Orhan Kemal'in babası anlatıyor

Abdülkadir Kemali Bey'in on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Osmaniye'de başlayan hayat hikâyesi, bize söyleyecek çok sözü olan anlatılardan biri. Bir imparatorluğun çözülüşünden yeni bir devletin doğuşuna varana dek son derece önemli tanıklıklar içeren bu yaşam, çağımız insanına geçmişe daha geniş bir perspektifle bakma imkânı sunuyor. Yazar Orhan Kemal'in de babası olan Abdülkadir Kemali Bey'in anıları torunu Işık Öğütçü tarafından yayına hazırlandı.

Yayınlanma: 10.02.2011 - 08:57
Abone Ol google-news

Orhan Kemal'in babası Abdülkadir Kemali Bey, günümüzden yüz yıl önce yaşanmaya başlanmış toplumsal, siyasal olaylar içinde yetişmiş bir kişi. Onu, Orhan Kemal'in Baba Evi, Avare Yıllar, Cemile, Dünya Evi, Bir Filiz Vardı adlı romanlarında uzaktan tanırdık, pek ya da hiç sevmezdik.

Kemal, babasını Baba Evi'nde şöyle anlatır: 'Babam annemi saçlarından yakaladı, sofada sürüdü, sürüdü, sürüdü. Sonra çizmeleriyle tekmeledi, tekmeledi, ezdi ve avucunda kalan bir tutam saçı nefretle silkeledi (...) Biz iki kardeş, uzun gecelik entarilerimiz içinde tiril tiril titreyerek birbirimize sokulmuş, ağlamaya olsun cesaret edemeyerek donmuş kalmıştık (...) Dehşetli bir isyan hissiyle babama baktım. Fakat onun çatık, simsiyah kaşları' Babam bir dev kadar kocaman ve kuvvetliydi!' (s. 26)
 

İttihatçılık

Orhan Kemal'in romanlarında betimlediği o baba ile Abdülkadir Kemali Bey arasında dış görünüm bakımından özdeşlik olduğunu, torun Işık Öğütçü imzasıyla yayımlanan Orhan Kemal'in Babası Abdülkadir Kemali Bey'in Anıları (Anılar) adlı kitaba eklenen çeşitli fotoğraflarda açıkça görüyoruz.

Abdülkadir Kemali Bey'in iriyarı bir insan olarak kalmayıp karşılaştığı kabalıklara ve haksızlıklara karşı aşırı güç kullandığını da kendisinden öğreniyoruz: 'Fakat ben üzerinde yemekler olan masanın mermer taşını yerinden kaldırarak kanunsuzluk heykelinin [Trabzonlu bir bahriye inzibatı, E.E] göğsüne yapıştırdım. Yerimden fırlayarak Laz uşağını lokantanın içerisine yatırdım. Lokantanın iki kapsında beklemekte olan zaptiye ve jandarmalar kapılardan içeriye girip üzerime saldırdılar (...) karakolda masa üzerinde duran su dolu sürahiyi kaparak, küstah zaptiyenin kafasına çarpmak, bana doğal sonuç olarak göründü. Zaptiye başını eğdiği için sürahi duvara isabet etmiş parça parça olmuştu' (Anılar, ss. 87-88).

Abdülkadir Kemali Bey yaradılışının bir özelliği olması gereken güce başvurma eğilimini, gerçekte babasından almış gibidir. Babasından söz ederken, 'Merhum çok döverdi, çünkü aşırı sinirliydi' der. Ama kendisi bunu siyasal tutumuna, siyasal partisine bağlar: 'Benim gibi fırkacı olan sinirli bir adamdan (')' (Anılar, s. 87). Burada fırkacılıktan anlaşılması gereken, İttihat ve Terakki örgütü üyesi olmaktır.

Dönemin yurtsever aydınlarının pek çoğunun büyük umutlar bağladığı İttihat ve Terakki örgütü, İttihad-i Osmani Cemiyeti adıyla 1889 yılında İstanbul'da beş askeri tıp öğrencisince kurulmuştur. 1889, Abdülkadir Kemali Bey'in Osmaniye'ye bağlı Yarpuz'da doğduğu yıldır. Abdülkadir Kemali Bey İstanbul'a yükseköğrenim için geldiğinde, yıl 1904'tür ve başkentin siyasal yaşamı oldukça canlı ve çalkantılıdır. Abdülkadir Kemali Bey kendini işte böyle çalkantılı bir ortamda bulur.

İttihatçıların ortak kimi özelliklerini Abdülkadir Kemali Bey'in kişiliğinde görmek olanaklı. Anımsatmak gerekirse, İttihatçıların çoğu Batı Avrupa'daki eğitim-öğretim anlayışını ve uygulamalarını örnek alan bir yükseköğrenimden geçmiş, genç kimselerdir. Ortak eğilimlerinden biri de Türkçülük yanlarının ağır basmasıdır. Örnek aldıkları toplumsal-tutumsal yapı da Batı Avrupanınkidir. Bu yapı, kenter sınıfı güçlendirip yaygınlaştırmak isteyen, özel girişime öncelik ve ağırlık veren bir tutumbilimi benimseyen bir toplumsal-siyasal düzenin kendisidir. Kısacası, anamalcı düzendir. İttihatçılığa çok bel bağlamış olan Abdülkadir Kemali Bey de bu anlayıştadır. Ancak o da, pek çok benzeri gibi bu konuda düş kırıklığına uğramıştır.

Abdülkadir Kemali Bey İstanbul'da 1904'te Mekteb-i Hukuk sınavına girer ama Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi'ne yazılmak zorunda kalır. Ancak daha sonra Hukuk Mektebi'ni bitirir. Daha Hukuk öğrencisiyken bir özel okulun müdür yardımcılığı görevini üstlenmiştir. Ardından, öğrenciliği sürerken, Adliye Nezareti'ne memur olarak girer. 24 Temmuz 1908 günü Sabah gazetesinde 'Kanunuesasi'nin Yeniden İlanı' başlığını okuyunca mutluluğundan 'hüngür hüngür ağlamaya' başlar. Ağlamakta haklıdır, çünkü 'otuz küsur sene devam eden kızıl bir istibdat vatanı da milleti de yakıp' kavurmuştur (Anılar, s. 27). Meşrutiyet ilan edilmiştir. Yani haksızlıklar son bulacak, başına buyruk yönetimler tarihe karışacak, eşitlik, bireysel özgürlükler yasaların koruması altına alınacaktır.
 

Özgür ülke düşleri

Anayasanın ilan edilmesiyle birlikte her şeyin düze çıkacağını inanmak da, İttihatçıların ortak saflığı içinde yer alır. Temiz yüreklilikten de ileri gelen bu saflığı kitap boyunca biraz da gülümseyerek izleriz. Abdülkadir Bey de Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte Özgür Ülke düşleri kurar, doğru bildiği her şeyi yapar, doğru bildiği her şeyi söyler. Ama bu yüzden de başına gelmedik kalmaz. Özgürlük, doğruluk, insan hakları, tüze saygısı ödün vermediği ilkelerdendir. Ona göre İttihatçılığın da asal nitelikleri bunlardır.

'Meşrutiyet' adının yarattığı düş, Abdülkadir Bey tarafından da gerçek sanılmıştır.

Düş ile gerçek çoğu kez birbirini tutmaz. Abdülkadir Kemali Bey de bu tutmazlığı her yerde, her konuda gözleriyle görmüş, birebir yaşamıştır.

İşte o çok bel bağlanılan aldatıcı 'Kanunuesasi' ile adı var kendi yok 'Hürriyet', Abdülkadir Bey'in yaşamının dört buçuk yılını çeşitli nedenlerle damlarda geçirmesine neden olur. Abdülkadir Kemali Bey'in yattığı ilk dam, Bekirağa Bölüğü'nün damıdır. Burası, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin şimdiki avlusunda (Beyazıt) yer alan, siyasal tutukluların konulduğu bir askeri tutukevidir. Tarih 29 Ekim 1912'dir, Abdülkadir Kemali Bey 23 yaşındadır. Ama orada yalnız kalmayacaktır. Bütün koğuşlar kendisinden yaşça ve başça büyük olan kişilerle, dönemin ileri gelenleriyle dolacaktır. Bu tutuklu topluluğu 'içerde' de boş durmaz; dışarının canlı siyaset tartışmaları içeriye taşınmıştır.

Meşrutiyette Abdülkadir Kemali Bey'in en sevdiği olgu, işte bu siyasi canlılıktır.

Abdülkadir Kemali Bey bu çok sevdiği canlı siyaset alanlarından 10 Nisan 1913 günü ayrılmak zorunda kalır. Çünkü Anadolu'da ilk görev yeri olan Bitlis'in Siirt sancağına savcı olarak atanmıştır. Abdülkadir Kemali Bey'in Bekirağa'dan koğuş ağabeyi olan Hacı Adil Bey, İçişleri Bakanı olmuştur. Hacı Adil Bey yola çıkmadan önce ona çeşitli öğütler verir. Ama en önemlisi şudur: 'İlk ve son vazifen şudur: Ağaların halk ile hükümet arasındaki aracılığına son ver' (Anılar, s. 102).

Yurdun dört bir yanında

Siirt'te onu bekleyen neredeyse gerçekdışı bir yaşamdır, bir düştür. Yoksulluk, şeyhlik düzeni ama bunun yanında iyiliksever, sevimli ve sevecen bir halk vardır orada. Halkın devlete bağlılığını orada yakından görür Abdülkadir Kemali Bey. Halkın istediği, hak ve adalettir. Siirtliler, Edirne'nin geri alınmasıyla [22.7.1913] birlikte damlara çıkıp bu utkuyu silah atarak coşkuyla kutlamış, Savcı Abdülkadir Kemali Bey bu olay karşısında hiçbir kovuşturmada bulunmayarak halkın sevgisini kazanmıştır: 'Ve Siirt baştan başa, yaşasın adalet sesleriyle çalkalandı' (Anılar, ss. 116, 117).

Abdülkadir Bey Aralık 1913'te Basra İli Savcısı olarak atanır. Oraya ancak 1914 Şubatında ulaşır.

Abdülkadir Kemali Bey'i bu yılın sonlarında bu kez Bilecik'te görüyoruz. Ama artık o 'cemiyetin teşkilatında' bir görevlidir ve böylece 'Savcılıktan siyasetin girdabına' atılır (Anılar, s. 155). Söğüt'teyken bir haber alır: Devlet 'genel seferberlik' ilan etmiştir [11-23 Kasım 1914]. Abdülkadir Kemali Bey İstanbul'a döner, asker olur ve kısa bir eğitimden sonra Çanakkale'de görevlendirilir (Şubat, Mart 1915). Bu sırada eşi ve çocukları Bilecik'tedir (Anılar, s.190). Abdülkadir Kemali Bey, Çanakkale'den sonra bir süre Bilecik'te kalır. Ardından Gazze Cephesi'ne, Cemal Paşa'nın ordusuna gözetleme subayı olarak atanır. Buradaki askerlik görevi sona erince onu Batum'da görürüz. Batum'un kaymakamı, eski Siirt kaymakamı olan Mustafa Abdülhalik (Renda) Bey'dir. Abdülkadir Kemali Bey daha sonra Bilecik'e çocuklarının yanına döner, onları da alarak Adana'ya göçer. Ancak yaşam çok pahalıdır, oturulacak bir ev bulmakta güçlük çeker. Bunun üzerine bir kaymakamlık görevi ister İstanbul'dan. Önce Kafkasya'daki Acara Kaymakamlığı'na atanmışsa da, sonunda o zamanki adı Kirmasti olan Mustafakemalpaşa'ya (Bursa) kaymakam olarak gider.

Düş ile gerçek birbirini izler gibi ya da birbirinin içine geçmiş gibidir: Abdülkadir Kemali Bey 1919 Nisanı'nda bir kez daha Bekirağa Bölüğü'ne atılır. Kendisinin kabul etmediği bir sava göre, Bilecik'te sekiz Ermeni'nin öldürülmesi için buyruk vermiştir. Kısa süre sonra da ülkede işgal başlamıştır. Abdülkadir Kemali Bey Bekirağa Bölüğünde tutuklu olduğu sırada 'Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti' adına ilk mührü kazdırtır. Bir de altı maddelik bir tüzük hazırlar: 'Bu tüzüğün özeti şundan ibaretti: Vatanı yabancı işgalinden kurtarmak için gizli şekilde çalışacak olan Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, ya İstiklal ya Ölüm davasında vatanperver gençleri bu fikir etrafında toplamaya davet eder. Muvaffakiyet, azmimizi isteyen Allah'tandır' (Anılar, s. 269).

Abdülkadir Kemal'i Bey Pozantı İstiklal Mahkemesi Başkanlığı (1920), Ankara'da ilk Büyük Millet Meclisi'nde milletvekilliği, ardından Adana'da avukatlık yapmıştır (1923-1930). 24 Eylül 1930'da Ahali Partisi'nin kurmuş, Ahali adlı bir de yerel gazete çıkarmıştır. Parti 21 Aralık 1939'da kapatılmıştır. Kaldı ki, o sırada Abdülkadir Kemali Bey de Suriye'ye 'geçmiş'tir (17 Aralık 1930).
 

Özsavunmada yetersizlikler

Abdülkadir Kemali Bey'in Suriye'ye geçişi Orhan Kemal'in Baba Evi'nde anlatılır: 'Ben de herkes gibi öğrendim ki, 'salimen öbür tarafa geçmiş!' (s. 29). Sonra yoksulluk günleri. Adana'daki yakınların ilgisizliği: 'Nesine lazımmış babamın siyaset? Her koyun kendi bacağından asılırmış. El için kendine zarar vereceğine, yakıp çubuğunu rahatına baksaymış' (Avare Yıllar, s. 54). 'Çünkü onlar, babamın el için kendine zarar verişini bir nevi ahmaklık sayıyorlardı' (a.g.e., s. 56).

Abdülkadir Kemali Bey'in ülkeden 'kaçar' gibi çıkışı konusunda Menemen olaylarını (23 Aralık 1930) çağrıştıran, Serbest Fırkacı olmasına değinen çeşitli suçlamalar var. Abdülkadir Kemali Bey'in bu anılarında özsavunmasını gereğince yapabilmiş olduğu kanısında değiliz. Ancak yazılı anıların önemli bir bölümünün yitmiş olduğunu da biliyoruz.

Bununla birlikte söz konusu bu anılar kitabından anlaşıldığı kadarıyla, Abdülkadir Kemali Bey, aşırı genellemeler ve kesinlemeler yapan bir kişidir. Bu genellemeler, yukarıda andığımız Meşrutiyet'teki özgür siyasal tartışma ortamından özlemle söz edilirken bir yandan da Bekirağa Bölüğü'nün siyasal tutuklularla dolup taşmasında olduğu gibi, kimi kez birbirleriyle de çelişir. Bir örnek: 'Bahriyelilere mahsus çalımla karşıma dikilerek, 'Kalk karakola!' dedi' (Anılar, s. 86), 'Bilgili, zeki ve bütün bahriyeliler gibi hamiyetli bir gençti' (Anılar, s. 215). Bir başka örnek: 'Siyasetçilik asker için intihardan başka bir şey değildir' (Anılar s. 83), '23 Temmuz 1908 tarihinden beri her inkılabın içinde askerin de dahil olmasıdır' (Anılar, s. 85).

Abdülkadir Kemali Bey'in askerliği sırasında tanıdığı birtakım açgözlü subayların soygunculuğunu nerdeyse bütün subaylara yayabilme eğiliminde olduğuna biz de Anıları'nda tanık olduk. Abdülkadir Kemali Bey'deki bu eğilim, 'eşkıyalığın' başka yerde değil, kesinlikle devletin içinde olduğu saplantısına ulaşmış gibi görünmektedir.

Abdülkadir Kemali Bey'in anılarında, okurda güvensizlik uyandıran yerler yok değil. Örneğin Mustafakemalpaşa Kaymakamı olduğu sırada İstanbul'dan gelen bir buyruğu hâlâ anlayamadığını söyler: 'Jandarma genel kumandanlığından gelen emre göre bütün jandarmaların terhisi gerekiyordu. Bu emrin nedeninin hâlâ kavrayamamaktayım' (Anılar, s. 260). Oysa kavranılmayacak bir şey yok. 30 Ekim 1918 Mondros Bırakışması uyarınca, az sayıda kolluk gücü dışında, Osmanlı ordusu terhis edilecektir. Abdülkadir Kemali Bey'in Mondros Bırakışmasından hiç söz etmeyişini de bizim anlayamadığımızı belirtmeliyiz.

1932, 1933 yıllarında Kudüs'te kaleme alınmış olan bu anılarla, yüz yıl öncesine dönüp o günlerin çeşitli yaşantılarına yakından tanık olma olanağına erişince, 'Değişen bir şey yok!' demekten ne yazık ki kendimizi alamadık.

Orhan Kemal'in Babası Abdülkadir Kemali Bey'in Anıları/ Yayıma Hazırlayan: Işık Öğütçü/ Everest Yayınları/ 308 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler