Tilman Rammstedt'ten 'Çin İmparatoru'

Tilman Rammstedt, "Çin İmparatoru"nda, Keith ve dedesinin diğer aile fertlerini de içine olarak büyük bir kaosa dönmeye meyyal ve bir hayli karmaşık ilişkisini konu ediniyor. Kitap, Keith’le dedesinin anıları düzleminde Çin’le ilgili birçok şeyi seyahatle iç içe geçiriyor.

Yayınlanma: 13.10.2017 - 21:09
Abone Ol google-news

İmparatorun Çin’e vedası
 
Suçluluk psikolojisi insanın hayata bakışını sürekli değiştirir. Kimi zaman normal şeylerin bile farklı algılanmasına, her şeye olduğundan daha başka bir yakıştırmada bulunulmasına neden olur. Üstelik buna bir de ölüm eklenirse. İşte Tilman Rammstedt’in Çin İmparatoru isimli romanı bu psikolojiyle başlayan, sürekli geçmişine dönerek hareket eden Keith’i ve telefonda ölüm haberini aldığı dedesini anlatan bir roman. Ancak alışılagelmişin dışında, oldukça canlı, kimi sahnelerinde bir hayli eğlenceli ve tutkulu.

ZITLIKLAR ÜZERİNE ÇİZİLEN PERSPEKTİF

Çin İmparatoru, dedesiyle Çin’e doğru seyahate çıkması gereken Keith’in parasını -tuhaf- kaybettiği için evde saklanıp onu tek başına göndermesi ve nihayetinde daha Westerwald’dan onun ölüm haberini almasıyla başlıyor. Telesekretere kaydedilen bir sesten öğrendiği bu acil haber karşısında Keith ne yapacağını bilemez. Acilen ondan arta kalan bedeni almaya gitmesi gerekmesine rağmen evde oyalanmaya devam eder. Bu sırada başka acil ve önemli haberler de alır. Sözgelimi Franziska gibi. Tüm bu aciliyetler onun daha yavaş hareket etmesine ve geçmişi hatırlamasına neden olurken sanki zamanı duraksatır.

Keith ve dedesinin ilişkisi bir hayli karmaşık ve diğer aile fertlerini de içine olarak büyük bir kaosa dönmeye meyyal. Keith’in abisi ve ablasıyla olan ilişkisi kadar ailenin diğer fertleriyle de tam olarak çözülemeyen uzaklaşmaları mevcut. Zaten bu ailenin ne kadar yapay olduğu da kendili hemen belli ediyor. Birçok defa evlenmiş dede kadar ailedekiler de farklı maceralar sahip isimler. Kimin öz kimin üvey olduğunun bilinemediği bir aile bu. Keith, gerçek annesini bilmezken dedesi bile bu soru(n)un cevabını hatırlayamaz. Modern toplumların geldiği noktada ve zamanın gittikçe hızlanan çizgisinde bu, bir yandan da dünyadaki karmaşayı yansıtır. Her şey öylesine iç içe geçmiş durumdadır ki kimin kim olduğu, ne yaptığı artık belirsizdir. Tüm bunların içindense ortaya net bir şey çıkarmak mümkün ol(a)maz. Rammstedt, işte bu karmaşık ve yapay aileyle kopan ve onarılamayan bağların altını çizer. Tabii tek fonksiyon bu değildir. Bununla birlikte kendi anlatım tarzı için öne çıkan bir zemin hazırlamış olur. Tüm bunlar garip bir hikâyenin parçası hâline gelir.

Ölümün sahiciliği kadar ölüm haberinin inandırıcılıktan uzak olması, her şey alabildiğine yavaşken birden “acil” kodlu bir olayın gerçekleşmesi ve tüm bu zıtlıklar roman için ilginç bir perspektif çizer. Karmaşaya zıtlıklar eklenir. Odasına kapanıp saklanan Keith birden Çin İmparatoru zannettiği dedesinin dünyanın bir ucuna doğru yola çıkmasını düşünmeye başlar. Küçük odasını dünyaya açar ve böylelikle kendi mekân algısıyla düşüncesindekiler birbirine dolanır. Sonuçta ortaya yine o tuhaf his çıkar, yapay ve kaotik. Ölüm haberinin ardından neler olduğunu ve olabileceğini düşünmeye başlar. Bunlar bir yerde yine duygusal bağdan uzak ve geçmişin hatırlanarak incelenmesine yönelik bir hareketliliktir. Dedesiyle çocukluğundan beri kurduğu bağ, onun sevgililileriyle ilişkisi, hoşsohbetliği, çapkınlıkları, beraber yaptıkları gözünde canlanır. Bunların kiminde oldukça hareketli bir ihtiyar, kimindeyse yaşlandığı hissedilen bir ölümlü gözükür. Öte taraftan Çin İmparatoru sanki ölemeyecek kadar dinç, yüz yaşını rahatlıkla devirecek kadar azimli biri olarak öne çıkar. Bu da aslında giderek yaklaşıldığı hissedilen ölümün aile fertleri arasındaki inandırıcılığına gölge düşürür. Dede, ölümlü biri olmaktan uzaklaşmaya yüz tutar onların gözünde.
 
ÇİN KÜLTÜRÜ VE YAŞAMI...

Çin İmparatoru’nun sürekli kendini ölüm döşeğinde görmeye başlamasıyla beraber Keith’in ona dair düşünceleri de şekillenir. Ancak bu ölümün bir türlü gerçekleşmediğini, onun sürekli ölüm döşeğinde kaldığını ve bir türlü öl(e)mediğini hatırlar: “Ben kendimi bildim bileli ölüyordu, hatta muhtemelen daha uzun süredir.” Bu bir türlü gelmeyen ölüm, ona dair tasavvurlarında boşluklara neden olur. O artık zamanı aşan bir yapıya bürünür. Onun için düşündüğü şey ölüm olmaktan çıkar. Geçmişin sıkıcıya daha yakın hatıralarına gömülür. Üstelik dedesinin bu ölüm söylemine onun diğer aile fertlerine yönelik girişimleri karışır.Sözgelimi araba kullanacağını söyleyen torununa şarap ikram edip sarhoş olmasını sağlar, saçını kurutacağını söyleyen bir diğer torunun kurutma makinesinin ayarlarıyla oynar, elektrik kaçağına neden olmaya çalışır. Kendi yaklaşan ölümünü bu yolla sanki diğerlerine aktaracağını düşünür. Nihayetinde karar verdiği Çin yolculuğunu da tamamlayamayacağını bilir, bu bir nevi ölüme yolculuktur. Tıpkı Keith’in zihnindeki hâliyle vatanına dönen bir imparatora dönüşür. Bu yolculuk onun sonu olmakla birlikte giriştiği büyük işlerden biri olur. Ülkesinin dışına hiç çıkmamış, Almanca haricinde başka bir dili hiç konuşmamış birinin son çırpınışları. Ardından gerçekleşenlerse bir başka olaylar dizisini oluşturur. Aşkları, gençliği, girişimleriyle bir başka dede profili ortaya çıkar.

Yaşlı adamın seyahat için Çin’i tercih etmesinin altında birçok neden yatar. En önemlisi ‘tek büyük aşkı’ Lian’dır, “zarif söğüt”.  Keith ayrıca çocukluğunda Çin ve dedesini iç içe geçiren bir başka olayı da hatırlar. Dedesi, bir tartışma sırasında kendini imparator olarak ilan eder: “O zaman ben de Çin imparatoruyum.” Bu keskin anı Keith’de öylesine yer eder ki çocukluğunda buna inanır ve arkadaşlarına anlatır. Neden bir Çinli’ye benzemediği sorulduğunda büyüdüğünde olacağını söyler. Bu düşünceden büyüdükçe sıyrılırken dedesiyle ilişkisinin biçimlenmesinde böylelikle özel bir yer de edinir. Detayların büyük değerlere dönüştüğü noktada bu tür ifadeler kendine yer açar.

Çin yolculuğu, Lian, Çin televizyonu, kültürü ve yaşamı... Çin’le ilgili her şey ve seyahat iç içe geçerken Keith, dedesinin anıları, Lian ve Franziska birbirine dolanır. Bir yanda dede uyurken öte yanda sevişen torun Keith ve Franziska. Üstelik Franziska’nın tuhaf konumuna rağmen. Erotizmle suçluluk duygusunun birbirine karıştığı yerde Keith dedesinin uyumadığını ve olanların farkında olduğu anlar. Sevişen torun ve sevgili. Tüm bunlar karmaşanın tırmanmasına neden olur. Üstelik anlatıya farklı türler ilave olunarak bu doruğa çıkarılır.

“Elimdeki biletlere baktım, dönüş uçağı ertesi gündü. Bineceğimi sanmıyorum. Gerçekten bu bana fazla dar. Şu anda her şey bana fazla dar...” Roman bu “dar”lıkla beraber biter. K., kendini geniş bir ülkede daralırken görür. Tıpkı romanın başındaki küçük odasında bu geniş coğrafyayı düşünürkenki hâlin tersine. Bir uçtan diğerine geçilir. Eksiklikler tamamlanır, yollar yürünür ve biter, zaman kendini yineler. Nihayetinde anlatı tamamladığında tüm geçmişle beraber zaman herkesin içine iyice işler ve kimsenin kopmasına izin vermez. Tilman Rammstedt böylelikle kendi çizgisinde romanını tamamlar.
 
Çin İmparatoru/ Tilman Rammstedt/ Çeviren: Esen Tezel / 182 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon