Tarihsel gerçekler ve uluslararası hukuk ışığında Ermeni soykırımı iddiası/4

Yaygınlaşan milliyetçilik fikirleri Avrupa devletleri tarafından Hıristiyan tebaaya aşılanmaya çalışılmıştır.

Tarihsel gerçekler ve uluslararası hukuk ışığında Ermeni soykırımı iddiası/4
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.05.2010 - 06:26

Karşılıklı uyum ve hoşgörü ortamının yok olmasına yol açan iki ana nedenden birincisi, Avrupa’da yayılan milliyetçilik duygularıdır.

Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminin ivme kazandığı, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesine maruz kaldığı ve devletin zaafa uğradığı 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, Ermeni toplumunun Türk komşuları ve Osmanlı Devleti ile ilişkileri gerginleşmeye yüz tutmuştur. Karşılıklı uyum ve hoşgörü ortamının yok olmasına yol açan iki ana nedenden birincisi, Avrupa’da yayılan milliyetçilik duygularıdır. 1789 Fransız ihtilalinden sonra yayılan milliyetçilik fikirleri bazı Avrupa devletleri tarafından Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan tebaasına aşılanmaya çalışılmıştır. Bunun etkileri kısa sürede görülmüştür. Osmanlı topraklarında ilk milliyetçi ayaklanmayı başlatan Sırplar, Rusya’nın müdahalesi ile Babıâli’den ayrıcalıklar koparmıştır. Bunu, Yunanlıların 1821’de başlattıkları Mora isyanını Rusya ile İngiltere ve Fransa’nın da desteklemeleri sonucunda Yunanistan’ın 1829 Edirne Antlaşması ile bağımsızlığını elde etmesi izlemiştir.

İkinci neden ise, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ne karşı sürdürdükleri “Şark meselesi” olarak tanımlanan politikaları çerçevesinde Ermeni cemaatini devletlerine karşı tahrik etmeyi ve kışkırtmayı amaçlayan faaliyetlerdir. Kısaca tanımlamak gerekirse, “Şark meselesi”, “Düvel-i muazzama” denilen Avrupalı büyük güçlerin, çöküş dönemindeki Osmanlı İmparatorluğu üstünde bir yandan iktisadi ve siyasi açıdan nüfuz ve hâkimiyet kurmak, diğer yandan da Osmanlı idaresinde yaşayan milletlere bağımsızlık vaat ederek onları isyana teşvik etmek suretiyle parçalanma sürecini hızlandırdıkları imparatorluğun topraklarının kendi aralarında paylaşılmasını hedefleyen stratejileridir.
 

Denetim hakkı talebi

Bu stratejinin uygulanmasında Avrupalı güçlerin yararlandıkları temel yaklaşım veya müdahale unsuru, Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan uyruklarının hak ve hukukunu koruma bahanesiyle Hıristiyan cemaatlere çeşitli ayrıcalıkların sağlanmasını ve bu amaçla da kendilerine denetim hakkı verilmesini öngören talepleriydi. Bu stratejinin başlangıç noktasını, Rusya’nın 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışma hakkını kazanması ve Osmanlı Ortodokslarının hamiliği sıfatını elde etmesi oluşturmuştur. Ancak, bilahare Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarıyla Avrupa’nın önde gelen devletleri de Anadolu Hıristiyanları ve özellikle Ermenilere ilişkin olarak Osmanlı İmparatorluğu’na rahatça müdahale hakkını elde ettiler.


Şark meselesinin yeni boyutu

Osmanlı ordularının ağır yenilgisiyle sonuçlanan 1877 Osmanlı-Rus savaşı sonucunda batıda Yeşilköy’e kadar ilerleyerek İstanbul kapılarına dayanan Rus ordusunu İngiliz donanmasının toplarını görmesi durdurmuştu. (Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, Ankara, 1987, s.354-355) Doğuda ise Rus orduları Erzurum’a kadar ilerlemişlerdi. Savaş sonrasında imzalanan Ayastefanos ve Berlin antlaşmaları ile Balkan Hıristiyan topluluklarından Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarını kazandılar. Bulgaristan ise özerk ve sınırları geniş bir prenslik olarak bağımsızlığa çok yaklaştı. Bu şekilde Balkan Hıristiyanlarının bağımsızlıklarını elde etmeleri sağlanmış, sıra Anadolu Hıristiyanlarına gelmişti. Ermenilerle ilgili ıslahat maddeleri Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarına bu amaçla konuldu ve böylece Ermeni konusu “Şark meselesi”nin yeni bir boyutunu oluşturdu.

Tutum değişiklikleri

Osmanlı’nın Rusya karşısındaki ağır yenilgisi, kısa süre önce padişaha sadakatlerini belirtmiş olan Patrik Nerses Varjebedyan’ın ve İstanbul’daki Ermeni aydınlarının birden tutum değiştirmelerine yol açtı. Nitekim, Patrik başkanlığında toplanan “Ermeni Milleti Meclisi” tarafından Rus Çarı’na gönderilmek üzere hazırlanan muhtıradaki önde gelen talep, Doğu Anadolu’da halen Rus işgalinde bulunan Fırat Nehri’ne kadar olan bölgenin Türklere iade edilmemesi ve Rusya tarafından ilhak edilerek burada Rusya’nın vesayetinde bir Ermeni devletinin kurulmasıydı. Muhtıra, Osmanlı Ermenileri adına Edirne’de ziyaret edilen Rus Başkumandanı Grandük Nicola’ya verildi.

Bu ortamda imzalanan (3 Mart 1878) Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesine göre Osmanlı Devleti, Ermenilerin yerleşik olduğu Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılacak ve buralardaki Hıristiyanlar, Kürt ve Çerkeslere karşı korunacaktı. Ancak, Rusya’nın Anadolu’nun doğusu ve Mezopotamya üzerinde hâkimiyet kurarak Hindistan yolunu tehdit edeceğinden endişelenen ve meydanı tek başına Rusya’ya bırakmak istemeyen İngiltere, bu gelişmeyi onaylamadı ve Moskova’nın Ayastefanos Antlaşması’yla sağladığı kazanımları budamak amacıyla Berlin Kongresi’nin toplanmasını sağladı.

Alman Şansölyesi Bismark’ın başkanlık ettiği ve Rusya, Osmanlı Devleti, Fransa, Avusturya-Macaristan, İngiltere ve Almanya’nın katıldığı kongre sonucunda imzalanan (13 Temmuz1878) Berlin Antlaşması’nda, Ayastefanos Antlaşması’nın Ermenilerle ilgili 16. maddesi değiştirilerek 61. madde olarak yer aldı. 61. madde önceki antlaşmanın 16. maddesinden farklı olarak Rusya yanında diğer Batılı devletleri de taraf ve gözlemci konumuna getiriyordu. 61. maddeye göre, Babıâli, Doğu Anadolu’da ıslahat yapacak, asayişi sağlayacak ve bu konularda aldığı önlemleri antlaşmaya taraf devletlere bildirecekti. İlgili devletler de önlemlerin uygulanmasını denetleyeceklerdi.

Bu madde, Avrupalı devletlere Doğu Anadolu’da ıslahat sorununu işlerine geldiği gibi istismar etme ve Osmanlı Devleti’ne baskıda bulunma yolunu açmıştır. Esasen, Ermeni Patrikhanesi de bir “altın madeni” niteliğinde gördüğü bu madde sayesinde geleceğin “Ermeni devleti”nin temellerinin atıldığı görüşündeydi. (Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Osmanlı Ermenileri, 1856-1880, Türkçesi Şinasi Örel, Ankara, 1986, Cilt I, s. 29).


Osmanlı yönetiminde Ermeniler

Tarihi kayıtlar, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra, Ermenilerin millet adı altında örgütlenmelerine müsaade edildiğini, patriklerine onların ruhani ve cismani lideri statüsünün verildiğini ve 19’uncu yüzyılın son çeyreğine kadar süren zaman diliminde Ermeni toplumunun Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşamını, millet sisteminin bahşettiği muhtariyet çerçevesinde, dinsel özgürlük, hoşgörü ve güven ortamında sürdürdüğünü göstermektedir. Bu dönemde Ermenilerin Türk toplumuyla uyum ve kaynaşmada gösterdiği başarı, onlara karşı ayrım yapılmamasını sağlamış ve her kapıyı açmıştır. Bu ortamda Osmanlı Ermenileri, bankerler, tüccarlar ve sanayiciler olarak öne çıktıkları gibi, bir de zengin Ermeni aristokrasisi oluşmuştur. Ancak, Ermenilerin esas kendilerini gösterdikleri alan kamu hizmeti olmuştur. Özellikle, Yunanistan’ın bağımsızlığından sonra Osmanlı’nın güvenini kaybeden Rumların yerini bürokraside kendilerine “millet-i sadıka” unvanı verilen Ermeniler doldurmuş ve başarılı hizmetleri nedeniyle yüzlerce Ermeni, Osmanlı devlet hiyerarşisinde en yüksek makamlara atanmışlardır.

Nitekim, 19’uncu yüzyıl Osmanlı devlet yıllıklarına (Salname-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye) bakıldığında, 29 Ermeninin kamu hizmetinde en yüksek rütbe olan paşa rütbesini kazandığı, 27 Ermeninin bakan olarak atandığı, diplomasi alanında yedi Ermeni büyükelçi ile 11 başkonsolosun diplomatlık göre-vi yaptığı, müsteşar, vali, yargıç, genel müdür, daire başkanı olarak bürokraside yüzden fazla Ermeninin görev aldığı, il yönetim örgütünde her düzeyde yüzlerce Ermeninin görevlendirilmiş olduğu, akademik toplulukta da 11 Ermeni öğretim görevlisinin bulunduğu görülür. Bunlara ilaveten, 1876 Meclis-i Mebusanı’nda (parlamento) 33 Ermeni milletvekili bulunmaktaydı. Nihayet, Osmanlı Devleti’nin son döneminde Gabriel Noradungyan Efendi Dışişleri Bakanlığı, Agop Paşa da Hazine Bakanlığı yapıyorlardı. Belirttiğimiz bu hususlar, Ermeni tarihçilerin Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı ayrımcı davrandığı yolunda ileri sürdükleri iddiaların asılsızlığını ortaya koymaktadır.
 

Kıbrıs, İngiltere’ye veriliyor

Osmanlı devleti, 4 Haziran 1878 tarihinde imzalanan antlaşma uyarınca, Doğu Anadolu’daki Rus tehdidi kalkana kadar İngiltere’nin Kıbrıs’a yerleşmesini kabul etti. İngiltere bu ödünle Hindistan’la en kısa bağlantı yolunun güvenliğini sağlamış oldu.

Osmanlı devletinin bu dönemde içine düştüğü fevkalade zor şartları gayet iyi değerlendiren İngiltere, biraz baskı biraz da tehditle Babıâli’den Kıbrıs’ı alma becerisini de gösterdi. 4 Haziran 1878 tarihinde imzalanan antlaşma uyarınca, Osmanlı Devleti, Doğu Anadolu’daki Rus tehdidi kalkana kadar İngiltere’nin Kıbrıs Adası’na yerleşmesini kabul etti. İngiltere elde ettiği bu ödünle Hindistan’la en kısa bağlantı yolunun güvenliğini sağlamış oldu.

Babıâli ise bu şekilde, Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhine genişlemesine karşı İngiltere’nin desteğini garanti altına almış olduğu ve Rusya’ya bağlı bir Ermeni devleti kurulması planının da suya düştüğü hesabı içindeydi. Ne var ki, bu beklentisi gerçekleşmedi. Kıbrıs’ın İngiltere’ye devrinin üstünden iki yıl geçmeden 1880’de Gladstone başkanlığındaki Liberal Parti iktidara gelince, İngiltere, Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikasını terk etti. Yeni politikayla, parçalanacak Osmanlı Devleti toprakları üzerinde İngiltere’ye dost küçük devletler kurulması hedefleniyordu. Bu devletler arasında en önemlisi de, Çarlık Rusyası’nın güneye doğru yayılma emellerinin önüne set çekecek ve Basra ve Hindistan yolunun güvence altına alınmasını mümkün kılacak İngiltere’ye dost bir bağımsız Ermenistan olacaktı. Bu şekilde İngiltere de Ermenilerin hamisi rolüne soyunmuş oldu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon