Söz büyüğün sus küçüğün / 3
1967 yılında Aziz Nesin’in sayısız baskı yapan ve onca yıldır büyük küçük herkesin elinden düşmeyen “Şimdiki Çocuklar Harika” kitabı ilk kez yayımlandığında tüm şimşekleri üzerine çekmişti. Bir yazar ilk kez büyük bir açık yüreklilikle çocukların sorunlarını dile getiriyordu.
Aziz Nesin, ‘Şimdiki Çocuklar Harika’ adlı kitabında çocuklardan babalarını çocuk yerine koyarak onlara ceza vermelerini istiyor.
1967 yılında Aziz Nesin’in sayısız baskı yapan ve onca yıldır büyük küçük herkesin elinden düşmeyen “Şimdiki Çocuklar Harika” kitabı ilk kez yayımlandığında tüm şimşekleri üzerine çekmişti. Bir yazar ilk kez büyük bir açık yüreklilikle çocukların sorunlarını dile getiriyordu. Bu da yetmiyormuş gibi çocukları baskı altında tutan büyükleri, anneleri, babaları, öğretmenleri alaya alarak acımasızca eleştiriyor, büyüklerin ikiyüzlülüklerini, yalanlarını, haksızlıklarını, eğitim alanındaki saçmalıklarını tüm çıplaklığıyla sergiliyordu...
Aziz Nesin’in kitabın sonraki baskılarında eklediği çocuklara mektupta bu kitabın ne tür engellemelerle karşılaştığını öğreniyoruz. Kitap “Doğan Kardeş” dergisinin düzenlediği bir çocuk romanı yarışmasına katılır ve jüri üyelerinin bir bölümü tarafından öğretmenleri küçük düşürdüğü gerekçesiyle sakıncalı bulunarak elenir. İşin şaşırtıcı ve yadırgatıcı yanı kitabı eleyen jüri üyelerinin sayısız ürün vermiş tanınmış yazarlardan oluşmasıdır. Hiçbirinin tutuculukla ya da resmi ideolojiyle uzak yakın ilgileri yoktur. Söz konusu çocuk okur olduğu anda bu yazarlarda bile otosansürün işlerlik kazanması, yazarların nasıl de Amicis örneğinde olduğu gibi bir ikileme düştüklerini açıkça gözler önüne seriyor. Mektup roman biçiminde yazılmış olan Şimdiki Çocuklar Harika’da iki çocuk Ahmet ve Zeynep birbirlerine yazdıkları mektuplarda günlük yaşamda büyüklerle ilişkilerinde okul ve aile yaşamında yaşadıkları şaşırtıcı ve komik olayları anlatırlar. Kitap toplumumuzda baskı altında tutulan ve gelişmesi engellenen çocuğun dünyasını öylesine gülünç olaylar ve durumlarla canlandırır ki, hem çocuk hem de yetişkin okuyucuya ulaşılır. Ancak çocuk okuyucu gülme yoluyla yaşadığı baskıların ağırlığından kurtulurken (burada gülmenin gerilimi atıcı, rahatlatıcı işlevinden söz edilebilir), yetişkin okuyucu kitabı kendi dünyasına yapılan bir taşlama olarak alımlayacaktır.
Babamı kulaklarından duvara asardım
Kitabın başında sözü edilen araştırmada farklı katmanlardan gelen çocuklara ‘Siz baba olsanız, babanız da çocuğunuz olsa, ne ceza verirdiniz?’ diye soruluyor. Özellikle altkatmandan gelen çocukların babalarına verdikleri cezalar onların şiddet kültürünün içinde nasıl yoğurulduklarını gözler önüne serdiğinden çok düşündürücü. Örneğin ‘Onu topal ata bindirirdim. Üstüne çadır örterdim. Çadırın tepesine de bir bıçak asardım. At topalladıkca bıçak kafasına dokunsun, akıllansın’. Yaklaşık otuz yıl sonra aynı soruşturmayı üniversite bünyesinde bir okulda yaptığımızda. ‘Kulaklarından duvara asmadan eşek sudan gelinceye kadar dövmeye, aç bırakmadan falakaya yatırmaya’ değin öngörülen cezalar şiddet kültüründe hiçbir azalma olmadığını açıkça gösteriyordu.
Dikkat bu kitap sakıncalı!\t\t\t
Çocuk yazınındaki ilk atılım hem çocuk hem yetişkin okuyucuyu buluşturan taşlama türü kitaplarla gerçekleşiyor. Rıfat Ilgaz’ın aynı yıllarda yayınlanan, tiyatro ve sinemaya konu olan Hababam Sınıfı’nda otoriter okul izleğini bir dizi komik olay ve gülünç tiplemeler dile getiriyor. Daha sonraki yıllarda yazdığı Bacaksız dizisiyle köyden kente gelmiş yoksul bir ailenin çocuğu olan Bacaksız’ın yaşamından sunduğu kesitler çocuğun kaldıramayacağı denli baskılı bir ortamı ve koşulları gülmece ve taşlama aracılığıyla canlandırır. Rıfat Ilgaz Bacaksız tiplemesiyle hem içi dışına sığmayan uyanık ve cingöz, hem de söylediğini sakınmayan bozulmamış, nahif bir tip yaratır. Bacaksız bu özellikleriyle şimşekleri üzerine çekip güç durumların içine düşse de, gene de bir şekilde işin içinden sıyrılır. Kaçak sigara satarak üç beş kuruş kazanmadan okulda yaratılan zengin-yoksul ayırımına, çocuğun yaşamından kopuk ezberci ve otoriter okul sisteminden dayak sorununa, ülkücü öğretmenin yarattığı şiddet ortamından aile içinde baskıya değin türlü sahneleri izleriz Bacaksız’ın yaşamından. İlköğretim çocukları göz önüne alınarak yazılan bu dizi “Şimdiki Çocuklar Harika”nın tersine çok daha yalın, basit ve çocuksudur. Ancak tıpkı Aziz Nesin gibi Rıfat Ilgaz da çocuklara yönelik yapıtlarında da yetişkinlere yönelik yapıtlarında olduğu gibi sözünü sakınmaz ve gerçekleri tüm çıplaklığıyla sergiler. “Sınıf” adı altında toplanan ve yetişkin okuyucuya olduğu denli genç okuyucuya da seslenen daha ilk şiirlerinde küçük yaşta hem okula gitmek, hem de altından kalkamayacağı kadar ağır işlerde çalışarak para kazanmak zorunda olan çocukların çaresizliğini öylesine çarpıcı bir biçimde gözler önüne serer ki, bu şiirleri yüzünden hakkında soruşturma açılır ve altı ay tutuklu kalır.
Kulak verin: Duyuyor musunuz çocukların sesini?\t
Son yıllarda çıkan çocuk yayınlarında en göze çarpan özellik çocuk bakışını yakalama çalışmaları. Yazarın kendi görüşlerini çocuğun ağzından vermekten kaçınması, doğrudan çocuğun dünyasından yola çıkması, çocuğun gerçeklerini, onun çevresini ve yaşamını kendi öznel değerlendirmesiyle alımlayan bakış açısından dile getirmeye çalışması. Oldukça sınırlı diyebileceğimiz bu tür yayınların içinde Mavisel Yener’in, Ayla Çınaroğlu’nun, Aytül Akal’ın ve Aysel Gürmen’in ve Sevim Ak’ın yapıtları başı çekiyor.
Sevim Ak öykülerinde çocukların yaşamlarından sunduğu komik, üzücü, şaşırtıcı kesitleri hep çocuğun bakış açısından canlandırıyor. Böylece öykülerinin dokusunu oluşturan özellikler, sözgelimi yetişkinlerin gözünde belki de hiç de önemli olmayan bir olgunun çocuk için neredeyse varoluşsal bir önem kazanması, buna karşılık gerçekten şaşırtıcı olanın doğala dönüşmesi, düş ve gerçeğin iç içe girerek birbirine karışması, yaşanılan ilk heyecanların, düşkırıklıkların bıraktığı izlenimler vb. olgular yetişkinlerin algılama biçiminden çok farklı bir dünyayı canlandırıyorlar. Öykülerinin bir başka ilginç yanı da çocuk okuyucuyu birlikte düşünerek ya da düş kurarak katılıma çağıran açık biçimi. Çocuğun yaşamından anlık duyarlılıkları içeren hiçbir öyküsünde yapay bir olaylar örgüsüne rastlamıyoruz. Son yıllarda kaleme aldığı romanlarında ise ailenin çözülmesi ve boşanma sorununun çocuğun üzerinde yarattığı yıpratıcı etkiler ya da yetimler yurdunda büyüyen çocukların ya da özürlü çocukların yaşadıkları sorunları yumuşak ve esprili bir anlatımla dile getiriyor.
Aynı şekilde Aysel Gürmen’in öykülerinde, sözgelimi 9-12 yaş grubu çocuklarının çok severek okuduğu Selen dizisinde gene çocuk bakışının yakalandığını görüyoruz. Küçücük bir kızın gözünden anlatılan öyküler onun yaşamını, duygularını, mutluluğunu, düş kırıklığını öylesine özgün bir biçimde canlandırıyor ki, öyküleri okurken yetişkin okuyucu olarak da tat alabiliyoruz. Bu da kanımca temel bir ölçüt, çünkü belli bir düzeyi tutturabilen bir çocuk yazını, çocuk okuyucuya olduğu kadar yetişkin okuyucuya da seslenebiliyor. Gürmen’in öykülerinin en güçlü yanı yoğun bir espri anlayışının yanı sıra gözlemciliği, büyük bir duyarlılık ve empati duygusuyla çocukların dünyasına girebilmesi.
Sonuç
Yazarların gerçekleri gizlemeden çocukların dünyalarını bulgulamaya başlamaları, sıkıntıları ve sorunlarını sergilemeleri altmışlı yıllarda toplumsal sorunlara duyulan ilgiyle birlikte başlıyor. Amaç, çocukta daha çok küçük yaşta eleştirel bakışı uyandıracak, onun sorgulama ve düşünme yetilerini arttıracak metinler sunmaktı. Böylece otoriter olan, milliyetci ya da dinsel duyguları kamçılayan, ötekini dışlayarak tek doğru benim doğrumdur anlayışını körükleyen her tür yazınsal metine şiddetle karşı çıkılırken, o zamana değin çocuk anlamaz gerekçesiyle sansüre uğrayan tabu konular da gündeme gelmeye başladı. Örneğin özürlü olma, çevre kirlenmesi, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, şiddet, savaş gibi konular çocuk ve gençlik yazınında yepyeni bir çığır açan yazarlar tarafından çok duyarlı bir biçimde ele alınmaya başlandı. Ancak bu yolda daha aşılması gereken çok yol var.
Bu açıdan küçük çapta da olsa Batı’daki gelişmelerle bir koşutluk olduğu söylenebilir. Küçük çapta, çünkü bu yıllarda başlayan olumlu kıpırtılar Batı’da olduğu gibi temel yapısal değişikliklere yol açmadığından, yani eğitimde köklü bir reform yapılmadığından ister istemez sınırlı kalıyor.
Bu bakımdan çocuğa yaklaşımda çağdaş çocuk yazını alanındaki gelişmeler umut verici. Önemli olan bu tür yayınların yaygınlaştırılması, özellikle de Anadolu’daki okuyucu kesimlerine de ulaşabilmesi. Bunun için de eğitimle ilgilenen herkesin, öğretmenlerin, anne ve babaların duyarlı davranmaları ve gelişmeleri izlemeleri gerekiyor. Çünkü çocuk yazınının önemli bir özelliği çocuklara olduğu kadar yetişkinlere de seslenmesi.
Kültürler arası etkileşimin önemi
Çocuk yazını alanında yerli yapıtların az oluşu, çevirinin ister istemez ağırlık kazanmasına yol açtı. Örneğin Almanya ve Türkiye arasında çocuk yazını alanında bir kıyaslama yaptığımızda, çağdaş çocuk yazınının oluşmasında daha bir arayış sürecinde bulunmamıza karşın, çeviri alanında inanılmaz bir zenginlik göze çarpıyor. Böylece bizim çocuklarımızın bir Batı ülkesindeki çocuklara oranla farklı kültürlere ve dünyalara ilişkin daha zengin bir birikimleri olduğu söylenebilir. Bu önemli bir gelişim ancak burada belirleyici olan, hem çevirilerin niteliği hem de seçimi. Çağdaş Batı yazınının en önemli örneklerinin arı bir dille Türkceye kazandırılması, hem çocuk kültürümüzü geliştirecek hem de çocuğa yaklaşımımızda egemen olan otoriter yaklaşımı kıracak. Bu Batı’ya öykünme değil, dış dünyaya açılarak kendimizi geliştirmek, yenilemek demek. Son yıllarda Alman çocuk yazınından yapılan çevirilerin içinde Christine Nöstlinger’in kitaplarının ağırlık kazanmasını (Günışığı Yayınları) buna örnek getirebilirim.
Okuma kültürü
Çocuk yazınının sağlıklı bir gelişim gösterebilmesi için, bu alanda araştırma ve inceleme yapılması, eleştiriler yazılması gerekiyor. Bu tür çalışmaların son yıllarda iyice yoğunlaşması çok sevindirici bir gelişim. Ancak yapılan araştırmaların çoğunda gene de sorgulayıcı ve eleştirel bakışın eksikliği duyumsanıyor. Bir başka önemli nokta da eğitimcilere, annelere babalara ve öğretmenlere ulaşmak. Bu açıdan çocuk yayınlarının ilk ve ortaöğretimde yardımcı ders malzemesi olarak kullanılması da önem kazanıyor. Bu alanda son yıllarda ÇYDD çerçevesinde yapılan çeşitli yayınları ve okullarda öğretmenlere verilen seminerleri örnek getirebilirim. Örneğin eğitim uzmanı Oya Adalı ve Dilbilimci Prof. Dr. Şeyda Ozil’le birlikte geliştirilen Yaratıcı Okuma projesi çok başarılı bir proje olarak gelişti. Sevim Ak, Seza Aksoy, Mavisel Yener, Nazan İpşiroğlu ve benim yazar olarak katıldığım bu projede yazarlar güncel konuları içeren çocuk kitapları yazdılar, bizler de her bir kitaba çocukların okuma becerilerini ve yaratıcılıklarını geliştirici çok eğlenceli çalışma malzemeleri hazırladık. Amacımız hem çocukların okudukları üzerine kendi yaşamlarıyla bağlantı kurarak düşünmelerini, hem de düş güçlerini geliştirmelerini sağlamaktı. Sonuçta ataerkil aile yapılanmasından çevre sorunlarına, beslenme ve şişmanlık sorunlarından medyanın yaşamımızdaki etkisine değin çeşitli konuları içeren hem düşündürücü, hem de eğlenceli kitaplar oluştu. Çeşitli sivil örgütlenmelerin çerçevesinde yürütülen bu tür etkinliklerin zamanla çoğalması okuma kültürünün geliştirilmesi açısından çok önemli.
En Çok Okunan Haberler
- 'HTŞ'yi kim finanse ediyor' sorusuna yanıt verdi
- ABD'de 7.0 büyüklüğünde deprem!
- Lisede korkunç olay
- Nasuh Mahruki'ye tahliye kararı!
- Kalp krizi şüphesiyle gelen hasta sıra beklerken öldü
- Erdoğan'dan cihatçılara açık destek!
- Canlı yayında 'HTŞ' kavgası
- İktidardan mülksüzleştirme adımı
- İki ilin Emniyet Müdürü değişti
- Suriyeli muhalif liderden dikkat çeken açıklama