Şimdi Margaret Atwood zamanı!
Margaret Atwood okumanın çeşit çeşit yolu ve açılımı vardı. Yıllar önce Damızlık Kızın Öyküsü (Kırmızı Kedi Kitabevi, Doğan Kitap) ile kesişen yolumuz yıllar içerisinde çatallanıp yeni yollara evrildi. Bu noktada dünya değişimini sürdürüyor ve batan geminin malları olan kimliklerimiz ile oradan oraya savrulmaya devam ediyorduk, ediyoruz. Hâl böyleyken bundan çıkar sağlayan çevrelerin gücü, bir kez daha ‘kral çıplak’ noktasında virüslü ve cılızlaştırılmış sesimizle buluşuyordu, dahası 21. yüzyılı hem totaliter hem de otoriter bir yüzyıl olarak anlatmaya çalışmak durumunda olduğumuzun işaretini veriyordu.
ÖNGÖRÜLÜ YAZARIN TOPLUM ELEŞTİRİSİ
Atwood’un öngörülü bir toplum eleştirisi ve bugünleri böyle boynu bükük yaşayacağımıza dair takip ettiği yazar hissiyatı, onun kalemiyle kurduğu bağın ne kadar hakiki bir bağ olduğunu kanıtlıyordu. Gerçi onunkisi aynı zamanda modernizmin eleştirisiydi de.
Kısacası, zaman içerisinde hemen her şeyin şeyleştirildiği, nihai gerçek ve özgürlük fikrinin sürekli sumen altı edildiği bir yerden sesleniyordu. Dahasını da yapıyor, kendi hukuk yöntemlerini kuran, hapishanelerini, müzelerini, gündelik hayatı, işkencesini, işkencecisini, kadın - erkek tipini ve ideolojisini kendi kafasındaki ideal hamur kıvamıyla yoğuran ve ardından da buna sanki özgün ve bir o kadar da sahici bir özgürlük ve mutluluk payesi biçen bir sistemleştirme çabasının zaaflarını da tartışıyordu bizlerle.
Bu çabanın yarattığı merkezileştirme takıntısını ve bu takıntının yol açabileceği dertleri de... Bu dertlerin yeni dertlere nasıl kaynaklık edebileceğini de... Ve bu hususta yaratılan kurumsallaşma fikrini; derken bu fikrin yaratabileceği diğer işaretleri de...
OTORİTERİN KADIN DÜŞMANLIĞI
Atwood, bu işareti geçen yüzyılda, dünyanın bahtsız Nazi tecrübesinden yola çıkarak aktarmış ve sadece geçmişin üzerimizde gezinen lanetini değil, geleceğe de nasıl bir beter miras bırakabileceğinin noktalarına temas etmişti. Ancak iş sadece bununla da kalmıyordu!
Ta o dönemde çizdiği tablonun Donald Trump’ın ABD’sine uygun olduğu savlansa da açıkçası bütün otoriter rejimlerin yakasından düşmeyen kadın düşmanlığının da altını çiziyordu Atwood.
İnsanlığın özgürlükle kurduğu bağ, Damızlık Kızın Öyküsü ile okunduğunda, bir rejimin insanlık üzerindeki ağırlığını ve feci varoluşunun şifrelerini de çözüyorduk. Üstelik Atwood bunu resmederken aynı zamanda bu tutumun kimler ve hangi araçlar vasıtasıyla insanlığı kalbura çevireceğinin ipuçlarını da veriyordu. Ki bu nokta ayrıca çok önemliydi.
SÜPÜRÜLEN UMUTLAR VE DİSTOPYA!
Kadınlar ve zincirin en zayıf halkası her kimse onlar, bu kütlenin bedelini en çok ödemesi gerekenlerdi. Onların aracılığıyla palazlanan ‘yeni’ sistem, kan, döl ve irinle sözde ‘yeni nesilleri’ inşa etmek için oradaydı ve gücünü de o bataklıktan alarak, meşruiyetini yaygınlaştırmaya haizdi. Bugün emek, iş ve eylem noktasında yitirmeye mahkum olduğumuz her ne varsa, Atwood’un satırlarında gezinen gölgeyi takip ederek bulmamız mümkündü.
Vasatlığın, ikiyüzlülüğün ve hiyerarşilerin silip süpürdüğü umutlar için ‘distopya’ sözcüğünün artık pek de bir önemi kalmamıştı. Zira içinde yaşadığımız ve hemen her an tecrübe etmek durumunda kaldığımız günlük yaşam pratiklerimiz bizi gerçeğimizle buluşturuyor ve içinden çıkılmaz bir kısır döngünün kurbanları olduğumuzu hatırlatıyordu.
GEÇMİŞ VE GELECEK
Onun son ödüllü kitabı The Testaments’ı, tuhaf bir tesadüf sonucu Kanada’da, Ontario bölgesinde, ilk çıktığı günlerde elime alma şansına sahip oldum. Eleştirilere kulağımı kapayarak, en temel sorguladığı hususları bulmaya çalışarak Atwood ile yeniden buluştum. Damızlık Kızın Öyküsü kadar çarpıcı değildi belki; ancak bizi içten içe, bir yazar hassasiyetiyle uyarmaya devam ettiğini teslim edeceğim.
Diziden, popüler kültürden bağımsız olarak bana kalanı, yani, Damızlık Kızın Öyküsü’nden on beş yıl sonrasını anlatan haliyle yeni kitaptaki mesajı, farklı bir tahlille algıladığımı teslim edeceğim.
Siyaset bilimci ve felsefeci Hannah Arendt, Geçmişle Gelecek (İletişim Yay.) adlı kitabında günlük deneyim içerisinde gerçek dediğimiz şeylerin, kurgudan bile daha garip tesadüfler sayesinde meydana geldiklerini dile getirir. Onun ‘sonsuz ihtimal’ dediği de budur. Ancak bu konuda temkinlidir Arendt. Tıpkı Atwood gibi.
Bu dönüşüm ve değişmenin insandan bağımsız düşünüldüğü koşullarda, yani insanı yok sayan, insanı bir kurban gibi göstermeye meyilli durumlarda, Arendt’in dilinde ‘yarının düne benzeme olasılığı, ezici bir olasılıktır.’ O halde gelecek dediğimizi yeniden düşünme zamanıdır. Sonsuz ihtimali neye göre nasıl değerlendirebileceğimiz fikrini de...
Atwood’un iki kitabı arasında kurduğu, feminist manifesto tarzında da takip edilebilecek o bağı, okur cephesinden, böyle bir köprü kurarak takip ettim-içinde kavrulup gittiğimiz yüzyılı bir kez daha düşünerek.
En Çok Okunan Haberler
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- ATM'lerde 20 gün sonra yeni dönem başlıyor
- Erdoğan'dan flaş 'Suriyeliler' açıklaması
- Lütfü Savaş CHP'den ihraç edildi
- İBB, Bilal Erdoğan dönemindeki taşınmazları geri aldı
- Suriye’de şeriatın sesleri!
- 'Onun ne olduğunu iyi biliyoruz'