Sıradışı tiyatro yazarı: Cãrbunariu
Gianina Cãrbunariu, Romanyalı genç bir tiyatro yazarı. Geleneksel tiyatro anlayışına karşı, gençlerin günümüz ile kurduğu dili kullanarak, onların sorunlarını sert bir tavırla sahneye taşıyor. Toplumsal reflekslerin ağırlaştığının farkında. Nedenleri bilmeden sonuçlara hizmet etmenin riyakârlık olduğunu düşünüyor. Hayata karşı söylemek istediklerini tiyatroyla söylüyor, çünkü ona göre özü gereği tiyatro bir tepki.

Gianina Cãrbunariu Romanya’nın kuzeyinden geliyor, Bükreş’e epey uzak. Gençlerin egemenliğindeki profesyonel bir tiyatro anlayışını temsil ediyor. 32 yaşında. Tek derdi geleneksel tiyatro anlayışına karşı gençlerin günümüz ile kurduğu dili ve organik iletişimi anlatmak. Oyunlarında toplumun çeperlerine tutunan çatışmalara sert ve keskin bir dille cevap veriyor. Hayata karşı söylemek istediklerini tiyatroyla söylüyor, çünkü ona göre özü gereği tiyatro bir tepki, sesi olmayan insanlara ses vermekten yükümlü... Gianina Cãrbunariu “Ve Diğer Şeyler Topluluğu” tarafından yürütülen “Yeni Metin Yeni Tiyatro” adlı proje kapsamında İstanbul’daydı. Gianina ile Galata’da konuştuk.
Oyunlarını da kendi gibi 25-30 yaş arası gençliğe yönelik yazan Cãrbunariu, derdini düz ve metaforsuz anlatıyor. Göç ve işsizlik gibi güncel sorunlara değinirken, mağdur olmuş masum gençlik yerine, hayatları ve dünyadaki konumları için savaşan, mücadeleci gençlere yer veriyor. Ona göre gençlerin hayatla mücadeleleri zaten ortak. İnsanların dertlerinin yaşı yok, cevapsız sorular ise her yaşta çıkıyor karşımıza, ama ülkeler çocuklarına yeteri kadar sahip çıkmıyor. Gençler kendilerini kurtarmak için çabalıyor, sorumluluklarını fazlasıyla alıyorlar. Elbette zaman, her zaman onlardan yana olmuyor. Bir genç olarak gençliği anlatırken eleştirilmesini anlamıyor. “İnsanlar, genç yönetmen, genç sinema yazarı derken bile olumsuz bir anlam yüklüyorlar cümlelerine. Şüphesiz tecrübe zamanla gelir, ama gençleri itelemek durumu çözmez. Gençler ciddiye alınmıyor, halbuki hayat şaka değil” diyor. Bu yüzden de kurumlar dışı çalışmanın önemli olduğunu vurguluyor, “Alternatif ve bağımsız işler yapabilmek için kendi özgür alanlarını yaratanlar seslerini daha güçlü çıkarabiliyor. Diğer türlü sistemin içine giriyorsunuz ve onlara çalışıyorsunuz” diyor. İlk oyunu “Stop the Tempo”yu da bir barda sadece el fenerleriyle sahnelemesi ülkesinin devlet desteğiyle oluşturulan merkeziyetçi tiyatro anlayışına karşı bir tavır.
Cãrbunariu, günümüzün sonuca odaklı ve sisteme hizmet eden tüketim anlayışından sıkıntı duyuyor. Nedenleri bilmeden sonuçlara hizmet etmenin riyakârlık olduğunu düşünüyor. Sonuca odaklanma körlüğünün nedenini insanların satabilecek “yeni şeyler” yaratmak istenmesi olarak görüyor. Tiyatronun takım çalışması olduğuna inanıyor. Şu anki ekibiyle de sekiz yıldır beraber. Süreklilik ve anlaşılırlık açısından birbirini tanıyan insanların faydasından yararlandığını söylüyor. “Biz gönüllü başladık, zorlukları yoğun emekle aştık. Denemekten korkmadık. Cesaretimiz de kaybedecek şeyimizin olmamasındandı” diyor.
Cãrbunariu, “Kebap” isimli yeni oyununda Romanya’yı terk edip yurtdışında zengin olmaya giden Madalina isimli genç bir kadının, kendini Dublin’de bir kebapçıda çalışırken bulmasının hikâyesini anlatıyor. Madalina, bu başlangıcın en azından ülkesindeki sefaletten iyi olduğunu düşünüyor. Göç ve umutların onu fahişeliğe kadar giden bir yola sokacağını ise hiç hesaba katmıyor. Hikâye de zamanla trajediye dönüşüyor. Cãrbunariu bu oyunu İrlanda’ya gittiğinde tanıştığı, kebapçıda çalışan bir kızın gerçek hayat hikâyesinden kurguladığını anlatıyor. Oyunuyla, kötü koşullarda, az parayla çalışan göçmenlerin istismar edilmesini ve insan borsasına dönen sistemin eleştirisini yapıyor. Cãrbunariu, “Oyunda fahişelik var, ama yalnızca vücut değil buradaki. Esas olan entelektüel fahişelik. Bu artık hepimizin zihinlerine kazındı. Kadın bedeni bir et olarak görülüyor. Kadın da erkek de bunu böyle düşünüyor ve bunun üzerinden ilişkilerini sürdürüyor. Bu taze et de oyunun sonunda yanıp kebaba dönüyor” diyor, “Sert ve acı bir ironi bu, çünkü gerçekleri insanlara anlatmak için olabildiğince sert sunmak gerekiyor”. Çünkü, insanlığın algı eşiğinin düştüğünü ve hissizleştirildiğimizi düşünüyor.
Evet, artık önemsemiyor ve görmezden geliyoruz. Toplumsal reflekslerimiz de ağırlaştı. Sanatçının rahatsız edici gerçekleri oyununa taşıması da bu yüzden. “Ben radikal değilim. Biz, oyunlarımızda insanların rahatlarını bozuyoruz. Koltuklarından huzursuz olarak kalkarlarsa sorgulamaya da başlarlar diye düşünüyoruz. Önce kendimizi eleştiriyoruz, sonra da toplumu” diyor “İnsanlar milliyet ve ulus üzerinde iyice hassaslaştı. Onlara sarılıyorlar, bugünü, geçmişlerinin üstüne kurdukları için geçmişi sorgulamaktan çekiniyorlar, ama biri bunları yapmalı”.
Elbette ona tiyatro anlayışı yüzünden, hakarete uğradığını düşünüp tepki verenler çok, ama o desteklerin daha fazla olduğu görüşünde. Oyunlarında Romanya’yı dağları, gölleri ve doğasıyla anlatmadığı için memnun. Çünkü o bir sanatçı, turizm acentesi değil. Gördükleri ve anlattıkları da yaşananlar. Tiyatro da bu demek değil mi?

En Çok Okunan Haberler
-
İmamoğlu'ndan YÖK raporuna suç duyurusu!
-
Hukuksuzluk bitti, gazetecilik beraat etti
-
İktidarın 'anayasa' hesapları
-
Okuyan'dan kritik değerlendirme
-
Özel'den TBMM Başkanı Kurtulmuş'a 'süreç' çağrısı
-
Çakarlı cipin sahibi ne kadar vergi ödedi
-
O şartı sağlayanların aylıkları artacak!
-
Yılmaz Erdoğan'dan Bahçeli'ye 'teşekkür' telefonu
-
Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler tutuklandı!
-
Alaattin Köseler görevden uzaklaştırıldı!