Oyunculuk eğlence işi
Bir Bulut Olsam'ın doktoru Engin Altan Düzyatan, oyunculuğu doktorluk, kimyagerlik gibi "olmazsa olmaz" bir meslek olarak görmüyor. Ona göre oyunculuk bir eğlence işi, dizilerde oynayarak da sinema için idman yapıyor.
Engin Altan Düzyatan, şu sıralar “Bir Bulut Olsam” adlı dizideki performansıyla çok konuşuluyor. O, “Oyunculuk işi eğlence işi. Doktorluk gibi bir meslek değil bu. Olmazsa dünyanın sonu gelmiyor, insanlar açlıktan ölmüyorlar” diyecek kadar gerçekçi bakıyor işine. “Mutlaka oyuncu olmak zorundayım. Çok hırslıyım, başaracağım” dememiş hiç ama lisede sahnenin tadını aldıktan sonra başka bir şey de istememiş doğrusu. Konservatuar yıllarındaki idealistliği ve tiyatro yapma arzusu, izlediği kötü bir oyunla sonlanmış. “Bunun gibi işler yapmak için mi okudum ben?” diyerek tiyatroya küsmüş ve birden dizilerde bulmuş kendini. Sonra istediği gibi tiyatrolar da çıkmış karşısına. Pek iş seçememiş belki ama vücuduna yaptırdığı şövalye yemini dövmesini de unutmamış hiç: “Onurum hayatımdır”... Bu meslekte bir duruşa sahip olmak ve kendini kaybetmemek adına...
- Konservatuvara girmeye lisede oynadığınız bir oyundan sonra niyetleniyorsunuz sanırım...
Evet, lisede Kanlı Nigar oynadık. Zaten oyun için bizi çalıştıran hocamız da 9 Eylül Üniversitesi’nin konservatuarındandı. Daha sonra iki, üç oyun oynadıktan sonra konservatuara gireyim dedim.
Hiçbir şeye bağlılığım yok
- Çok didindim demiyorsunuz yani. Şans eseri gibi miydi biraz?
Oyuncu olmazsam hayatım biter gibi bir şey yoktu tabii. Hatta hâlâ öyle bir şey yok. Bir şey olmazsan hiçbir şey değişmez hayatta. Çünkü onu olmazsan başka şey olursun. Zaten oyunculuk doktorluk ya da kimyagerlik gibi bir meslek değil. Eğlence bu iş sonuçta. Olmazsa dünyanın sonu gelmiyor, insanlar açlıktan ölmüyor. Ayrıca hiçbir şeye karşı bağlılığım yoktur zaten benim. “Mutlaka oyuncu olmak zorundayım. Çok hırslıyım, başaracağım” demedim hiç. Ama istedim... Yani o sahnenin tadını aldıktan sonra başka bir şey de istemedim açıkçası.
Kötü bir oyunla tiyatroya küstüm
- İzmir’de mezun olduktan sonra sizi İstanbul’a bir dizi teklif getirdi sanırım...
O yıllarda tiyatroda çok idealist oluyorsunuz. Ama aslında baktığınız zaman bir oyunculuk mezununun işi çok da kolay değil Türkiye’de. Çok fazla oyunculuk okulu var. Hepsinin kalitesini tartışırız. Hangisinde gerçekten oyuncu yetiştirdikleri üzerine ayrıca çok konuşmak gerek çünkü yeterli eğitimler verilmiyor. Her oyunculuktan mezun ve iki yıl oyunculuk yapmış insan bir anda hoca oluyor ve kendine bir kurs açıyor. O kursu bitirenler oyuncu olduklarını zannediyorlar falan... Yani aslında oyunculuk açısından ortalık çok karışık. Açıkçası hiçbirimiz okulu bitirince televizyona iş yapacağımızı düşünmedik. Aklımın ucundan bile geçmedi. Zaten tiyatro yapmayı planlıyordum o dönemde.
- Ama ilk işiniz tiyatro değil dizi oldu...
Evet, İzmir Devlet Tiyatrosu’nda çok kötü bir oyun izlemiştim. “Okuldan mezun olduktan sonra bunu yapacaksam vah halime. Ben böyle şeyler yapmak istemiyorum” dedim. Gerçekten umutsuzluğa düşmüştüm: “Türkiye’de oyunculuk bu kadar. Devlet Tiyatrosu’na gireceksin ve bu oyunlarda oynayacasın. Beş yıl sonra da seni öldürecekler, ne kadar yeteneğin varsa hepsini alıp sömürecekler. Artık beş yıl sonra zaten hiçbir şeyden anlamayan, aynı yere bakan, ne verilirse onu oynayan bir adam olup çıkacaksın” diye... O yüzden küsmüştüm tiyatroya. Televizyon hiç aklıma gelmiyordu o zamanlar ama bir projesi önerildi ve böylece anlaştık.
Paraya ihtiyacınız var, gidip oynuyorsunuz ve unutulmasını umuyorsunuz
- Çok dizide rol aldınız şimdiye kadar. Memnun musunuz?
Evet, her yıl bir işte oynadım. Oyunculuk eğlence benim için. Bunu televizyonda yapıyor olmanın şöyle bir artısı var. Sonuçta sinema diye bir gerçek var. Ve her oyuncunun idealinde bir yerlerde mutlaka sinema isteği vardır. Televizyon biraz onun provası gibi oluyor. Sürekli prova yapıyormuşsunuz gibi yani... Sonuçta oyunculuk zaten sürekli pratik isteyen bir iş. Sinema için hazır bir şekilde bekliyor oluyorsunuz televizyon işleri sayesinde. Yani bir film geldiği zaman kendizi hazırlama süreciniz kısalıyor.
- Peki pratik yapıyor olmanın dışında?
Türkiye’de televizyonda bir erkeğin oynayabileceği roller belli. Dört ana rol var, size onlardan birini sunarlar. Sen olmasan Ahmet oynar. Ama ne Ahmet, ne Mehmet farklı şeyler oynarlar aslında. Hatta aynı oynarlar... Çünkü farklı istemezler zaten. Alışılmış bir jargon, alışılmış bir kalıp var. Çünkü kolay olan bu. Türkiye’de her şey kolay zaten, kimse sizin kendinizi zorlamanızı istemez.
- Peki ya tiyatro?
Tiyatro çok zevkli... Hatırlıyorum o yıllarda sinirleniyordum bu duruma. Birleşip bir tiyatro kurmamız gerektiğine inanıyordum. Gençler bir şeyler yapmıyor diye kızıyordum. Sonuçta gelmişim İstanbul’a ama tiyatro yapamıyorum.
- Neden yapamıyorsunuz?
Yer yok çünkü, nerede yapacaksınız? Zaten kimse sizi beklemiyor, “Hoşgeldin Altan. Gel tiyatro yapalım” demiyor. Ama onun dışında başvurmak istediğim yer de yoktu açıkcası. Nereye gidip de başvuracaktım? Ne vereceklerdi bana oynamam için? O nedenle kendimiz kuralım diye düşünüyordum. Nasılsa aynı kafada adamlarız, yeni mezun olmuşuz, daha enerjiğiz... “Brecht 20 yaşında bitirmiş her şeyi. Biz 25 olmuşuz, niye yapmayalım” diye düşünüyordum. Ama yapamadık tabii. Ama hep aklım bundaydı. Yani kendi aklımıza uyabilecek, kendi standartlarımızda bir tiyatro... O sırada DOT çıktı önüme. Onların bir oyununu izledim. Türkiye’de izlediğim en iyi oyunlardandı. Benim aradığım her şey vardı. Böylece Murat Daltaban’la tanıştık. Sonra bir gün beri arayıp yeni bir oyuna başlayacaklarını söyledi. Kürklü Merkür’e... Teksti bir okudum, aklım yerinden oynadı. Hatta teksti bitirdikten sonra ağladım. Hüngür şakır... Sonra da Murat’ı arayıp hangisini istiyorsan oynarım dedim.
Sıra sinemada
- Birçok güzel dizi ve tiyatroda oynadınız. Peki ya onlar kadar içinize sinen bir sinema filminde oynadınız mı?
Hayır sinemada daha öyle bir projede oynamadım. Benim de aklımda kalan şey o zaten. Tabii ki kendine göre iyi filmlerde oynadım. İyi yönetmenlerle çalıştım, ama bazıları daha iyi olsalar olurdu... Sonuçta zaten oyuncu olarak sinema bekliyor oluyorsunuz. Diziyi de filme idmanlı olmak için yapıyorsunuz zaten... Ayrıca televizyonda da, tiyatroda da kendimi tatmin ettiğim, iyi hissettiğim çok iş yaptım. Sıra sinemada...
- Neden vücudunuza Latince olarak “Onurum hayatımdır” yazan bir dövme yaptırdınız?
Bir şövalyelik yemini bu... Bu “Onurum hayatımdır. Onurumu kıranı mahvederim” gibi bir şey değil tabii ki. Bir kitapta okumuştum. Bence çok hoş bir söz. Onurum için hayatımı falan vermem tabii ama bence onur önemli bir şey. Hele bizim yaptığımız işte... Bir duruşunuzun olması gerekiyor. Kendinizi kaybetmemek adına... Arada sırada hatırlamaktan ve hatırlamak için de vücuduma yazdırmış olmaktan mutluyum.
- İş seçerken mi hatırlıyorsunuz bu cümleyi?
Ben ancak yeni yeni iş seçmeye başladım. Çünkü Türkiye’de oyuncuyu şartlar belirliyor. Yani devam etmeniz gereken bir hayat var ve sizin işiniz oyunculuk. Sonuçta para kazanmak zorundasınız. İşler geliyor ama iyi iş gelmiyor mesela. Hepsi kötü... Ve paraya ihtiyacınız var. Ne yapacaksınız? Kapatıyorsunuz gözlerinizi, gidip oynuyorsunuz. Ve unutulmasını umuyorsunuz. Zaten bizde her şey çok çabuk unutuluyor. Ama neyse ki unutulur diyeceğim kadar kötü bir işin içinde hiç olmadım. Ama olmasa da olur işlerin içinde oldum evet.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!