'Tanıdığım en kültürsüz insanlar Siyasal İslamcılar'
Vural Savaş'tan bir inceleme: 'Aşk, Şiir ve Müziğin Coşkusuyla'
Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş deyince hukuk, anayasa, adalet, siyaset gibi kavramlar geliyor akla doğal olarak. Fakat Savaş’ın yeni kitabında bu kavramlara sanat da ekleniyor. Yazın, şiir, müzik ve insanlığa dair ölümsüz ustalar eşliğinde derya bir inceleme Aşk, Şiir ve Müziğin Coşkusuyla. İncelemede aslan payı tüm aşkı ve örselenmişliğiyle şiirin. Türk Rönesansı’nın, Türk müziğinin oluşumu ve şekillenmesindeki yeri, Türklerin eski ezgilerle yakın teması ve Türk musikisi inceleniyor ardından. Kitap “sanat ne kadar insancadır, ne kadar ‘sen-ben-biz’dir; ne kadar devrimcidir ve ne kadar vatandır” sorularına da yanıtlar getiriyor. Atatürk’ün nasıl bir şef olduğunu ve kültür politikasının mihenk taşlarını yazan Savaş, gerçek aydın ve sanatçıların Türk ve Dünya aydınlanmasındaki önemini de irdeliyor. Dinin, Doğu-Batı sentezine katkı ve köstekleri; şiir ve sanattaki buluşma, esinlenme, itişme dönemeçleri açımlanıyor sonra... Softalara karşı adeta bir panzehir olarak Atatürk’ün de yüreğine bastığı Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş saygıyla anılıyor. Savaş’la Aşk, Şiir ve Müziğin Coşkusuyla adlı kitabını konuştuk.
-Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?
- Bu kitabı yazmaya karar vermemin başlıca üç nedeni var. Birincisi: Atatürk, “Onuncu Yıl Nutku”nda, “Türk kültürünü muasır (çağdaş) medeniyetlerin üzerine çıkarmayı” hedef olarak göstermişti. Bu hedefe varmak için yaptıkları, “kültür devrimi” olarak nitelendirilebilir. Bu devrimin gerçek yüzünü açıklığa kavuşturmaya çalıştım: Başarabildiysem ne mutlu bana…
İkincisi: “Aydın” sıfatıyla nitelendirilebilecek kişiler arasında gerçek “Türk kültürü”ne “yabancı” olmayan pek az kişi gördüm. Kitabımın en önemli konularından biri “müzik” olduğu için bu konuda iki örnek vererek ne demek istediğimi anlatayım: Aydınlarımız genellikle “Klasik Türk Müziği”ni, “Saray Müziği-Divan Müziği” diyerek küçümserler; Nâzım Hikmet’in pek çok şiirini ezbere bilirler ama onun Tanburi Cemil Bey için “Cemil Ölürken” başlıklı bir şiir yazdığını, bu şiirin bir dörtlüğünde:
“Çok kudretli oluyor bir dehanın gurubu,/ Ecel onun yanına sen de el bağlayıp gir!/ Nefesiyle titreyen fanilerden değil bu/ Ölmeyen bir sanatkâr ölüm döşeğindedir” dediğini bilmezler…
Yine Nâzım Hikmet’in, Safiye Ayla için film senaryosu yazdığından, onun aldığı ayakkabılarla ceza evinden çıktığından haberleri bile yoktur. Mesela Cemal Reşit Rey’in, “Lüküs Hayat” operetini, “Onuncu Yıl Marşı”nı bestelediğini hepsi bilir ama onun “Klasik Türk Müziği konserlerinden aldığım ilhamlarla kendi kompozisyonlarımda başkalaşım sayılacak devir geçirdim… Nâme kaynağı bakımından Hâfız Post, Bach’tan daha zengindir dersem anlayanlar hiç şaşırmayacaklardır” dediğinden kaç kişinin haberi vardır bilemiyorum. Üçüncüsü: Tanıdığım en kültürsüz insanlar, Siyasal İslamcılardır. Onlara İslam Dininin özellikle Hanefi mezhebinin müziği haram kabul ettiğini belgelere dayanarak gösterdim… Benimser göründükleri Necip Fazıl Kısakürek, Yahyâ Kemal Beyatlı, Mehmet Âkif Ersoy ve Mevlânâ’nın gerçek kimlikleriyle ilgili yazdıklarım; onların bu isimleri ağızlarına alırken yüz defa düşünmelerine sebep olacaktır sanıyorum. İnancım odur ki kitabımın en çarpıcı ve referans kaynağı olacak bölümleri bu kişilere ait bölümler olacak.
- Türk Rönesansı, Türk müziğinin oluşumu ve şekillenmesinde nasıl bir yere sahip ve Türklerin eski ezgilerle yakın temasını nasıl incelediniz?
- Kitabımda en önem verdiğim bölümlerden biri “Yahyâ Kemal’i Anlamaya Doğru” başlıklı bölümdür. Sorduğunuz sorunun cevabı o bölümde ayrıntılı bir şekilde verilmiştir.
“HER GÜZEL ŞİİR DE DEVRİMCİ BİRİKİME BİR KATKI SAĞLAR”
- Şiir ve şairler en çok hangi dönem yorulmuş, örselenmiştir?
- Elli kişilik çok değerli bir jüri tarafından “yaşayan en büyük Türk şairi” seçilen Gülten Akın 1994 yılı TÜYAP Ankara Kitap Fuarı’nda yaptığı söyleşide: “Şiir, dizelere sıkıştırılmış bir nükleer enerji. Şiir, parçalanacak patlayacak olan şey. İşte düzeni, egemenleri korkutan şey…” demişti. Eray Canberk’de, 2013’ün “Dünya Şiir Günü Bildirisi”nde şu hususa vurgu yapıyor: “Tehlike anında kurtarıcıdır şiir. Karanlıkta birbirini yitirenler yine birbirini bulmak için “sese gel!” diye bağırırlar. Karanlık dönemlerde insanlığın kendini bulması için “Şiire gel!” diye bağırılmalıdır. Aydınlık dönemlerde ise zaten şiire gelinmiş demektir. Karanlık dönemler, bu yüzden en güzel toplumcu şiirlerin yazıldığı ve şairlerin en çok örselendiği dönemler olmuştur. Yalnız hiç unutulmaması gereken bir şey var; güzel sanatların her çeşidi gibi, her güzel şiir de devrimci birikime bir katkı sağlar. Marx’ın bile aşk şiirleri yazdığını unutmayalım.
- Kitabınız “Sanat ne kadar insancadır, ne kadar ‘sen-ben-biz’dir; ne kadar devrimcidir ve ne kadar vatandır?” sorularına nasıl birer yanıt ve bu nitelemeleri birkaç örnekle en çok hangi ustalar karşılamaktadır çalışmanızda?
- Mehmet H. Doğan, “Sanat yapıtlarının büyüklüğü; alıcısını, izleyicisini, okuyucusunu değiştirmesindendir. Bir şiiri, bir romanı okumuş olan, bir resme bakmış olan insan, o şiirden, romandan, müzikten ve resimden önceki insan değilse artık bu yapıtlar sanat yapıtı olamaya hak kazanmış, kendilerinden beklenen görevi yerine getirmiş sayılırlar” diyor ve haklıdır. Bu nedenle, her gerçek sanat eseri insancadır ve hem seni, hem beni, hem bizi birlikte yüceltirler ve gerçek kimliğimizin oluşmasına katkıda bulunurlar. Bu nedenle, gerçek sanatçıların hepsini usta olarak kabul ediyorum. İsim isim saymaya kalkarsam; sayamadıklarıma haksızlık etmiş olurum.
- Sanatın aşk ile derdi, düşü, o göbek bağı nasıl irdeleniyor kitapta?
- Dostoyevski, “İnsan hayatında en önemli şey aşk ve sanattır.” diyor. Atalarımız bunu daha güzel ifade etmişler: “Aşk olmadan meşk olmaz.” Aşk ve sanatı birbirinden ayrı şeylermiş gibi düşünmek bile istemiyorum. Bu düşüncelerimi doğrulatmak için kitabımın tamamını referans olarak gösterebilirim.
- Prof. Dr. Seda Bayındır Uluskan’ın dediği gibi “Sanat ve edebiyat da bir inanca dayanır”. Bu bağlamda Atatürk’ün emsalsiz kültür birikimini ve kültür politikasının mihenk taşlarını inceliyorsunuz yapıtta...
- Atatürk, insanlık tarihinin en büyük çağdaşlaşma projesini tasarlamış ve hayata geçirmeye başlamış bir insan. Hiç kuşkusuz o bir “dâhi” idi. Bu sıfatı ondan çok hak etmiş bir devlet adamı var mı? Varsa da ben bilmiyorum. Kitabımda dökümü bulunan okuduğu kitapların niteliklerine bakmak bile onun nasıl bir kültür birikimine sahip olduğunu anlamamıza yeter sayıyorum. “Eğer devlet reisi olmasa idim, Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olurdum”, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür”, “Musiki ile alakası olamayan mahlûkat (yaratık) insan değildir” diyen bir kişi söz konusu... Bu konuda onun söylediklerinden başka bir söze gerek yok kanısındayım.
- Kitaplar ve gerçek sanat eserlerinin “dönekler”le baş etmenin yegâne yolu olduğunu da yazıyorsunuz...
- Kitabımdaki Egemen Berköz ve Yetkin Aröz’ün şiirlerinden yaptığım alıntıları okuyanlar, bu konuda ne kadar haklı olduğumu anlayacaklardır.
“YAHYÂ KEMAL DE, GOETHE DE KÖKÜ MAZİDE YAZARLARDI”
- Kitabınız içeriğinde yer alan aydın ve sanatçıların Türk ve dünya aydınlanmasındaki önemini hangi ortak noktalardan ele alıyor?
- John Bagnell Bury, daha lise sıralarında okuduğum “Düşünce ve Söz Özgürlüğü” adlı eserinde Ortaçağ’ı, “akıl hapiste” olarak nitelendiriyor. Bu çağın başlıca özelliği laik eğitimin olmaması, din adamlarının politika ve günlük hayatta etkili olmaları, özgür düşünce önünde set oluşturmaları, dini dogmaları esas alarak kurulan dünya düzeninin değiştirilmesi çabalarına karşı çıkmaları, yapılan tüm haksızlıkları halkın beynini yıkayarak daima desteklemeleri idi.
Kitabımda yer alan aydın ve sanatçıların ortak özellikleri, aklı hür kılmaya çalışan kişilerden olmalarıdır diyebilirim.
- Türk ve dünya aydınlanmasındaki önemleri çerçevesinde de incelediğiniz Yahyâ Kemal ve Goethe, kitapta sıklıkla rastladığımız iki ölümsüz isim... Her ikisini de Türk aydınlanmasındaki referans değerlerine ilişkin olmak üzere sorarsam, onları diğerlerinden ayıran neydi?
- Yahyâ Kemal Beyatlı kendisini, “kökü mazide olan atiyim (geleceğim)” diye nitelendirmişti. Atatürk’ün en yakınında bulunmuş Prof. Dr. Afet İnan’ın bildirdiğine göre Büyük Atatürk “Yahyâ Kemal geniş bir tarih kültürünün eseridir” demiştir. Goethe’nin de, en büyük şairler olarak Firdevsî ve Mütenebbî’yi göstermesi; onun da kökünün mazide olduğunu gösteriyor.
- Dinin, Doğu-Batı sentezine katkı ve köstekleri; şiir ve sanattaki buluşma, esinlenme, itişme dönemeçleri; dogmaların dinden nasıl üstün çıkagelmiş olduğu da değerlendiriliyor kitapta. Hele ki softalara karşı adeta bir panzehir olarak Atatürk’ün de yüreğine bastığı Mevlânâ geniş yer alıyor. Anlatır mısınız?
- Bu sorunuza vereceğim ayrıntılı cevap bir söyleşinin hudutlarını çok aşar. Ancak kitabımı alanların öncelikle Atatürk’ün Mevlânâ hakkında söylediklerine öncelikle göz atmalarını öneririm.
“GÜL VE ERDOĞAN, NECİP FAZIL KISAKÜREK SEVER. ÇÜNKÜ...”
- Kitaptaki Sabahattin Eyüboğlu’nun “Emperyalizm ve Kültür” başlıklı eleştirisinden yola çıkarak sorarsam; kabul edilebilir, limit değerleri çoktan aşmış emperyalizm toplumsal hayatı ne şartlarda biçimlemiştir?
- Sorunuzu Stefan Zweig’ın Montaigne hakkında yazdıklarından bir bölümle yanıtlamak istiyorum:
“Reform hareketi, din savaşlarının eşsiz barbarlığıyla noktalandı. Baskı makinesi eğitim ve kültür yerine din alanındaki gericiliği yayma aracı oldu; zafer hümanizmde değil bağnazlıkta kaldı…”
- Necip Fazıl Kısakürek… Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere özellikle sağcı ve İslamcı kesimin hayran olduğu bu isim nasıl gel-gitli bir düzlemde ele alınıyor kitapta?
- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün daha 19 yaşındayken kendisine çektiği telgrafta “Yüzde yüz emrinizde olduğumuzu bildiririz” dediği kişi Necip Fazıl Kısakürek. Amberin Zaman şunları yazıyor (Star Gazetesi 21 Mayıs 2010): “AKP ilk kurulduğunda Recep Tayyip Erdoğan’la söyleşi yapmıştım ‘Hangi lideri kendinize örnek alıyorsunuz?’ diye sorduğumda, ‘Necip Fazıl Kısakürek’ cevabını verdi.” Kitabımdaki örnekler onları dahi şaşırtacaktır diye sanıyorum. Mesela Necip Fazıl Kısakürek’in ilk yazdığı şiirlerden biri olan “Kadın Bacakları” başlıklı şiirden bir bölüm:“Boynuma doladığım güzel putu görseler
İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını
Ama olsam gözlerim sürseler açılır
İsa’nın eli diye bir kadın bacağını”
Ölmeden bir yıl önce 1982 yılında yazdığı şiirde şöyle:
“Ve aşksız yobaz… İşi gücü
Namazla cennet takasında
Tam dört asırlık Müslümanlık
Cansız etiket markasında
Kur’an kalbi kör ezbercide
Din üfürükçünün muskasında”
Şimdi de kitabımdaki örneklerden bazılarına göz atalım:
“… İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir…”
“… Her yeni şey karşısında eskinin ısrarı softalıktır. İslamlık çıktığı gün putperestlik softaydı. Asırlardır bilim ve toplumun gelişmesi karşısında da İslamlık softadır…”
12 Eylül Darbesi için yazdıkları da çok ilginç: “… Bu hareket olmasaydı, yıl değil ay değil belki ay ve gün hesabıyla Türkiye’nin çöküşü gerçekleşebilirdi…” Necmettin Erbakan’ın kurduğu partide toplananları, “Yafta Müslümanları, iman banknotumuzun sahtesi, balmumu adamlar” şeklinde nitelendirdikten sonra “Müslümanlığı partilerinin temsil ettiğini iddia edenlerden davacı olacak küfür değil, bizzat Müslümanlıktır… Sanayi Bakanlığı’nı nasıl bir rüşvet tezgâhı haline getirdikleri dost düşman herkesçe malum” diyen kişidir Necip Fazıl Kısakürek.
Menderes iktidarı zamanında örtülü ödenekten külliyetli miktarda para aldığı dönemlerde yazdıklarına hayranlık duyduklarını sanıyorum Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın…
Aşk, Şiir ve Müziğin Coşkusuyla/ Vural Savaş/ Bilgi Yayınevi/ 406
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu