Sosyalistleri kim birleştirecek?
Solun kuvvetli olduğu her mahallede/ dernekte, ‘ne yapmalı’ sorusuna yanıt aranıyor. Bölünmüş solun büyük kısmının HDP’ye destek verecek olması da ileriye dönük tartışmaları alevlendirdi bile.
Okmeydanı’nda Anadolu Kahvesi’nde iniyorum minibüsten. İlk gözüme çarpan Akrep denilen zırhlı polis aracı. Az ileride bir TOMA duruyor. Daha önce burada bir derneğe konuşmacı olarak çağrılmıştım. Adresi tarif ederken “TOMA’nın olduğu sokaktan aşağı in” denmişti. Bir heykel gibi sabit duruyorlar orada, ama ne yazık ki heykel değiller. Caddenin karşısındaki parktan Kürtçe müzik sesleri geliyor. HDP standı kurulmuş. Duvarları sloganlarla dolu sokaklardan aşağı iniyorum. İlk durağım ÖDP’nin semt temsilciliği. Sokak diğerlerinden farklı. Burada duvarlar sloganlarla değil, devasa Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney resimleriyle donatılmış. Yıllardır tanıdığım ÖDP’li bir dostla oturuyorum. HDP bileşeni Sosyalist Dayanışma Platformu’ndan (SODAP) bir arkadaş geliyor. Konuştuğumuz sırada ÖDP daha tavrını netleştirmemişti. Heyecanlı bir tartışma bizi bekliyor. Üçümüz demli çaylar eşliğinde seçimi, seçimde sosyalistlerin ne yapması gerektiğini konuşuyoruz. Birden sayımız artmaya başlıyor. Bir ara bakıyorum 15 kişi olmuşuz. Ama fraksiyon sayısı belki 20. Şaka tabii, ama herkes ayrı bir gruptan. Milletvekilliği seçiminde HDP’nin desteklenmesi gerektiğinde herkes hemfikir. Bazıları Cumhurbaşkanlığı seçiminde Muharrem İnce’ye oy verilmesi gerektiğini savunuyor. Faşizm, diktatörlük, sosyalizmin inşası, emperyalizm, kapitalizm, liberalizm, neoliberalizm gibi kavramlar havada uçuşuyor. Biri, tek başına seçime girse bindelik basamaklarla bile oy alamayabilecek grupların milletvekili çıkarmasını eleştiriyor.
Kahvede oylar tamam
“Diyelim ki ikinci turda Erdoğan yeniden çözüm sürecini başlattığını ilan etti. HDP Erdoğan’ı destekler mi” sorusu tartışmayı daha da hararetlendiriyor. Biz ÖDP temsilciliğinden çıkarken tartışma sürüyordu. Okmeydanı’nın gecekondudan apartmana dönüşmüş yapıları arasında bir kahvehaneye uğruyoruz. Kahvehanenin önündeki küçük bahçede duranlara soruyoruz seçimde ne yapacaklarını. Meclis seçimlerinde HDP’ye, Cumhurbaşkanlı’ğında Muharrem İnce’ye oy vereceklerini söylüyorlar. Seçimlerin olası sonuçlarını konuşurken kalabalıklaşıyoruz. Kahvehane önünde ayaküstü hararetli bir tartışma başlıyor. Yanımdaki arkadaşın mihmandarlığında 4-5 kahvehaneye girip seçimde ne yapacaklarını soruyoruz. Bu mini anketten ezici biçimde “İnce-HDP” sonucu çıkıyor. Kentsel dönüşüm tehdidi altındaki bu solcu semt çoktan kararını vermiş gibi. Aşağıya, Haliç kıyısına iniyorum. İkisi 12 Eylül döneminde uzun yıllar hapishanede yatmış üç sosyalist arkadaşımla buluşuyorum bir kahvehanede. Seçimleri konuşuyoruz. Genç arkadaş boykottan söz ediyor. “Seçimin sonucu ne olursa olsun halk kaybedecek” diyor. Yıllarını cezaevlerinde geçirmiş yaşlı olanlar tepki gösteriyor. Boykotun iktidara yarayacağını söylüyorlar.
Program tartışması
Beyoğlu’nda sosyalist bir derginin bürosunda “Seçimler ve Sosyalist İnşa” konulu toplantıyı izliyorum. Konuşmacılardan biri özeleştiri yapıyor: “Yıllarca hata yapıp seçim zamanı doğru bir şey yapmak mümkün değildir. İdeal durum değildir ama siyaseten karşı karşıya kaldığımız sorun karşısında en iyi pozisyonu almak zorundayız. Bu nedenle HDP’ye oy verin çağrısı yapıyoruz.” Bir sosyalist “HDP’ye oy veriyoruz ama programına kefil değiliz” diyor, bir başkası karşılık veriyor: “Programına kefil olacak parti aranırsa kimse kimseye oy veremez. Bolşeviklere de oy verenlerin büyük bölümü Bolşeviklerin programına kefil olmamıştır.” Keyifli tartışma geçmişten örnekler, başka ülkelerin deneyimleri, karşılıklı sorularla devam ediyor. Sosyalistler hep tartışıyor, neredeyse her tartışma yeni ayrılıklar yaratıyor. Ve birlikte davranma, birlik çabaları hep hüsranla sonuçlanıyor. Ama bu seçimde bir paradoks oluştu. İş cinayetleri, grev yasakları, kadın cinayetleri, örgütlenme üzerindeki ağır baskılar ve saymakla bitmeyecek ağır sorunlara karşı bir araya gelmeyi beceremeyen sosyalistleri (en azından büyük bölümünü) HDP birleştirdi. Belli ki seçimden sonra çok şey değişecek ülkenin politik hayatında. Bu değişimlerden birinin de sosyalistler arasında olması muhtemel.
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş:HAYIR’lısıyla TAMAM’layacağız
-Türkiye kritik bir seçim döneminde. Sosyalistlerin büyük bölümü HDP’yi destekliyor. ÖDP’nin tavrı nedir?
Biz Türkiye siyasetinde güçlü bağımsız-birleşik sol-sosyalist bir seçeneğin olmamasını büyük bir eksiklik olarak görüyoruz. ÖDP, içinde yer aldığı Birleşik Haziran Hareketi’yle birlikte ocaktan beri bu eksikliği gidermeye çabalıyor. Sokakta ve sandıkta ortak bir kuvvet oluşturma, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak aday çıkarma çabamıza maalesef olumlu yanıtlar alamadık. Bugün anlıyoruz ki birçok sosyalist birey ve grup, meseleyi parlementoda temsiliyet olarak ele almış. Ama biz parlamento dışı muhalefete adayız. Referandumun ikinci turu olarak gördüğümüz bu seçimde, stratejik hedef AKP-MHP faşizminin yenilmesidir. O yüzden ikinci tura sol bir adayın çıkmasını, HDP’nin de mutlaka barajı aşmasını istiyoruz.
-Bu kadar dağınık bir sol hareketten ortak bir sosyalizm anlayışı çıkabilir miydi?
Mesele ortak sosyalizm değil, Türkiye’yi bu süreçten çıkaracak devrimci bir değişim programı ortaya koyabilmekte. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda, her siyasal eğilimin kendi adayı ve programı ile seçime katılması en doğru yol idi. İlk turda kimse kimsenin oyunu bölmüyor. Sosyal demokrat CHP ve radikal demokrat HDP dışında sosyalist hareket kendine bir yol açacaktı. Maalesef bu zemini değerlendiremedik.
-Antidemokratik yönetim, ülkenin en önemli sorunlarından biri. Sosyalist bir aday çıksaydı bu konuda ne derdi?
Temsili demokrasiyi de aşan, tek adam rejimine hayır diyen doğrudan demokrasi anlayışını anlatacaktık. Piyasa düzeninde demokrasi olmayacağını; kamuculuğa, emeğe, toplumsal çıkara dayalı bir ekonomi temelinde gerçek bir demokrasiyi inşa edebileceğimizi anlatacaktık. Gerçek bir demokrasi için gerçek bir laikliğin, antiemperyalistliğin, bağımsızlığın elzem olduğunu anlatacaktık. Doğayı sömürmeyen bir anlayışla, Kürt yurttaşlarımızla eşit ulus-eşit yurttaşlık temelinde gönüllü birarada yaşayarak, Alevilere eşit haklar tanıyarak, kadın-erkek eşitliği ve özgürlüğü temelinde gerçek bir demokrasiyi inşa edebileceğimizi anlatacaktık.
-Haziran Hareketi içindeki gruplar seçimde farklı tavırlar aldı. Bu, hareketin geleceğini nasıl etkileyecek?
Haziran bir fikirdir, biçim değildir. Bu fikir kendini mutlaka yenileyecektir. Haziran Hareketi bu manada bitmez. Mutlaka kendini yenileyecek ve aşacaktır. Buna da Haziran Meclisleri karar verecektir.
-ÖDP olarak seçim sonrasına ilişkin öngörüleriniz nedir? AKP kazanırsa nasıl bir mücadele hattı öngörüyorsunuz?
Seçimden, temsilden öte bir siyaset anlayışına sahibiz. Emekçilerin ve ezilenlerin kendi söz ve eylem kapasitelerini, kendi öz örgütlenmelerini geliştirerek siyaseti anlamsız hale getirmek nihai amacımız. AKPMHP faşizmini yeneceğiz. Fakat bu elbette bir devrim manasına gelmeyecek. Her şey kendiliğinden güllük gülistan hale dönüşmeyecek. Ama bu siyasal İslamcı faşizmi yenmek az buz bir şey değildir. AKP’nin inşa ettiği rejimin taşlarını söküp atmak uzun bir mücadele içerecek. AKP kazanırsa - ki aslında uzun zamandır kaybediyor - bizim için dünyanın sonu olmayacak. Yeni biçimler ve tarzda Türkiye’nin eşit, özgür geleceği için mücadeleye devam edeceğiz. Ama bu sefer Gezi’de, 7 Haziran’da, 16 Nisan’da, Adalet Yürüyüşü’nde tamamlayamadığımızı HAYIR’lısı ile TAMAM’layacağız.
Akademisyen Nuriye Gülmen: Faşizm sandıkla yenilmez
KHK ile üniversiteden atılan, Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları önündeki direnişi, açlık grevi ve tutuklanmasıyla tüm Türkiye’nin tanıdığı Nuriye Gülmen seçimin hiçbir soruna çözüm olmayacağını savunanlardan: Faşizmin olduğu yerde seçimin bir çare olduğunu düşünmüyorum. Faşizm pek çoklarının zannettiği gibi sadece “ağır baskı koşullarıyla” ilişkili değildir. Öyle olsaydı tarihteki baskıcı her iktidarı faşist olarak nitelendirebilirdik. Ama öyle yapmayız. Çünkü faşizm sınıfsal bir tanımlamadır ve emperyalizm çağının yönetim biçimidir. Türkiye’de faşizmin ana karakterini belirleyen şey de emperyalizme bağımlılıktır. Ülkemizde yoksulluktan işsizliğe; sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel haklarla ilgili sorunlardan çevre sorunlarına kadar her sorunun kaynağı emperyalizme bağımlılık. Hal böyle olunca, ülkedeki demokrasi sorununun ve yukarıda saydığım tüm sorunların çözümü A partisinin gidip B partisinin gelmesiyle mümkün olmaz. Bağımlılık ilişkilerinden kurtulmadan halkın tek sorunu çözülemez. Aslında Türkiye’de halkın sorunlarını, bugüne kadar yapılan seçimleri ve kurulan hükümetleri düşünürsek meselenin tam da böyle olduğunu görürüz. Şimdiye dek 27 seçim yapılmış, 67 hükümet kurulmuş ama hiçbiri halkın tek derdine derman olamamış. İşler her geçen gün daha da kötüye gitmiş. Şimdi “muhalif” olan herkesin içinden geçen şu: Bırakın emperyalizmi filan, önce şu AKP’den bir kurtulalım, biraz nefes alalım. AKP’den seçimle kurtulmanın mümkünlüğü tartışmasını bir kenara bırakalım ve kurtulduk diyelim. Yeni gelecek olanın, AKP’nin bugün büründüğü “faşist karaktere bürünmesi” çok sürmeyecektir. Bunların da iktidara ilk geldiklerinde ne çok demokrasi vaat ettiklerini unutmayalım. Ama uzun sürmedi. Yönetememe krizleri derinleşti ve bugün geldikleri nokta ortada: OHAL’siz yönetemez durumdalar. Bu durum AKP’nin değil, sistemin karakteriyle ilgili.
Çare halk meclislerinde
Bugün sokağa çıkmak yasak, grev yapmak yasak. Örgütlenme hakkı ciddi bir saldırı altında. Evet, sendikalara saldırmıyor çünkü kendini solda göstermeye çalışan ne memur ne de işçi sendikaları iktidarın kontrolünün dışında bir şey yapıyorlar. Ama kontrolü dışına çıkabilecek her şeyi tehdit olarak görüyor. Yani seçimle halkın hiçbir sorunu çözülmeyecek. Ne AKP’li, ne AKP’siz. Çözüm halkın kendi meclisini yaratmasında. Halk meclisleri, işyeri meclisleri oluşturmalı ve kendi sorunlarımızı bu meclisler aracılığıyla çözmeliyiz. Ben de çok isterdim oy vereyim, yoksulluk ortadan kalksın, işsizlik bitsin. Ama olmuyor. Halkın tüm sorunları yine halkın elleriyle çözülecek. Başka yolu yok.
Ertuğrul Kürkçü: Milyonların umutlarına tercüme imkânı sundu
Türkiye sosyalist hareketinin önemli isimlerinden Ertuğrul Kürkçü, HDP içindeki sosyalistlerden. İzmir milletvekili ve HDP onursal başkanı Kürkçü, sosyalistler ve HDP ilişkisini Cumhuriyet’e şöyle değerlendirdi: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) 2011’de, Türkiye’nin toplumsal ve demokratik muhalefet güçleriyle Kürt özgürlük hareketinin tarihsel ittifakından doğdu. HDP kadroları ve milletvekillerinin büyük çoğunluğunu Kürtler; onların büyük çoğunluğunu da “sosyalistler” oluşturur; Türk’ü, Kürt’ü, Arap’ıyla “sosyalistler” - “sosyalist” olmalarının gerektirdiği tevazuyla birlikte- diğer özgürlükçü ve demokratik bileşenlerin değerleriyle barışık, onlarla yan yana HDP’de ortak ev sahibi ve kurucu öznedirler. HDP’de “yeni” ve “biricik” olan, “sosyalistler”in varlığı değil, partinin bu “çokluğu” tanıma düzeneği; bireyler, topluluklar ve politik partilerin tüzelkişiliklerini HDP çatısı altında da sürdürebilmelerine elveren konfederal işleyişidir. Türkiye’nin direniş odaklarının, simgesel değer verilen kişiliklerin önü HDP’de hep açık oldu. Özgürlük hareketinin Türkiye’nin demokratikleşmesiyle Kürtlerin özgürleşmesi arasındaki diyalektik bağı idrakinin yanında bu tutumun felsefi bir bağlamı da var: Devrimci mücadele kavrayışını 1971 yenilgisinin inkârından türeten özgürlük hareketi, kendi siyasi pratiğini de ayrı yataklardaki kurtuluş mücadelelerinin ortaklaştırılmasının imkânı ve itici gücü olarak görür. Öcalan’ın, HDP 1. olağanüstü kongresine “71 devrimciliği”ne atfen “bu tarihsel emanetin yükseklere taşınması dileğiyle” yolladığı mesaj, bu yaklaşımın özgül koşullardaki ifadesiydi.
HDP demokratik ve sosyalist görevler arasında istisnai bir köprü oluşturuyor. Onunla anlamlı bir ilişki kurmayı başaramayan bütün politik güçler, 24 Haziran denkleminde ister istemez boşluğa -ya da diktatörlükle aynı hat üzerine- düştüler. “Sosyalistler” ise faşizm ve sömürgeciliğe karşı parlamento dışında süregiden kavgaya taşıdıkları toplumsal enerji, heyecan ve akıl ölçüsünde ortaklığın toplumsal zeminini ileriye götürme, HDP’yi kendi suretlerine yaklaştırma imkânı yakaladılar. Bu imkânın gerçekliğe dönüşmesinin başlıca güvencesi, “sosyalistler”in HDP’nin parlamentoda sağladığı platform üzerinden gündelik siyasete etkin müdahale ve toplumla “en yüksek kürsü”den iletişim kurma kapasiteleridir. HDP, aday listelerinde yer alan, daha önce bileşeni olmayan “sosyalist” güç ve bireylerin yanı sıra ırkçılık, faşizm ve diktatörlüğe direnişin diğer mevzilerinden gelenlerin de taşıdıkları yeni deneyim ve söylem dağarcığını içererek değerler yelpazesini genişletme yükümlüğünün üstesinden gelmeyi başaracaktır.
‘Hoş geldiniz!’
Sırtımızda akamete uğratılmış 20. yüzyıl devrimlerinin yüküyle yürüyüşümüzü sürdürürken sosyalizmin yeniden kuruluşuna giden yeni yollar keşfetmekle, karşımıza dikilen yeni muammaları çözmekle yükümlü olduğumuzun idrakindeyiz. HDP, bu çözümü tılsımlı formüllerde değil, tahammül edilemez baskı ve sömürüye karşı ayağa kalkan her insanın ortak eyleminde arayan en kayda değer kolektif deneyimdir ve artık bir edinimdir; sosyalist tasavvur ve iddiaların insani kurtuluş arayışıyla baş kaldıran milyonlarca kadın ve erkeğin umutlarına tercüme edilebilmesi ve ulus-devletin ötesine bakan diğer özgürlükçü tasavvurların yanı sıra toplumun özdeneyimiyle sınanabilmesine imkân sunan istisnai bir seçenektir. Hoş geldiniz!
<haber-yatay:999505>
En Çok Okunan Haberler
- Emekliye iyi haber yok!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği