Trenler, kediler ve hayat! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...

Kıymettir diye sunulanlarla elimizden hoyratça alınanları söylüyor Füsun Çetinel; bunlar üzerine; sayıp döktükleri, bizim ekleyeceklerimiz hakkında düşünmeye, yorulmaya çağırıyor; koşmadan, telaşa kapılmadan, zaman sınırı koymadan... Yalınlıkta yakaladığı derinlikle de -öyküden öyküye- bir an olsun bırakmıyor ellerimizi.

Trenler, kediler ve hayat! Y. Bekir Yurdakul’un yazısı...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.07.2021 - 00:03

Olmayan Şeyler’i okuyup bitirdiğimde, aklıma Gökçenur Ç.’nin “Bitmemiş Şeyler Kalır Her İyi Kitap Bittiğinde” şiiri düştü. “Zeytinlerin arasında/ bir koşu/ Rüzgâr da/ durmuş seyrediyor/ yarışı/ Güneş mi batacak/ kitap mı bitecek/ önce” (Giderken Öpmeseydim Keşke, Yitik Ülke Yayınları)

Kitap bitince güneş batmış gibi oldu. Baktı ki dönüp yeniden dolaşmaktayım öyküler arasında, ağırdan aldı güneş de işi...

“Başka hayatları okumadan sizin hayatınız yalnızlık bile değildir.” diyor ya Şükrü Erbaş, aldırmayın siz Füsun Çetinel’in “Olmayan Şeyler” dediğine; ışığı, kompozisyonu, açısı, kadrajıyla sıkı bir toplum fotoğrafı çekiyor aslında.

Ve bizi kedilere, geveze sığırcıklara, martılara, nedense hepimizde derin çağrışımlar uyandıran, bitip tükenmez öykülere konuk olmuş trenlere götürüyor.

Desen: MURTEZA ALBAYRAK

Asla rahatsız etmeyen tren düdükleri, ray titreşimleri, göğe ağan buhar eşliğinde, bir tekirden, sarmandan mı yoksa Marsık’tan mı bilmem; bir mırıltı yükseliyor sonra.

Trenler gelir geçer. Trenler gelir, gitmez bir daha bir yere... İlle yorgun, yurtsuz, kederli, onca hüzün biriktirmiş, yolcusu koşsun gelsin, alsın yerini ister. Sonra kediler bekler hayatımızın en sevinçli, en kederli yerlerini...

Füsun Çetinel de geçmiş o istasyonlardan; görmüş o kedileri, duymuş! Açmış öykünün kapısını, almış hepsini içeri. Güzel çocukların; hayalleri dipdiri, heyecan dolu gençlerin; güne/ insana yakışmayan şiddetin incittiği insanın/ kadınların yanına...

YAŞAMAK ARZUSU

Her öyküde, öykünün çağırdığı, özenle kucaklayıp götürdüğü mekânda bir sarıp sarmalama karşıladı beni, bir anda oralı oluverdim; aklımla, yüreğimle, farkında bile olmadan...

Arka planda ince ince örülmüş, her şeyi parayla ölçen, yaşanmışlıkları, güzelim anları yükmüş gibi gören bir çizgiye doğru hızla yuvarlanan bir toplum fotoğrafı...

Her şeye yetişmek zorunda kalan; daralan, sıkışan, zorlanan, horlanan insan! Toprağından, evinden barkından olmuş insanlarıyla günümüzün fotoğrafı aslında bu; kimi bile isteye bulanık, yarısı siyah-beyaz, kimi yırtık orta yerinden...

Yalanla beslenen insanın umursamazlıklarından nice umutlar doğurmasıdır sözcük sözcük, tümce tümce, ilmik ilmik dokunan bu, bizim ora işi kilimin üstünde beliren resmin söylediği...

Çetinel; yaşamak, sahiden yaşamak arzusu doğursun istiyor okurda / hepimizde öykülerle çoğalmasını beklediği sorular.

YAŞAMAK ÜLKESİNİN SAKİNLERİ

Sahne dopdolu. Kimler yok ki!

Herkesten ödünç bir şeylerle bezeli; ellerini, kollarını nerelere koyacağını bilemeyen gençler! Liseli, üniversiteliler. Dünyalarının sınavdan ibaret olduğuna inandırdıklarımız...

Okuma hakkı elinden alınanlar... Hayatın yükünü çoğun farkında bile olmadan sırtlamış çocuklarımız. İşçi kadınlar, dediğim dedik anneler, kasiyer kızlar; gözün, elin, nefesin, sesin şiddetiyle boğuşanlar. Kısacası yaşamak ülkesinin sakinleri.

“Göz göz pencereleriyle üst üste yığılmış balkonsuz beton binalar... Yerde çözülmeden bekleyen test kitapları kuleleri”yle sınırlanmış, ufalmış, sıkışmış hayatlar...

On beş öyküde; kıymettir diye sunulanlarla elimizden hoyratça alınanları söylüyor Çetinel. Bunlar üzerine sayıp döktükleri, bizim ekleyeceklerimiz hakkında düşünmeye, yorulmaya çağırıyor.

Koşmadan, telaşa kapılmadan, kendimize zaman sınırı koymadan... Yalınlıkta yakaladığı derinlikle de - öyküden öyküye - bir an olsun bırakmıyor ellerimizi.

HAYAT BİZİM OLSUN

Her şey “mükemmel” olacak, hiçbir şey “eksik” kalmayacak anlayışıyla dayatılan, tasarlananların boğduğu, başka birisine dönüştürdüğü Berke gülümsüyor kapı aralığından...

Sabah erkenden sıkılan portakal suyu, taşıdığı fosfor nedeniyle pişirilen somon balıkları, Amerika’dan getirtilen vitaminler... özel öğretmen paraları, okul taksitleri, fazla mesailer, banka birikimlerinin üstüne basa basa yürüyen Berke’yle birlikteyiz ya da Berke’nin ta kendisiyiz.

Telaşın olmadığı günlerde, yıkılan evlerinin hemen arkasından geçen tren yolunu tutup istasyona varıyoruz. Hayatımıza eşlik etmiş ya da öykülerden sızmış tren düdüklerinin özlemiyle...

Yeniden uyanıyoruz o sesle, o sesle hayaller kuruyoruz, çok uzaklara gitmenin hayalini hem de öyle planlanmış yolculukları elimizin tersiyle iterek.

Gişedeyiz. Vagonlardan birinin basamaklarında adımlarımız. Kompartıman da kucaklıyor bizi. “Ya Doğu Ekspresi mi bu? Ne güzel?” sorusu dilimizde, pencereden hızla geçerken el sallayan, hepimize ayrı ayrı gülen doğaya, hayata gülümsüyoruz.

Yurtdışında üniversite okuyan Emre’yle yaşlandıkça hidayete erdiğini sanan babasının elinden kaçırdığı kurbanlık koyunla biz de izimizi kaybettiriyoruz şu dünyayı tersinden yaşamayı dayatanlara.

O kaçışta “Emre’yle Berke de yanı başımızda olsa”yı düşlüyoruz. Ve ikisini tanıştırmayı...

Kapıda Marsık karşılıyor bizi. Bir keder yumağına dönüşmüş Marsık’ın son günlerine tanık olurken apartman boşluğundan yükselen başka kedi sesleri yeniliyor hayatı.

Umarsız olduğumuza inandırıldığımız şu ödünç hayata derinden karşı çıkan, kendisini yazıda, kitaplarda bulan Defne’ye kulak verirken ansızın açılan kapıdan Agatha Christie giriyor içeri...

Kafka’nın soğuk şehrinde, beş parasız, çöplerden bulduğuyla yetinen bir genç göz kırpıyor, yanı başında karafatmalar...

Sonra tutkunun adresi karlı zirveler, şehirlerarası yolculuklar, ah o metrolar, tıklım tıkış çarşılar, her gün değişen sokaklar, belediye otobüsleri...

Olmayan Şeyler’in; birbirimizin hayatına müdahil olmaktan, hayatın soluğunu kesmekten vazgeçelim diyerek fısıldadıklarına kulak verelim ki yalnızlığımız da bizim olsun, hayat da...

Olmayan Şeyler / Füsun Çetinel / Günışığı Kitaplığı / 120 s. / 12+ / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler