Tuncay Özkan'ın savunmasının tam metni/II

Tuncay Özkan'ın Ergenekon davasıyla ilgili yaptığın savunmanın tam metni...

Tuncay Özkan'ın savunmasının tam metni/II
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.05.2013 - 20:10

Cumhuriyet Mitingleri

Cumhuriyet Mitingleri iddianamede olduğu gibi mütalaada da iftira düzeyinde çarpıtılarak ele alınmıştır. Önce 2003 yılında 5 Ekim’de yapılan Cumhuriyet’e saygı adlı Ankara Üniversitesi’nce düzenlenen ve kim olduğu belirli grupça “Ordu Göreve” yazılı pankart açılan miting ile bilerek ve isteyerek karıştırılmış kamuoyunu yanıltma yoluna gidilmiştir.
Öncelikle Anayasa’nın Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri başlıklı düzenlemesini hatırlayalım
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı
MADDE 34- (Değişik: 3/10/2001-4709/13 md.)
Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

2007 yılında yapılan 5 adet mitingden oluşan Cumhuriyet Mitingleri Ankara, İstanbul, İzmir, Manisa ve Çanakkale’de gerçekleştirilmiştir. Bu mitinglerin hepsi AKP iktidarı döneminde yapılmıştır. İktidarın bilgisi dahilinde yapılmıştır. Valiliklere yasal başvurular yapılmış herhangi bir yasaklama kararı verilmemiştir, Emniyet Müdürlükleri onaylamış, Hükümet komiserleri denetlemiştir. Nerede, hangi saatte başlayıp hangi saatte biteceğine hükümet karar vermiştir. Kimlerin konuşacağı emniyete ve valiliklere bildirilmiş, hangi sloganların atılacağı, hangi pankartın açılacağı onaydan geçmiştir. Tüm katılımcılar alanlara polis aramasından geçerek girmiştir. Bu mitingler televizyonlardan canlı yayınlanmış her mitingin durum raporu, düzenleyici konuşmaları ve konuşmaların deşifreleri davanın ek klasörlerinde mevcuttur.
Bu mitingler dünya çapında yankı uyandırmış, herkes Türkiye’nin demokratik olgunluğunu takdir etmiştir. Ankara mitingine 1 milyondan fazla, İstanbul mitingine 3 milyondan fazla , İzmir mitingine 1 milyon 800 bin, Manisa mitingine 50 bin, Çanakkale mitingine 90 bin yurttaşımız katılmıştır. Beş mitinginde hiç birinde hiçbir taşkınlık yaşanmamış hiçbir olay çıkmamıştır. Mitinglerin yasaklanması veya herhangi bir soruşturma konusu yapılması söz konusu bile olmamıştır. Öylesine kontrol altında yapılmıştır ki, İstanbul Mitinginde hükümet komiseri ben konuşurken sürenin bitmesine 10 dakika kaldığını hatırlatmış ve iki dakika kala ses düzeneğinin susturulmasını istemiştir. Bunun üzerine ben konuşmamı bitirmiş ve kalabalık sessizce dağılmıştır.
Şimdi soruyorum suç ne?
Konuşmalardan hangisi suç? Sloganlardan hangisi suç? Hangi Valilik, hangi emniyet, hangi hükümet komiseri raporu suç işlendi diyor? Öyleyse sorun ne?
Gözdağı mı verilmek isteniyor? Tuncay Özkan burada, bakın bir daha yaparsanız başınıza gelecek budur mu deniliyor. Size söz veriyorum esaretim bitsin yine yapacağız. Milyon milyon çağlayacağız. Korkmuyorum.
Dünyanın en demokratik kitle hareketine, Türkiye’nin yüz akına, Türk politik yaşamının demokratik doruğuna yönelik bu kin ne? Niye? Bana karşı yapılan haksızlık ve iftira bir yana katılan milyonlara karşı takınılan bu tutum ayıptır, tarih bunu affetmez.
Mütalaanın 1694. sayfasında benim legal faaliyetlerim kapsamında siyaset ve sivil toplum örgütü çalışmalarım sayılmakta sonra da “…2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi TBMM’nin Ak Partiden birisini Cumhurbaşkanı seçmesini engellemek için Ergenekon Terör Örgütü yönetici ve üyesi olan diğer sanıklardan Mustafa Özbek, Mehmet Haberal, Mustafa Ali Balbay, Ahmet Hurşit Tolon, Mehmet Şener Eruygur, Sinan Aydın Aygün, Doğu Perinçek ve grubu ile sivil toplum hareketi görüntüsü altında Cumhuriyet Mitingleri tertip ettiği…”
Bu konuda hakkımda hiçbir kovuşturma soruşturma yoktur. Savcıların amacı politiktir.
Öncelikle bir noktanın altını çizeyim. Mustafa Balbay ile cezaevinde barıştım. Balbay ile uzun yıllar hiç konuşmadık ve 2007-2008 de de dargındık. Bunu bütün medya bilir. Ayrıca o da ben de bu durumu savunmada detaylı anlattık. Bunu teyid eden telefon tapeleri de iddianamede mevcuttur. Savcılık aksini ispatlarsa ben bütün suçlamaları kabul edeceğim. Hosri meydan. Balbay Cumhuriyet Mitinglerinde yoktur.
Mustafa Özbek hiçbir mitinge katılmadığı gibi ne hazırlık ne de herhangi bir aşamasında yer almamıştır.
Mehmet Haberal Cumhuriyet Mitinglerinde söz konusu dahi olmamıştır. O zamanlar tanışmamıştık bile.
Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Sinan Aydın Aygün’ün adlarını bırakın gölgelerinin dahi dahli yoktur. Bu isimler asla katılmamıştır, yer almamıştır.
Doğu Perinçek ve İşçi Partisi ile de bu mitinglerin alakası yoktur. Doğu Perinçek bir ifadesin konuya değinmiş, katılımcı olarak Cumhuriyet Mitinglerinde yer aldıklarını ancak kendilerinin yapmadığını, düzenlemede bulunmadıklarını açık açık söylemiştir. Zaten hem mitinglerin siyasi mesajına hem de sonucuna itiraz etmiş ve benimsemediğini, eksik ve yanlış bulunduğunu söylemiş, yazmış ve beni eleştirmiştir. Bu sadece şimdiki görüşleri olmayıp o dönemki basın bültenleri araştırıldığında görüleceği üzere o dönemki görüşleridir de. En son üç ay önce Aydınlık gazetesinde ve Ulusal Kanal da bu eleştirilerini yeniden gündeme taşımıştır. İşçi Partisi veya Doğu Perinçek Cumhuriyet Mitinglerinin düzenlenmesinde asla yoktur. Olsalar bunu kabullenmemeleri söz konusu dahi edilemez.
Şimdi savcılığa soruyorum. Bu iddianın dayanağı delili nedir? Bütün mitinglerin düzenleme komitesi ek klasörlerde var, bunları biliyorsunuz. Hangisinde bu adlar var? Konuşmalar belli, hangisinde bu adlar var? Yoktur. Şener Eruygur, ben İzmir Mitinginde Cumhuriyet Mitinglerini sonlandırdıktan sonra Denizli ve Samsun mitinglerini bir grup STK ile düzenledi biz katılmadık Savcılık bunca gerçek dışı olguya neden sarılmaktadır? O mitinglerden burada bir tek ben varım. Ancak insanlar akın akın katıldı. Ben Doğu Perinçek dışında adları sayılanlardan hiç kimseyi o meydanlarda görmedim.
Savcılığa hangi mitingde bu duruşma salonundakilerden biri konuşma yapmıştır? Hangi mitingin düzenleme komitesinde bu kişilerden biri yer almıştır? Hangi mitingte kürsüde görüldü? Ben diyorum ki yokturlar. Varsa söyleyin hangisinde? İddianızın dayandığı delilleri açıklayın? Eğer sadece kanaatinize dayanıyorsa bu iddialarınız o halde iftiradan öteye geçemez.
Bu iddialar gerçek değildir. “Sivil toplum görüntüsü altında” ne demektir? Suç icadından öteye gitmez.
Yasal, hakkında hiçbir suçlama olmayan demokratik hak kullanımı olan bu mitinglere neden kara çalma ihtiyacı hissediyorsunuz?
Neden sanki bir olay çıkmış, bir suç işlenmiş gibi davranıyorsunuz? Sizi halkıma ve mahkeme heyetine şikayet ediyorum.

Kanaltürk TV İle İlgili Olarak

Kanaltürk televizyonu ile ilgili olarak mütalaada ve iddianamede hiç biri gerçek olmayan iddialara değinilmiştir. Önce vergi meseleleri gündeme gelmiştir. Yargılama esnasında vergi mahkemelerinin hakkımızda verdiği beraat kararlarını mahkemenize sundum. Ve bu iddianame daha okunurken çürümekte ve dökülmektedir dedim. Savcılık Kanaltürk’ün kuruluşunun 2004 yayına geçişinin ise 2005 yılı olduğunu ve 2008 yılında el değiştirdiğini unutmasın.
Kanaltürk’ün kuruluşuna ve yayına geçmesine AKP iktidarı izin vermiştir. Yönetim kurulunun ve yöneticilerinin kimler olacağını, güvenlik soruşturmalarını Başbakanlık Güvenlik Dairesi yapmıştır, onay vermiştir. MİT incelemiş ve olur demiştir. RTÜK onay vermiş frekans tahsis etmiştir. Mütalaada yazıldığı gibi eski Deniz Kuvvetleri Komutanı değil. Türkiye’de yasalara göre Frekans, yayına çıkma ve yayın yapma iznini sadece RTÜK verir. MİT ve Başbakanlık Güvenlik Dairesi onayı şarttır. Gerisi boş laftır. Yayınları RTÜK denetlemiştir. Kanaltürk yayınları ve kalitesiyle bağımsız ve özgür duruşuyla tarihe geçmiştir. Mütalaada 1693. Sayfada Ergenekon Terör Örgütü adına kara propaganda, dezanformasyon ve psikolojik savaş amaçlarına uygun olarak yönettiğim söylenen Kanaltürk, hangi yayını ile böylesine ağır ve alçakça bir suçla suçlanabilmektedir. RTÜK, Başbakanlık ve savcılar uyudu, Kanaltürk bunu yaptı öyle mi? Savcıları akla ve mantığa biraz olsun saygılı olmaya davet ediyorum. İmzasız, üzerinde parmak izi olmayan Sayın Komutanım diye başlayan ve kime yazıldığı belli olmayan bir metinden yola çıkıp bütün reklamcıların ifadesini aldınız. Ne oldu? İfadeleri tekrar veriyorum size. Hepsi de bana atılı bu çirkin iftirayı reddetti. Ayrıca bu konuda önsavunmamda dile getirdiğim sözlerimi tekrar ederim. Savcılar da bu iddiayı gerçek gibi mütalaaya yazdılar.
Şimdi sesleniyorum:
Bize bir tek yayın göstersinler suça delil. Yok. Sadece burada Sayın Eski Gen.Kur. Başkanı Hilmi Özkök’ün ifadesi sırasında dile getirdiği hakaret iddiası vardır. Bununla ilgili olarak Sayın Özkök TCK 301den hakkımda dava açtırmıştır. Zorlayarak açtırdı. Zorlayarak diyorum çünkü Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği’nin ilk suç duyurusuna Şişli Savcılığı Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair karar vermiş ancak yetinmeyen Genelkurmay Askeri Savcılığı bir kez daha bu karara itiraz etmiş ve bu sefer dava açılmıştır ancak ardından bu davada hakkımda beraat kararı verilmiştir.
Şimdi bu dava açılsın Tuncay Özkan hapis cezası alsın diye çabalayan kişiyle aynı örgütün üyesi olduk iyi mi? Dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Hıfzı Çubuklu beni o zaman hapse attırmayı başarsa belki şimdi bu davada yoktum. Ama İstanbul’da yargıçlar vardı ve hukukun gücü o zaman her türlü baskılara karşı direnebiliyordu.
Hilmi Özkök buradaki tanıklık ifadesinde yargılanan kişiler ve program konusunda yanılmıştır. Hakaret iddiasının olduğu program Kemal Yavuz ile değil Cüneyt Arcayürek ve ben ile sunulan Politika Durağı programıdır ve Cüneyt Ağabey, ben ve sorumlu müdür sıfatıyla Adnan Bulut bu davada yargılandık. Mahkemeniz sordu yanıtlar geldi Kemal Yavuz ile program yapmadık. O bazı programlara konuk oldu. Cüneyt Arcayürek ile yaptığım “Politika Durağı” programında tamamen yanlış anlamadan kaynaklanan bir sorun yaşandı. Karşılığında da yargılandık ve beraat ettik.
Mütalaanın 1694. Sayfasındaki “Hilmi Özkök aleyhindeki yayınların Sanık A. Tuncay Özkan tarafından hangi düzeye kadar alçaltıldığını da ortaya koyduğu” diyor. Aynen iade ederim. Benim Sayın Özkök’ü alçaltma gibi bir tutumum yoktur. Gereken yanıtı o ifade sırasında verdim. Şimdi yine o davanın iddianamesini ve kararını sunuyorum.
Ayrıca emniyet araştırması ile Youtube’tan indirilip deşifresi yapılan metinleri de sunuyorum. O metinlerde Kemal Yavuz Genelkurmay Başkanı’nı övmekte ve referans vermektedir. 28 yıllık meslek yaşamımda kimseye hakaret etmedim. Tamamı bir yanlış anlamadan kaynaklanan duygusal tavırdır. Dosya içeriği ve karardan anlaşılacaktır.
Kanaltürk için uydurulan mütalaa karalamalarını kabul etmiyorum. Örgüt televizyonu ne demek? Belgen ne? Şimdi kanal kendini Fethullah Gülen’in yakını ve onun cemaatinin bir parçası saydığını açıklayan Akın İpek’in. Ben sattım. Bilerek sattım. Hangi örgüt televizyonunu böyle satabilirsiniz? Bu suçlamalar yakışıksız ve asılsızdır. Sattım diye beni yerden yere vurdular. Kulağımı kapadım doğru bildiğimi yaptım. Şimdi bütün bunlar ortadayken mütalaaya bunları yazmak mümkün değildir olamaz.
Örgüt dökümanları konusunda ise mütalaada 3 yer adres olarak gösteriliyor. Bunların Adil Serdar Saçan’dan alındığı söyleniyor. Halkalı’daki depoda 1691 No’lu CD’den çıkıyor ve Kanal Biz’de bulunuyor. Bunların hepsi dijital olarak bulunuyor. İlginç olan hepsinin ele geçirilişi sırasında 134. Maddenin hiçbir hükmüne uyulmamış. Ben bunların hiçbirini görmedim. CD’ler bana ait değildir. Parmak izim, bana ait olduğunu gösteren hiçbir şey yoktur. Ayrıca ben Kanal Biz’in kuruluşunda bulundum ancak 23 Eylül 2008’de gözaltına alınıp tutuklandım. Hem depo araması hem Kanal Biz aramasında yoktum. Hele Kanal Biz ile hiç ilişkim olmadı. Kanal Biz binasında masam, bilgisayarım olmadı. Sandalyem yoktur. Bunların benimle ilgisi yoktur. Kabul etmiyorum. Ayrıca mütalaada Adil Serdar Saçan’dan telefonla 1691 No’lu CD ve Kanal Biz’de bulunan bir belgeyi istediğim yazılıdır. 1694. sayfada yazılan doğru ise ben bende bulunan bir belgeyi neden Adil Serdar Saçan’dan isteyeyim? Bunlar bana ait dijitaller değildir.
Mütalaada legal faaliyetlerim olarak adlandırılan sivil toplum kuruluşu ve siyasi parti faaliyetlerim, iddianamede suç sayılmıştı. Savcılık kararsız kalmış. Tekrar ediyorum CHP’ye hiç üye olmadım, suçlamalar asılsızdır. ADD’ye 2008 yılında üye oldum. Kayıtları dosyadadır. Şener Eruygur’un asker kimliği nedeni ile ADD’yi yıprattığına inandığımdan görevden ayrılmasını istedim. Önce kabul etti sonra haber vermeden genel başkanlık çalışmasını yürüttü. Bunlar telefon tapeleri ile sabittir. Ben de kendisine karşı bir grup arkadaşımla rakip aday çıkardım. Sayın İlker Güven ile tanışmam onun Şener Eruygur ile irtibatı sağlamasıdır. Sayın Güven ifadesinde bu durumu çok net anlattı. ADD’de Şener Eruygur’a karşı aday çıkarmam, çalışma yapmam yasal hakkımdır. Suç değildir. Bu konularda yapılan suçlamalar yersiz ve yasal dayanaktan yoksundur.
TCK 327, Devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme suçu ile yasaklanan bilgileri temin etme TCK 334, suçlamaları konusunda savunma yapabilmek için bu belgelerin tarafıma gösterilmesini istedim. Ancak bu yapılmadı. Bende bulunan bilgilerin hangisi bana aittir, bu nedenle bilmiyorum. Ancak bende bulunan belgelerin tamamını kitaplarımda ve televizyonlarda yayınladım. Örneğin Susurluk Raporunu hem televizyonda hem de Radikal gazetesinde ek olarak yayınladım. Bunun belgesini de savunmamda sundum. Bende bulunduğu iddia edilen Susurluk Raporu bana aittir. Bu konudaki teknik inceleme beni doğrulamıştır.
Ayrıca Yeşil olarak tanınan Mahmut Yıldırım’a ait kimlikler de bana aittir. Bunları hem televizyonda hem de Radikal gazetesinde yayınladım. Ayrıca dönemin DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’e teslim ettim. Bu konuda MİT’in şikayeti üzerine Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde E2003/351, K.1, D.2. yargılandım ve beraat ettim. Kimlikleri DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na 21.11.1998 gün ve Hz. No:1997/894 sayılı tutanak ile teslim ettim.
Bende bulunan MGK tutanaklarını bir gazeteci ağabeyimden aldım. En yakın 1997 tarihlidir. Bunları CIA Kürtleri Kürt Devletinin Gizli Tarihi, Bush ve Saddam’ın Gölgesinde Entrikalar Savaşı, MİT Bir Gizli Servisin Tarihi, Operasyon, Öcalan Nasıl Yakalandı, Ne Olacak? adlı kitaplarımda kullandım. Bu kitaplarımı savunmamda belgeleri kullandığım sayfa numaralarını da belirterek size sundum. Ben bir gazeteciyim. Bunlar arşivimdir. Bunlardan suçlanmam veya cezalandırılmam yasalarımıza ve evrensel kurallara aykırıdır. Gizlilikleri alenileşmiştir. Bu suçlamaları kabul etmiyorum. Hangi belgelerin bana ait olduklarını bilmediğimden savunma da yapamıyorum. Ayrıca yukarıda belirttiğim kitaplarım 10 yıldır satılmaktadır. Kimisi Best Seller olmuştur. Haklarında yayınlar yapılmıştır ve hiçbir soruşturma, cezalandırma talebi olmamış, savcılarca soruşturma açılmamış, MİT, MGK, Başbakanlıkça bir suç duyurusunda bulunulmamıştır. Tümü aleniyet kazanmıştır.
TCK madde 135 ve 136 ile 137. maddeler açısından ise mütalaada yazılanlar suç değildir. Şöyle ki;
Kanal Biz’de bu defterin bulunması mümkün değildir. Defter Halkalı’daki depoda diğer defterlerin içinde olmalıdır. Anlamadığım bir şekilde olmaması gereken yerdedir. Kim getirdi? Onu oradan alıp getirenler kim? Ancak içinde bulunanların bir kısmı ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer’in bir televizyon konuşmasında kendine hakaret ettiği iddiasına karşı dava açan bir polis memurunun dava dosyasıdır. Bu konuda savunmamda detaylı bilgi verdim. Bunun içinde bulunan dava konusu yazılar dosyadan alınıp defterin içine konmuştur. ÇEV ve ADD’deki yolsuzluk iddialarını içermektedir ve yargılaması yapılmış ve şikayetçi Bayram Özbek davayı kaybetmiştir. Bunlar o dosyaya aittir. Savunmamda bu dosyayı sundum. Ayrıca ÇEV’in avukatı olan ve dava sanıklarından Hüseyin Buzoğlu da savunmasında dosyanın tamamını mahkemenize ibraz etmiştir. Bir fişleme yoktur. Dava konusu dosya bilgileri vardır. Fethullah Gülen ile ilgili bilgiler ise haber için orada bulunuyor olsa gerektir. Ben o arama sırasında 2 aydır tutuklu olduğum için bu konuda bilgim yoktur. Defteri görmedim. O adreste hiç bulunmadım. Çünkü ben tutuklandığımda, televizyon yayında değildi. Bina tamamlanmamıştı. Bu nedenle defter de adli emanette tutuluyor, bana gösterilmediğinden suçlamaları kabul etmiyorum. Çünkü ne olduğunu bilmiyorum bana bu belgeleri göstermediniz.
Mütalaada en ilginç suçlamalardan biri ruhsatsız silah ve ruhsatsız mermi suçlamasıdır. Benim ruhsatsız silahım yoktur. Ruhsatlı tabancamın iddianameye ruhsatsız yazılması üzerine itiraz ettim. Ek klasörden ruhsatın fotokopisini alıp mahkemenize sundum. Mahkemeniz de ruhsatlı tabancaya neden ruhsatsız yazıldığını emniyete sordu. Onlar silahın ruhsatlı olduğunu teyit ettiler. Bu yazılar dosyamıza girdi. Ancak mütalaada savcılar buna rağmen 492. Sayfada bir adet ruhsatsız ateşli silahım olduğunu yazıp TCK 174 (1) (2) ve 3713 sayılı TMK’nın 5. Maddesi uyarınca cezalandırılmamı istediler. Şimdi soruyorum benim olduğu iddia edilen ruhsatsız silahın türü kalibresi nedir? Markası nedir? Nerede ele geçmiştir? Benim olduğu nasıl anlaşılmıştır. Bunlar mütalaada nerede yazıyor? Bu silah şuan nerededir? Bu karartma neden?
Ayrıca Halkalı’da depoda bulunduğu söylenen32 adet ruhsatsız merminin bana ait olduğunu nasıl anlamışlardır? Ruhsatsız mermi ne demektir?
Örneğin Kanaltürk’de çalışan ve ruhsatlı tabancaları olan diğer gazetecilerin silahlarına ait değil de bana ait olduğunu nasıl belirlemişlerdir?
Burada savcılığı mahkemenizi yanıltmak ve yalan beyanda bulunmakla üzülerek suçluyor ve size şikayet ediyorum. Benim ruhsatsız tabancam yoktur. Varsa ispat etsinler. Ruhsatsız mermim yoktur varsa ispat etsinler. Tabancalarım ruhsatlıdır. Bana ait mermilerle birlikte evimde polise teslim ettim. Ruhsatlarını verdim. Bunlara ilişkin belgeleri size sunuyorum.
Savcılık ayrıca ruhsatsız tabanca ve mermim olduğunu, bunların evimde ele geçtiği gerçek dışı beyanını AİHM’sine de sunmuştur. Bunlar gerçeğe aykırıdır. Savcılık gerçekdışı beyanda bulunmakta ve belge uydurmaktadır.
Soruyorum o ruhsatsız tabancanın kalibresi nedir? O ruhsatsız mermilerin tipi ve çapı nedir? Bunlar nasıl benim yapılmıştır?
Ayrıca patlayıcısı olmayan 3 adet savunma tipi el bombası gövdesi mumluk ve kalemlik olarak kullanıldığı masadan Kanaltürk satılınca Halkalı deposuna kaldırılmıştır. Bunların tepeleri kesiktir. Birinin üzerinde maşası vardır ve fünyeleri yoktur. Maşa üzerinde TAPA M204A2KF-MKE-91-71 yazmaktadır. Bu konuda bunları kanala getiren ve eski bir polis olan, polis adliye muhabiri olarak çalışan Fuat Bal’ın tanık olarak dinlenmesini istedim, ama uygun görülmedi. Fuat Bal bunları polis bombacı köpeklerinin eğitimini konu alan bir haber hazırladıktan sonra polislerden hatıra olarak almış. Kanala getirip masa süsü olarak kullanmış ve bir başka arkadaşımıza hediye etmiş. Bunlar ekspertiz raporuna rağmen iddianameye el bombası hem de benim el bombalarım olarak yazıldı. Ayrıca AİHM’sine de evimde ele geçirildiği bildirildi. Bunun nedenini mahkemenizin takdirine bırakıyorum. Bunlar bana ait değildir.
Ruhsatsız tabancam ve mermim yoktur. Ruhsatlarımı sunuyorum.
Olmayan şeylerden suçlanıyorum. 8 yıla kadar hapis cezası isteniyor. Bunu anlamıyorum. Bu savcılık ne yapmak istemektedir.
Bu nasıl mantıktır. Silah ve ruhsatlarımı sayıp sonra bir adet ruhsatsız ateşli silah ve 32 ruhsatsız mermi deyip olmayan silahtan suç yaratmak ne demektir?
Bu zulmü halkıma şikayet ediyorum. Üstelik bu süs eşyası el bombalardan dolayı 174. Maddeden ceza verememeleri gerektiği konusunda bilirkişi raporu da var. Ancak bunlara karşın bu süs eşyalarının Ümraniye’de ele geçen bombalarla, Cumhuriyet gazetesine atılan bombayla aynı kafileden olduğu yazılmaktadır mütalaada. Oysa bu yalandır.
Ümraniye bombalarının kayıtlı no’su:
TPAM 204 AZKFMKE 16985’dir
Cumhuriyet gazetesine atılan bombanın kayıtlı no’su:
TPAM 204 AZKFMKE 173-9-85’dir
Bana ait olduğu savlanan kalemlik olarak kullanılan içi boşaltılmış üstü kesilmiş, tapanı olmayan, el bombasının kayıtlı no’su ise:
TPAM 204 AZKF-MKE 91-71’dir
Hiçbir benzerlik yoktur.
Milli Bomba Merkezi raporu da sadece 1971 yılı üretim benzerliği saptamış, diğer hiçbir bomba ile kafile uyumu bulamamıştır. Rapor dosyada mevcuttur.
Şimdi izninizle 27 Mayıs 2002 günü Milliyet gazetesindeki köşemde buradaki sanıklardan bir kısmının dile getirdiği Öz Türkler internet sitesinin açılışıyla ilgili yazımdan bir bölüm okumak istiyorum:
Tuncay ÖZKAN
Kızıl elma kavramını, Türklerin medeniyete ve güzelliklere doğru açılımını bu çağda, bu kadar içi boş tarif edemezdiniz. Bütün dünyada gelişen evrensel olma ve insanlığı bir bütün olarak kavrama mücadelesine sırtınızı böylesine dönemezdiniz. Türk kavramını bu kadar yalnız ve tekil bir halde ele alamazdınız. Öz Türkler diye bir markayı, Türklüğe sahip çıkılmış ve kurtarılmış edasıyla böyle ucuz bir şekilde ortaya koyamazdınız. Ortaya koyduğunuz şey bir ürün adı, marka. Türklükle, Turan ile ne alakası var. Türklüğü sizin gibi dar görüşlü kurtarıcılardan kurtarmak gerek ki, dünyada yanlış anlaşılmasın. Türk veya Türklük kavramı üzerine ne kadar düşünseniz, Turan idealini bu noktaya indirgeyemezdiniz: Öz Türkler. Türk kimdir? En önemlisi bizi biz yapan kültürel özelliklerimiz. Evrim kadar önemli ve hatta daha da değerli olan şey yarattığımız uygarlıklar. Dilimizi, gelişimimizi kültürel devrimler sağladı. Türklüğü yaratan köken değil, kan bağı, kafatası ölçüsü değil kültürel geçmiş, inançlı insanların medeniyet yoldaşlığı. Yoksa Ermeni, Rum, Kürt, İngiliz, Fransız hepimiz aynıyız; kafatası ölçülerimize kadar. Türklüğün veya başka bir kökenden gelmenin insanlar arası bir üstünlüğü olabilir mi? Olamaz. Yeni bilimsel çalışmalar, genetik araştırmalar hepimizin Afrikalı, yakın akraba ve homosapiens olduğumuzu ortaya koyuyor. Sonra göçler yoluyla şekillenen beden ayrılıklarımız ortaya çıkmış. Kurtarıcı babalar Bu kimlik arayışlarının, illa Türklük üzerine olması mı gerek? Bunun bizim kültürümüze ne kadar zarar verdiği ortada. Sıradan bakalım bizim yeraltı dünyasının liderlerine, bunların hangisi Türkçü değil? Alaattin Çakıcı, Sedat Peker, Sedat Şahin, Kürşat Yılmaz, Ayvaz Korkmaz, Nuriş ve diğerleri. Bunların hangisi Türkçü değil? Neden bu suçluların Türkçülük merakı?Çünkü derin veya sığ devlet denilen ve göbek bağıyla kurulu düzenin, kendi yasadışılıklarına kalkan olan mekanizmanın bir yerinde mutlak olmak istiyorlar. O zaman korunma sağlıyorlar. Yanlarında paşalar, polisler, siyasetçiler, hukukçularla dolaşıyorlar; hep devlet koruması sayesinde istediklerini koparıyorlar. Şimdi bunlardan bihaber Sedat Peker ve beraberindekiler Türklüğü kurtarıyor: Yanında Veli Küçük var. Eski general yeni işadamı: Susurluk kahramanı: Kürsüde konuşurken sergilediği tutuma bir bakın, sonra değerlendirin. Bağırtısından, sesinin renginden çocuklar korkar. Zaten tanıtım korku üzerine kurulmuş bir şirketin, korku salarak ünlenmiş ünlülerinin; tıpkı seyahat firmalarının adlarının başına öz ekleyerek yaptıkları rekabeti anımsatıyor. Onlar Türklüğü, öz Türkler olarak koruyorlar; internet üzerinde savaşacaklar. Kimle, kime karşı? Neden? Türklüğü biz öz Türk olmayanlardan koruyacaklar herhalde. Şimdi biz en öz Türk firmasını kurarsak ne yapacaklar? Mafya neye yarar? Onun için çetelerin içinde bu saydığım unsurlar eksik olmaz. Spor kulüpleri, şirket ortaklıkları, eğlence dünyası, kumarhaneler, gazinolar onlarındır. Sedat Peker zaten aktif spor adamı! Federasyon başkanı seçiminde kavganın tam tarafı. Şimdiki Başkan Haluk Ulusoy ile birlikte yan yana. Bravo! Nasıl da kaynaşmışlar. Maçlar için Ali Fevzi Bir gibi, Peker de aramış mıdır Ulusoyu? Kim bilir? Devlet yönetiminde ayıplı olmak budur işte. Bu manzarayı içine sindiren düzen, herşeyi sindirir, hazımsızlığı falan olmaz. Sakın merak etmeyin. Mafya bizim gibi ülkelerde merkezde siyasi ve ekonomik rantın bölüşümünde, taşrada otoritenin sopası veya silahı olarak düzeni sağlamakta, sesini yükseltenlerin sesini kısmakta kullanılır. Atatürk ve kavgası Salon onların korkuttukları, mecbur bıraktıklarıyla, ya da yandaşlarıyla, çalışanlarıyla dolu. Korkunun krallığı kral çıplak diye bağırana kadar bir çocuk devam eder. Ama o çocuk bağırana kadar da kral çıplaktır zaten. Biri yeraltı dünyasının elebaşısı: Diğeri malum paşa; O paşa bilmez mi ki Mustafa Kemal Paşa Türkiye Cumhuriyetini kurarken devlet olma yolunda en büyük kavgasını çetelerle, derebeylerle vermiştir. Bilir elbet. Bildiği için belki de Ataturk’ün resmi olmayan salondaki Türk büyükleri tablolarının arasında. Onlar Atatürk’ü Türk büyüğü saymıyorlar. İyi ki de yok zaten.
Ancak mütalaa bu sitenin reklamını yaptığımızı söylüyor. Üstelik özgürlükte Sedat Peker, Sami Hoştan, Veli Küçük, İbrahim Şahin ile pek çok konuda karşı karşıya geldik. Burada sanık Sedat Peker’e benim bilgisayarımdan Veli Küçük hakkındaki eleştirileri sordunuz. Sedat Peker ile İbrahim Şahin benimle olan sıkıntılarını dile getirdiler.
Örneğin Sami Hoştan ile 2006 yılında bir lokantada tesadüfen karşılaştık. Ben onunla aynı lokantada olmam deyip, orayı sahibinin bütün ısrarlarına karşın terk ettim. Ayrıca hakkında aleyhinde pek çok yazım ve programım vardır. Ancak şimdi aynı örgütün teröristiyiz. Bu sizin hayatın olağan akışı tanımınıza uygun mudur?
İbrahim Şahin’in 6 yıl ceza almasına neden olan Susurluk belgelerini de ben buldum. Savcılar mütalaada Susurluk için Ergenekon örgütünün hücresi diyorlar. Ve o hücreyi yok edenlerden biri de benim. Şimdi bu durum bu mütalaaya uygun olsa da gerçeğe, vicdana, hukuka uygun mudur?
Karar sizindir. Her husus, tarafımdan delillendirilmiş ve doğrudur. Hakkımdaki tüm deliller toplanmıştır. Kaçma tehlikem yoktur. Adli sicilim temiz olup sabit ikamet sahibiyim. Anlattığım konular değerlendirilerek öncelikle Bi-Hakkın tahliyeme ve atılı suçlardan Beraatime karar verilmesini istiyorum.
Tarih ve millet sizi izliyor.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler