı söylemeliyim!” deyip kendimi sahneye atardım; bu, tiyatroya gittiğimizde de böyle olurdu, aileme zor durumlar yaşatmışlığım var…Ablalar, abiler, öğretmenler beni hep duvarların, masaların üzerine çıkarır şarkı söyletirler, arkadaşlarım alkışlar, ben selam verirdim, bu benim için çok ciddi bir durumdu. (Gülüyor) İlkokulun ilk senesini bitirdiğim yaz, İstanbul Gülhane Parkı’nda festivalde Nilüfer sahnede… Hınca hınç kalabalık… Sahneye çıkıp ben de söyleyeceğim diyerek ağlıyorum, anneannem kaybolurum diye beni sımsıkı tutmuş... Ertesi gece, İstanbul’dan Burdur’a trenle dönüyoruz. Vagonun en önundeki koltuğun tepesine ters şekilde oturarak tüm yolculara seslendim “Merhabaaa beeen Gonca, şimdi size bir şarkı söylememi ister misiniz?”
- Çok güzelmiş…
Şaşkın bakışların yerini alkışlar aldı, o gece beni üzmemek için kimse ‘sus’ demedi. Yorulana kadar şarkı söyledim. Soruyorum; “tamam mı devam mı” diye, alkışlayarak “Devaaam” diyorlar… Hava ağarmaya başlayana kadar devam ettim, karşımda kafası düşenler uyuyanlar çoğalmıştı…
- Şahane bir sesiniz var ama aynı zamanda küçükken babadan çekiniyorsunuz değil mi? Ne de olsa o bir usta…
Evet, babam Ankara Gazi Müzik Eğitimi Bölümü eski mezunlarından. Akademisyen olduğu için müzik konusunda oldukça titizdi, kolay kolay beğenmez, çok seçici ve mükemmelliyetçiydi. Lise ve üniversite yıllarında karşısında arya, türkü, şarkı söylemek, benim için çok zordu, heyecandan sesim bile kısılırdı… Dün gibi hatırlıyorum. İlkokul 2. Sınıftayım, evin salonunda kendi kendime oyun oynuyorum, gazetesini okuyan dedeme dönüp “Biliyor musun ‘Gonca Birol’ ismini tüm dünya bilecek ben büyüyünce konserler vereceğim” diyorum. Dedem elindeki Cumhuriyet gazetesinden başını kaldırıp, “Tabii ki öyle olacak,biliyorum’’ diyor. İki sene sonra ilk sahne tecrübemi yaşadım, okulumuzun flüt korosunun şefliğini yaptığımda artık sahne tozunu yutmuştum… İlkokul bittikten sonra eğitim için Antalya’ya bir koleje gönderildim. Benim için tek başına kalmak çok zordu, bir yıl sonra yeniden eve döndüm. Sonra yıllar geçti, Müzik Eğitimi Bölümü’ne girdim.
- Üniversitede okuyorsunuz ama cuma akşamları da Ankara’ya gidiyorsun. Ne yapıyorsun Ankara’da?
Evet, birgün annemle babama yemek masasında, şunları söyledim: “Ben sesimi eğitmek, doğru kullanmak istiyorum. Ankara’ya Devlet Opera ve Balesine gidiyorum, sesimi dinlettireceğim. Beğenirlerse çalışır geliştiririm kendimi, buradan gelip giderim.
- 6 saatlik yol…
Onlar da böyle söyledi. Olsun dedim. Hayatımın dönüm noktası… Şimdi halen görüştüğüm çok kıymetli hocam Soprano Nuray Sarıoğlu “Gonca, harika bir sesin var. Solist olacak sese sahipsin” dediğinde dünyalar benim olmuştu. Her cuma gecesi Burdur’dan otobüse biniyor, sabah Ankara’da oluyordum. Simit yiyip, çayımı içtikten sonra doğru operaya. Akşam olunca olunca tekrar otobüse binip Burdur’a dönüyordum. Operada herkes uzaktan gelip gitmemden dolayı beni tanımıştı. Türkiyenin en iyi korepetitorlerinden Fikri Özdemir “Gonca operanın senin gibi istekli azimli santçılara ihtiyacı var” demişti, sevgiyle anıyorum… Yazları Ankara’nın kuru sıcağında bir yurtta kalmaya başladım, artık operadan çıkmıyordum. Beş yıl boyunca sürdü ses eğitimi çalışmalarım, gel gör ki kadro sınavı bir türlü açılmıyordu… Üniversitede okutman oldum, sıfırdan yetiştirdiğim şan bölümü öğrencilerimle aramızda eşsiz bir bağ oldu. Bu arada evlendim, bana saygı duyan ve desteğini esirgemeyen harika bir eşe sahibim…
- Peki sahne ne oldu?
Yıllar sonra İstanbul’da tanıştığım dünyaca ünlü Bas Ayhan Baran’ın, “Gel beraber çalışalım” demesiyle bambaşka bir pencereden dünyaya bakmaya başlamıştım… Artık tek başına konserler veriyordum, festivaller, kongreler… Ama türkülerden vazgeçemiyordum… Ben türkü söylemeliydim…
- Haydaa… Opera aslında uzaktan bakınca müziğin şeref tribünü gibi geliyor insana…
Evet hatta sadece müziğin değil sanatın şeref tribünü, çünkü içinde tüm sanat dallarını barındırıyor… Müzik sanatında, insan ruhuna doğrudan etkili olan unsur, her şeyden once insan sesi ve melodi…
- Şunu hep merak etmişimdir, operacılar pop söylemez mi? Tırnak içinde ayıp mıdır?
Opera sanatçıları popüler şarkı söyler mi; evet tabii ki söyler ama o zamanlar yani benim öğrenciliğimde daha katıydı. Opera prensibi, insanı tepeden tırnağa bir kalıba sokuyordu. Duruş, kıyafet, davranış; hepsi bi bütündü, Özellikle Ayhan Hocam, belli bir eğitimden sonra oturmuş gırtlak yapısının bozulmasını istemediği için katı kurallar, yasaklar koyardı… Onunla çalışırken türkü söyleyemezdim mesela… Şimdi o kadar katı değil. Bakın Murat Karahan’a, harika şan tekniğini kullanarak popüler şarkıları ve Türk Sanat Müziği eserlerini konserlerinde muhteşem yorumluyor, o eski anlayış kırıldı, iyi de oldu bence…
- Siz en çok türkü söylemeyi seviyorsunuz ama…
Evet, arınmak gibi, kendimi en iyi, en mutlu hissetiğim anlar… Bunun en büyük sebebi de beni dinleyen insanlarla aramda bir bağ oluşması, gözlerin teması, kalbin teması, gözlerden taşan duygu, sihir… Bu etkileşimin başka bir tür müzikte olması benim için mümkün değil, çünkü burası Anadolu, biz hepimiz aynıyız…
- Bir de albüm yaptınız, değil mi?
Eşim Hakan’la İstanbul’a geliş sebebimiz kendimizi geliştirmekti. O tıp alanında bense sanat… İlk birkaç yıl kimseyi tanımıyordum, zamanla girdiğim entelektüel çıplak sesle sahneye çıkıp türkü söylemem sevgiyle, beğeniyle karşılandı. Rahmetli annemin ‘Gonca sesini kaydetmelisin bir hatıra kalmalı senden’ demesiyle albüm yapmaya karar verdim, gerçi anneciğim göremedi ama gökyüzünden dinlediğine eminim… Vedat Sakman müzik ahlakı, güvenilirliğiyle konservatuvar çıkışlı genç müzisyenlerin abisiydi… İşte bu yüzden çevresinde müzik sevgisi dopdolu genç yetenekli müzisyen gençler vardı. Muhterem Sur’u Hüseyin Sarısaltıkoğl’unu o zaman tanıdım… Muhterem’le hesap yaptık, müzisyen arkadaşların parası ve stüdyonun kirasını vermek için bankadan kredi çektim, biraz da ailem ek yaptı. Beyoğlu’nda eski ahşap binanın bir katındaki stüdyoda türküleri kaydettik. Bu arada ikinci bebeğime sekiz aylık hamileyim. Bir sabah telefonum çaldı, arayan Muhterem’di. “Gonca, bir şey söyleyeceğim ama korkma” dedi.
- Eyvah…
Stüdyonun bulunduğu binanın yanındaki eve yıkım için gelmişler. Evi yıkarken bizim stüdyonun bulunduğu bina da tamamen çökmüş. Bu kötü haber. Muhterem devam etti; “Biz enkazın içine indik ve kayıtları bulup kurtarmayı başardık ama stüdyo artık yok”… “Şükürler olsun” dediğimi hatırlıyorum. Sonra, Nurullah Çaçan la tanıştım, hemen albümü çıkartabileceğini söyleyince hiç düşünmeden tamam dedim… Aileme hatıra kalmasını düşündüğüm bir albümdü amao hafta idefix’te en çok satanlar listesine girdi, D&R da ise türkü kategorisinde ilk 10’a girdi. Şimdi ise beste ve yorumlarımın birkaçı Doremint Music aracılığıyla dijital platformlarda yayınlanıyor.
- Aslında şimdilerde evlere kapandık ve internet imdadımıza yetişti. Artık albüm yapmak falan da anlamını kaybetti galiba. Sanki her şey daha demokratik. Açıyorsun canlı yayını ve söylemeye başlıyorsun. Sizin de canlı yayınlarınız var… Bir sanatçı için ne ifade ediyor bu? İzleyiciyi hissedebiliyor musunuz?
Tabiki seyirciyle bir arada olunan konserlerin yerini hiçbir şey tutmaz ama evlere kapandığımız şu süreçte internet sayesinde ülkemizde ne kadar çok genç yetenekli müzisyen olduğunu gördük, kısa zaman önce popular kültürün bizlere dayattığı bir kaç isim dışında bu müzisyenlenlere yorumculara rastlamak imkansızdı.
- Öğrencilerinize baktığınızda müziğin geleceği konusunda ne görüyorsunuz?
Evlere kapanmadan önce bu soruyu sorsaydın, farklı konuşabilirdim ama bu süreç kendimizi sorguladığımız gibi, dünyayı, hayatı, sanatı, müziği, mutluluğu sorguladığımız bir sürece dönüştü. Gençlerin bu süreci iyi değerlendirdiğini düşünüyorum ve müzik adına umutluyum…
- Yeni albüm düşünüyor musunuz ya da sahneye çıkmayı?
Evet düşünüyorum kaydolmayı bekleyen yeni bestelerim var ve tabiki sahneye çıkmadan hayatımın perdelerini kapatmayacağım…
(Cumhuriyet Pazar)
Fotoğraflar: Ferhat Elik
En Çok Okunan Haberler
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- WhatsApp, Instagram ve Facebook'ta erişim sorunu!
- Polis müdürlerine gözaltı: 'Cevheri Güven' ayrıntısı
- Esad'a ikinci darbe
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- O ülke Suriye büyükelçiliğini açıyor!