Sheila Fitzpatrick'ten 'Arşivdeki Casus'

“Arşivdeki Casus”, yeniyetme bir tarihçinin enteresan, ısrarlı ve kısmen macera dolu doktora tezi yazma sürecinin, Sovyetler Birliği Devlet Arşivi’nde yürütülen bir ‘casusluk faaliyeti’ olarak oto-portresi.

Sheila Fitzpatrick'ten 'Arşivdeki Casus'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.03.2017 - 11:25

Bir casusluk faaliyeti olarak tarihçilik

Sheila Fitzpatrick, kitabın başındaki kısa tanıtımda söylendiği gibi “modern Rusya tarihi alanında önde gelen isimlerden biri.” Türkçeye çevrilen ilk telif kitabı ise bu “önde gelen ismin” akademik kariyerinin nasıl başladığının otobiyografik bir anlatısı: Arşivdeki Casus: Soğuk Savaş Rusyası’ndan Anılar. Fitzpatrick’in uzun kariyeri boyunca ürettiği ve her biri (yine tanıtımdan alıntılıyorum) “alanında başvuru niteliği taşıyan” kitaplarından biri bile Türkçeye çevrilmemişken anılarının çevrilmiş olması hayli ilginç. Kitabın orijinalinde de, ön plana çıkarılan “casus”un, bu seçimde bir rolü olduğu aşikâr. Modern Rusya tarihine özel bir ilginiz yoksa, başlığı Gündelik Stalinizm olan bir kitabı mı, yoksa Arşivdeki Casus olanı mı okumayı tercih edersiniz? Klasik bir casus hikâyesi ya da en azından hareketli, sürükleyici, macera dolu bir hikâye bekliyorsanız, bu kitapta bunların hiçbiri yok. Kitapta olan ise “yeniyetme” bir tarihçinin, enteresan, ısrarlı ve kısmen macera dolu doktora tezi yazma sürecinin, Sovyetler Birliği Devlet Arşivi’nde yürütülen bir “casus”luk faaliyeti olarak oto-portresi.

 

ÇOK YÖNLÜ KURGU

Kitap, Fitzpatrick’in doktora çalışmalarına başladığı St. Anthony’s College’daki (Oxford Üniversitesi) ilk yıllarını, Sovyetler Birliği tarihi alanına yönelmesini, ilk Eğitim Halk Komiseri Anatoli Lunaçarski hakkındaki doktora çalışması için British Council’in sağladığı bursla Kruşçev ve Brejnev dönemi Moskova’sında bir değişim öğrencisi olarak geçirdiği yılları ve doktorasını tamamlamasını kapsayan altı yılda (1964-70) yaşadıklarını içeren sekiz bölümden oluşuyor. Klasik bir anı kitabıysa da Arşivdeki Casus, Fitzpatrick bundan daha fazlasını yapmayı ve bir taşla birden fazla kuş vurmayı beceriyor. Kitabı çekici kılan ve yalınkat, sıkıcı bir akademik anılar toplamı olmaktan çıkaran tarafı da bu. Kitabı okunur kılan, Fitzpatrick’in annesine yazdığı mektupları hatırlama aracı olarak kullanarak kişisel ve ailevi hesaplaşmalarını, Soğuk Savaş dönemi Moskovası’nın atmosferinde bir Batılı doktora öğrencisinin ikircikli konumu içerisinde anlatabilmesi. Buna, bir de Moskova’da kurduğu entelektüel ve akademik ilişkileri, araştırma sürecini ve kişilere, olaylara dair gözlemlerini kattığınız zaman; kitap, sadece yeknesak anılar toplamı olmaktan çıkıp Stalin sonrası Sovyetler Birliği toplumunun haletiruhiyesinin, hem görmüş geçirmiş hem de genç bir “Sovyetolog” tarafından aynı anda çizilmiş bir eskizine dönüşüyor.

Bu çok yönlü kurgu, kitabı birden fazla izlek üzerinden okumayı mümkün kılıyor.

Birincisi, Avustralyalı solcu entelektüel geleneği temsil eden bir babanın kızı olarak, İngiltere’nin en köklü eğitim kurumlarından Oxford’da, Sovyet karşıtlığıyla ve “casus okulu” olarak anılan bir kolejde doktora yapmaya karar vermesiyle başlayan, daha sonra babasının ölümüyle devam eden bir iç hesaplaşmanın temize çekilmesi. İkincisi, Moskova’daki tez danışmanı Profesör Ovçarenko aracılığıyla tanıştığı Anatoli Lunaçarski’nin kızı Irina Anatolevna ve Lunaçarski’nin ölmeden önce sekreterliğini yapmış olan Igor Sats’la kurduğu ilişki üzerinden yürüyen bir Sovyetler Birliği’ni anlama çabası. Üçüncüsü, Igor Sats’ın dönemin muhalif yayın organı Novy Mir’de üstlendiği yayın kurulu üyeliği ve Fitzpatrick’le olan baba/sevgili ilişkisi üzerinden, kendini içerisinde bulduğu, dönemin ve Stalin dönemindeki entelijansiyasının portresi. Dördüncüsü, tabii ki kitabın alt başlığının da ele verdiği üzere, Sovyetler Birliği’nin Kruşçev’le birlikte içerisine girdiği yumuşama dönemine rağmen Soğuk Savaş Moskova’sında, Batılı bir ziyaretçinin KGB ve “casus”luk paranoyasıyla mücadelesi.

Bütün bunlarla iç içe geçmiş yan izlekler de oldukça zengin: Bir kadın akademisyenin Oxford’da ve Moskova’daki erkek egemen kültürle mücadelesi, Moskova’nın Soğuk Savaş döneminde gündelik yaşamına dair tespitler; toplu ulaşım araçları, yeme-içme kültürü, giyim kuşam, sokaklar ve binaların durumu gibi. Ama bütün bunları sarmalayan ve bence kitabın en ilgi çekici izleği, tarihyazımına dair. Akademik tarihyazımının, özellikle yakın dönem tarih çalışmaları söz konusu olduğunda, biraz görmezden geldiği ya da en azından çokça üzerinde durmadığı bazı faktörleri (tarihçinin kişisel koşulları, ilişkileri ve hatta şansı) Fitzpatrick’in anlatısında açıkça görebiliyoruz.

 

ÖĞRENCİDEN SOVYETOLOGA...

Kendisinin de açıkyüreklilikle anlattığı gibi, Lunaçarski üzerine yürüttüğü çalışmanın başarılı bir çalışma olması, büyük oranda Lunaçarski’nin kızı İrina ve ölmeden önceki sekreteri İgor Sats’la kurduğu yakın ilişkinin bir sonucu. Bu yüzden, dördüncü bölüm başlığının ‘İrina ve İgor’ olması şaşırtıcı olmadığı gibi aslında bütün kitabın, Fitzpatrick’in, İgor Sats’ın danışmanlığında Rus tarihi hakkında cahil bir tarih öğrencisinden, Sovyetler Birliği hakkında içgörüye sahip bir “Sovyetolog”a dönüşmesinin hikâyesi olarak okunması da mümkün. Böylesi bir okuma, bize hem tarihçinin, ürettiği eserde kendi kişiliğini yok sayarcasına tarafsız bir konum alamayacağını hem de kendi kişiliği dışında başka kişiliklerin de eserin bir parçası olabileceğini hatırlatıyor. Igor Sats’ın ve Irina’nın, Fitzpatrick’in arşiv çalışması sırasında kendisine sunduğu perspektifin, bağlantıların arşiv çalışmasını nasıl şekillendirdiği kitapta pek çok defa doğrudan veya dolaylı şekillerde karşımıza çıkıyor. Sadece yerel bağlantıları sunmakla kalmayıp aynı zamanda Sovyetler hakkında Batılı bakışın gözden kaçıracağı nüansların farkına varmasını sağlayan Igor Sats’dı. Kitabın beşinci bölümü olan ‘Arşivlerde’, tarihçinin çalışması sırasında, bilgiye erişimin sınırlandığı toplumlarda sıklıkla (Fitzpatrick aksini düşünse de daha liberal politikaların izlendiği arşivlerde de) karşılaşabileceğimiz başka faktörlerin de devreye girebileceğini gösteriyor: Tez başlığının Parti Politbürosu’yla alakası olmadığı için giremediği Parti arşivinin yerine Devlet Arşivleri’nde çalışması, belki de Fitzpatrick’in Modern Rusya Tarihi alanında “revizyonist” tarih anlayışıyla birlikte anılmasının sebeplerinden biri.

Kısacası, Arşivdeki Casus, her yönüyle keyifle okunabilecek bir kitap.

Arşivdeki Casus / Sheila Fitzpatrick / Çeviren: İrem Yüce Almaç / Doğan Kitap / 266 s. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler