Osmanlı ve vampirler!

Salim Fikret Kırgi, “Osmanlı Vampirleri”nde, bizi bugün tanıdığımız vampir figürünün kaynaklarına götürüyor. Her ne kadar, “foklorik vampirler”le “kurgusal vampirler” arasındaki benzerlikler çok fazla olmasa da evrimin nereden gelip nereye uzandığını görmek ilginç. Yazar, okuru Osmanlı dünyasının vampir mitleri arasında, biraz zahmetli bir yolculuğa çıkarıyor.

Osmanlı ve vampirler!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.03.2021 - 00:02

 

Osmanlı Vampirleri Salim Fikret Kırgi’nin Budapeşte Orta Avrupa Üniversitesi’nin Karşılaştırmalı Tarih Bölümü’nde hazırladığı bir yüksek lisans çalışması. Kırgi, öncelikle vampirleri ikiye ayırıyor: “Kurgusal” ve “ folklorik vampirler”.

Kitap, önce kurgusal yani edebiyat ve sanatta (özellikle televizyon ve sinemada) karşımıza çıkan vampirlerin oldukça ayrıntılı bir dökümünü yapıyor. Ardından bu iki kategoriyi karşılaştırıyor ve bunların çeşitli yönlerden birbirine benzeyen ama oldukça farklı iki kavram olduğunun altını çiziyor.

Tamam, folklorik vampir daha sonra yaratılan kurgusal vampir mitinin öncülüdür ama modern vampir, Avrupa’daki ‘on sekizinci yüzyıl vampir çılgınlığı’ sonrasında ortaya çıkmış, birçok kaynaktan etkilenip değişerek adını aldığı halk inanışından bağımsız özellikler kazanmış kurgusal bir figürdür.

Ardından “kurgusal” vampiri bırakıp folklorun derinliklerine dalıyoruz. Önce “folklorik vampir”in ne olduğunu tarif etmeye çalışıyor Kırgi.

Folklorik vampir “erken modern dönemde sıkça tartışılan, çeşitli nedenlerle mezarlarından geri geldiklerine inanılan; yerleşim yerlerine musallat olarak insanlara, hayvanlara ve eşyalara zarar veren; en önemlisi, belirlenip yok edilmeleri için belli ritüel uygulamalar gerektiren -ölünün mezar içindeki durumunun incelenmesinden sonra gerekiyorsa kafa kesmek, kazık saplamak, ceset yakmak- doğaüstü varlıklara dair halk inanışıdır.”

Bu folklorik vampir olgusunun coğrafi sınırları ise yoğun olarak Orta ve Doğu Avrupa, Karadeniz Yarımadası, Ege kıyı ve adaları olarak çiziliyor.

Çizilen sınırların da gösterdiği gibi bu bölgede esas olarak Rum Ortodoks Hıristiyanlık egemendir. Katolik Kilisesi, söz konusu coğrafyada on altı-on sekizinci yüzyıllar arasında ortaya çıkan “vampirimsi” olayları yorumlarken Ortodoks halkı, “çoktanrıcı dönemin inanış ve ritüelleriyle zehirlenmiş” kurtarılması gereken bir cemaat olarak görüyordu.

Elimizdeki kitap o dönemin özellikle dinsel metinlerini ayrıntılı olarak elden geçirerek genellikle “vrykolakas” diye adlandırılan ilk folklorik vampir vakalarını irdeliyor. Bu vakalar, normalde yaşayanların bedenlerini işgal eden iblislerin bazen de “ölülerin bedenlerini ele geçirmesi” olarak tanımlanıyordu. Yapılan uygulama ise bir tür Şeytan çıkartmaydı. Mezardan çıkarıp kazık saplama ve ceset yakma gibi...

GÖÇ OLGUSU

Kırgi, şimdiye kadar bu alanda yapılan araştırmaların sadece Rum Ortodoks veya Slav vakaları üzerine yoğunlaşıp Müslüman ve Türk unsurların dışarda bırakıldığını özellikle belirtiyor. Ardından benzer olaylarda verilmiş fetvaların peşine düşüyor.

En eskisi on altıncı yüzyılda verilen bu fetvaların ortak özelliği, olayların ciddiye alınarak tartışılıp kararlar verilişiydi. Çünkü vampir vakalarının çıktığı yerlerde bir göç olgusu gündeme geliyordu, bu da kesinlikle önlenmesi gereken bir durumdu. Bu nedenle folklorik vampirleri yok etmek için fetva veriliyordu. Kazık çakmak, kafa kesmek, boğazlamak ve ceset yakmak. Yani ne gerekiyorsa...

Örneğin on yedinci yüzyılda verilen bir fetvada, Müslümanlıkta hoş karşılanmayan bir durum olan ceset yakmanın gerekçesi şöyle belirtiliyordu:

“Yüce Allah korusun, kötü ruhların girdiğinin alametleri belirdiyse engel yoktur.” Salim Fikret Kırgi dönemin dinsel inanışlarını, hukuğunu ve törelerini irdeleyerek folklorik vampirlerin göründüğü bu ilk dönemi kavramamızı sağlıyor. Söz konusu dönemin vampirimsi yaratıkları, bizim şimdi vampir denince aklımıza gelen yaratığa pek de benzemiyor açıkçası...

EVLİYÂ ÇELEBİ KATKISI

Kitabın en ilginç bölümü Evliyâ Çelebi’nin anlattığı vampir olayları. Evliyâ Çelebi, kitabının altıncı ve yedinci ciltlerinde Kırım yolunda ilerlerken rastladığı “Oburça” isimli köyü tanıtır. Köyün ismini açıklarken “Obur Tatar dilinde cadıya, sihirbaz avrata ve mezarında dirilene denir” diye ekler. Hemen belirtelim ki bizim çok yiyen kişi anlamında kullandığımız “obur” ile bu “obur”un hiç bir ilgisi bulunmaz. Seyahatnâme’de yer alan bu “oburlar” ile ilgili üç parcada anlatılanlar, bugün anladığımız vampir tanımına, yani kurgusal vampir edebiyatının çizdiği figüre şaşırtıcı derecede yakın.

“Bunların belli başlı özellikleri özel gecelerde gökyüzü savaşları yapmaları, insan dışı bir soydan gelmeleri ve sonsuz yaşam için insan kanı içmeleridir. Kan emici yaşayan ölüleri yok etmek için yapılması gereken uygulamalarsa aynı coğrafyadaki foklorik vampir kuzenleri gibi bedenlerine kazık saplamak ve cesetlerini yakmaktır.”

Evliyâ, Çerkes kabilelerinin bazı ileri gelenlerinin obur-tanıtıcı olduğunu da sözlerine ekler. Yani bir tür vampir avcısı gibi avının peşine düşen ve onu yok eden...

Elimizdeki kitap Seyahatnâme’deki “obur”lu bölümleri incik cincik irdeledikten sonra çok ilginç bir noktaya dikkatimizi çekiyor. Bram Stoker’in ünlü Drakula romanı ile Evliyâ Çelebi ilişkisine! “Bram Stoker’a romanı yazarken danışmanlık eden Slovak kökenli Macar Türkolog Armin Vambery”dir. Osmanlı’yı çok iyi tanıyan Vambery’nin özel ilgi alanı ise Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi’dir.

“Osmanlılar tarafından başta çok ilgi görmeyen, sonrasında da sakıncalı içerik nedeniyle sansürlenen Seyahatnâme’nin ilk basılı kopyasında altıncı cildin

önsözünü yazan kişi de Vambery idi! Kesin bağlantı veya esinlenme net olarak belirtilmese de Drakula romanındaki vampir figürünün doğaüstü özellikleri ve Seyahatnâme’deki Çerkes oburları arasındaki benzerlikler hayranlık vericidir.”

Osmanlı Vampirleri, bizi bugün tanıdığımız vampir figürünün kaynaklarına götürüyor. Her ne kadar, “foklorik vampirler”le “kurgusal vampirler” arasındaki benzerlikler çok fazla olmasa da evrimin nereden gelip nereye uzandığını görmek ilginç.

Günümüzde sayıları giderek çoğalan “kurgusal vampirler”in özellikleri de habire artıyor, değişiyor, git gide daha çekici oluyor. Ama unutmamalı ki vampir özünde olumsuz bir kahraman. Isırıyor, kanımızı emiyor ve öldürüyor! Bu denli yakın durmamıza gerek yok.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Kırgi, kitabında bizi Osmanlı dünyasının vampir mitleri arasında, biraz zahmetli bir yolculuğa çıkarıyor. Okuması oldukça zahmet isteyen, akademik bir anlatımı var. Ama yılmayıp okumaya devam ederseniz, öğrendiklerinizin bu zahmete değeceğini göreceksiniz.

Osmanlı Vampirleri / Salim Fikret Kırgi / İletişim Yayınları / 128 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler