Sinema beni bırakmadan ben onu bıraktım

Bugüne kadar 126 filmde rol alan Filiz Akın'ı 1976'dan beri beyazperdede yeni bir projede göremiyoruz. Çünkü o televizyonun insanların yaşamlarına girdiği, sinema salonlarını boş bıraktığı dönemde 'Sinema beni bırakmadan ben onu bırakmalıyım' diyerek perdeye veda etmiş.

Yayınlanma: 04.04.2010 - 06:07
Abone Ol google-news

Türk sinemasının asil ve zarif yüzü Filiz Akın, hem Ankara Film Festivali hem de Yeşilçam Ödülleri’nde onur ödülleri aldı. Yaşamı boyunca rol aldığı 126 film için bir teşekkürdü bu ödüller kuşkusuz. Oysa bir dönem kendi deyimiyle tipi festival filmlerine pek uygun olmadığı için diğer meslektaşlarından daha çok beklemişti ödül almayı. Bugün büyük bir mutluluk patlaması yaşayan Akın’la dünden bugüne pek çok şeyi konuştuk. O yılları, sinemayı neden bıraktığını, sosyal sorumluluk projelerini, oğlunu, eşini, torununu; kısaca yaşamını anlattı bize.

- Yeşilçam Ödülleri ve Ankara Film Festivali’nde aldığınız ödüller size ne hissettirdi?

Benim için çok kıymetli ama sembolik ödüller bunlar. Oysa o yoğun film çektiğimiz dönemlerde ne çok hayal ettim ve ne çok bekledim bilseniz! Benim tipim festival filmlerine çok uygun olmadığından, bağlı olduğum firma da benim ödül alıp almamamı umursamadığından, Antalya’da Altın Portakal veya Adana’da Altın Koza kazanmak için yoncanın diğer yaprağındaki arkadaşlarımdan daha çok bekledim!

Star olmanın ölçüsü esas filmin ticari başarısıyla olsa da bu önemli festivallerden ödül almazsanız oyunculuğunuz sanki onaylanmamış oluyordu. Esas beni Altın Portakal’a taşıyan Ankara Ekspres’i oldu. Sonra Utanç ve Umutsuzlar’la almayı da isterdim ama olmadı. İtiraf edeyim bu da biraz içimde kaldı. Şimdi ise verilen onur ödülleriyle insan sevilmenin, sayılmanın, kısmen rol modeli gibi takdim edilmenin keyfini yaşıyor. Son zamanlarda geçirdiğim ölümcül hastalıktan sonra insanların bana karşı şefkati arttı herhalde. Alkışlarken salonun coşkuyla ayağa kalkmasını beklemiyordum. Şimdi söylerken bile “acaba hak ettim mi” diye bir taraftan utanıyorum ama bir taraftan da çok büyük bir mutluluk patlaması yaşadığımı da itiraf etmeliyim. Zaten genelde oyuncu dediğimiz biraz arızalı, çoğunlukla çok utangaç, hep daha çok sevgi, daha çok onaylanmak isteyen tipler değil midir?

- Türk sinemasının asil, modern, kentli ve zarif yüzü olarak sinema tutkunlarının hayranlığını kazandınız. Sarışın bir kadın olarak o dönem şartlarında zor olmadı mı bu?

- Böyle tanımlanmak çok hoş bir duygu, ama başlarda işim hakikaten zordu. Çünkü o zamana kadar sarışınlık sinemada iyi kalpli kumral veya esmer kızların aşkını elinden alan fettan, vamp kadınların özelliğiydi. “Bizden kızların koyu renkli saçları olur. Bu boyalı saçlı, dolayısıyla sahte” diye düşünen vardı mutlaka. Bir de “Zenginler saçlarını boyarlar. Onlar şımarık ve özentidir. Asıl erdemli olan fakirlere yukarıdan bakarlar” diye düşünüldüğünden, parayla her şeyi satın alacağını sanan bu sınıfa yakın fiziği olan birini bağırlarına basmaları, star olarak yüceltmeleri, baş tacı etmeleri çok zordu. Din ve kültür farklılıkları her zaman beğenilerde rol oynuyor. Ama starı, star yapan, bazen fiziğinin ve yeteneğinin ötesine geçen, projedir. Ben de hemen ilk yıllarda olmasa da, daha sonra gişe başarısı olan projeler ve kentli bir kısım yeni seyircinin ilgi duymasıyla dört yapraklı yoncanın yapraklarından biri oldum galiba.

- Şimdiye kadar 120 civarı yapımda önemli rol üstlendiniz. Neden sinemayı bıraktınız?

- 1962-1975 arası 126 film ve 1990 da “Geçmiş Bahar Mimozaları” adında televizyon dizisi… Tam sinemada kendime göre en anlamlı dönemimi yaşıyordum ki hayatımıza televizyon girdi. Büyük bir tutku ve tiryakilikle bize bağlı olan insanlar bu yeni oyuncağın karşısında büyülendiler evden çıkamaz oldular. Kendi sinemasıyla göbek bağı koptu. Sinema salonlarında büyük bir seyirci boşluğu olmasıyla kimi prodüktör çekildi, kimisi de evde değil sokaktaki erkek müşteriyi cezbeden cinsel içerikli filmlere ya da şarkıcılarla konser niteliğinde melodramlara yöneldi. Bu belirsiz süreç içinde sinema beni bırakmadan ben onu bırakmak istedim. Üstelik eşimden ayrıldığım için maddi olarak dayanma gücüm yoktu. Tanıyınca sevmediğim, çok yabancılık ve tedirginlik hissettiğim sahne için, sinemada görmediğimiz astronomik rakamlarla gelen teklifleri değerlendirdim. Çok yetenekli, çok güzel sesler daha farklı bir koruma sistemiyle çevrelendiğinden daha rahattılar. Benim için zor oldu ama hiç olmazsa hiç kimseye muhtaç olmadan belirli bir yaşam standardını sürdürebilecek birikimi ancak bu sektörün sağladığı imkânlarla yaptım. Sinemaya gelince, doğum sancıları devam ediyordu. Ben kendi hesabıma artık benim gibi klişeleşmiş bir yüz yerine, yenilerle doğup gelişeceğini görebiliyordum. O yüzden kadın erkek arasındaki bir aşk ilişkisi gibi pırıltıya dayanan starlık beni bırakmadan, ben onu bıraktım. Hiç küsme yok ama.

- Kansere karşı destek amaçlı kampanyalar başlattınız. Ayrıca Starkey İşitme Vakfı onursal başkanı olarak “Türkiye’de İşitmeyen Kalmasın” adlı bir kampanya da yürüttünüz. Bu süreçlerden bahseder misiniz?

- Sağlık, eğitim ve ülke tanıtımında yer almaya çalışıyorum. En son çalışmam ben Ankara Koleji’nde okurken imkânlarımızın kesilmesi durumunda ayrılmak zorunda kaldığımda beni parasız yatılı okutup, iftiharla mezun olmamı sağlayan Türk Eğitim Derneği’yle olacak. Muhtemelen Four Season’s da bir kermes düzenleyecek, eğitim konusunda imkânı olmayan başarılı gençlerimize burs imkânı yaratmaya çalışacağız ve onlar bizim aydınlığımız için meşalelerimiz olacak.


Önyargısız, sabırlı ve asil babaanneme özenirdim

- Sizi hiç kendinizi bırakmış, vücuduna ve kendisine özensiz davranan bir halde görmedik. Ne yapıyorsunuz, spor mu, düzenli diyet mi?

- Ben çok iştahlı biriyim. Ne düzenli diyet, ne spor yapıyorum. Kilo almayan şanslılardan da değilim. Onun için kendime göre sırlarım var. Mesela tatlı çok sevdiğim halde şekerden mümkün olduğu kadar uzak dururum. İki üç gün sonra dayanamam en sevdiğimi doyasıya yerim. Aynı gün içinde başka şeyleri çok az yerim, hatta akşam yemeği yemem ki gece yağ olarak depolanmasın. Reflü sorunum olduğu için geceleri zaten en geç yedi civarı yeriz. Davetlere çoğunlukla önceden yiyip gitmek zorunda olmak bir nevi diyet gibi. Ama orada çok az yediğimi görenler “Tabii çok kilo almaz şekerim. Geçen gece gördüm önündekileri hırpalar gibi yaptı, hele tatlıya hiç dokunmadı” diye yorum yaparlar. Halbuki benim erken bir saatte tatlıma kadar yemiş olduğum akıllarına gelmez. Spor konusunda çok kusurluyum, arada sırada yürümek dışında yaptığım bir şey yok. Halbuki bırakın dış görünüşü, metabolizmayı hızlandırdığı, toksin ve stres atmamıza yarayan hormonları salgılattırdığı için kansere karşı bile etkili bir yöntem. Benim yanlışımı yapmayıp, lütfen önem versinler spora.

- Modayla aranız nasıl?

- Bir dönem Ajda Pekkan, Gönül Yazar ve Nebahat Çehre ile en iyi giyinen kadınlar seçilirdik. Şimdi modadan ziyade insanın bir tarzı olması daha ilginç geliyor bana. Ama son moda giyecek ve aksesuarı yakıştırarak taşıyanları seyretmek çok hoşuma gider. Yalnız bizde baştan aşağı marka giymeyi abarttıklarını düşünüyorum. Annem dikiş diken, zevkli bir kadındı. Kardeşim İngiltere’de tekstil eğitimi alıp tanınan bir modacı oldu. Onun kızı İtalya’da ünlü bir moda okulunu bitirdi ve Alberta Feretti gibi birinin yanında staj yapma şansını elde etti. İTKİP Genç Tasarımcılar yarışmasına son anda yetiştiği halde üçüncü oldu. Adı Zeynep Tosun. Moda otoriteleri gibi ben de onu çok beğeniyorum.

- Sizi hep güleryüzlü, sakin ve sabırlı halinizle gördük. Filiz Akın’ı ne sinirlendirir? Sinirlendiği zaman ne yapar?

- Hep babaannem gibi Mevlevi inancına yakın bir kadına özendim. Duvarlarındaki Mevlana’nın söylemlerindeki gibi önyargısız, sabırlı ve görüntüsü de davranışları da çok asil bir kadındı. Eşime sordum o da sabırlı ve nazik olduğumu hiç bağırdığıma şahit olmadığını söyledi. Ama kabalık, sevgisizlik, sinirli ortam beni herkesten fazla etkiliyormuş. “Peki sinirlendiğimde ne yapıyorum” dediğimde “İçine atıyor suskunlaşıyorsun ama unutmuyorsun” cevabını aldım. Çok nadir de olsa sakin sakin ama ağır konuştuğum olmuştur. Bir de babaannemden ayrıldığım bir tarafım var. Hoşgörü doğamda olsa da fazla toleransın suça teşvik olduğunu düşünüyorum. Belki önce uyarmak ama sonra tepki göstererek insanlara sınırlarını hatırlatmak lazım.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler