Türk Sanat Tarihine yeni bir bakış...

Ali Artun yeni incelemesi Modernizm Kavramı ve Türkiye’de Modernist Sanatın Doğuşu’nda (İletişim Yayınları); “estetik modernizm” kavramına ve postkolonyal çağdaş tarihyazımına değindikten sonra Asya’dan, Afrika’dan, Latin Amerika’dan değişik ku¨ltu¨rlerin kendi sanatlarının yaratıcılığını keşfettiği birikime bir pencere açıyor. Tu¨rkiye’deki kalıplaşmış sanat tarihi anlatısını da irdeleyerek, modernist kırılma ve sanatın özerkleşme su¨recini esas alan çağdaş bir tarih tezi geliştiriyor.

Yayınlanma: 16.04.2021 - 00:02
Abone Ol google-news

Resim: NEJAD DEVRİM

Ali Artun, sanat tarihçilerimizin ve teorisyenlerinin yakından tanıdığı bir isim. 40 yılı aşkın bir süredir, eşine az rastlanacak türden bir tutarlılık ve süreklilikle çalışmalarını sürdüren Artun’un yeni kitabı, Modernizm Kavramı ve Türkiye’de Modernist Sanatın Doğuşu (İletişim Yayınları); adeta bir manifesto niteliği taşıyor ve Türk sanat tarihindeki statükoyu sarsıyor.

Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, daha çok sanatçıların kişisel anlatılarıyla ya da sanatçı gruplarının kendi kendilerine yakıştırdıkları stillerle oluşmuş sanat tarihi anlatısını teorik bir zemine oturtuyor.

GÜÇ ÇATIŞMALARI

Çallı kuşağının Empresyonist olmayan empresyonizmini, D Grubu’nun Kübizm ile ilgisiz kübizmini, Modernizme karşı olan modernistleri, kolonyalist tezlere kendini hapseden milliyetçileri inceliyor. Güç çatışmalarının “akım” gibi sunulduğu, bu ironik tarihsel anlatının duvarlarını yıkıyor.

Doğuya sanat getirmek amacıyla Paris’e giden devlet burslu, “millici modernler”le daha sonra Paris’ten bir şeyler almaya değil, oraya sanat götürmeye giden, sanatı özerkleştiren Türk modernistlerini karşı karşıya getiriyor.

Bilimsel metodoloji ve yalın bir teorik anlatımla kaleme alınmış inceleme, bu büyük kırılmanın öyküsü...

Gündelik dilimizde sıkça yanlış kullanılan, ya da özdeşleştirilen, “modernizm”, “modernlik / modernite”, “modernizasyon” kavramlarını tarihsel bir çerçeve içinde teorik olarak tanımlayarak işe koyuluyor Artun.

Baudelaire’le başlayan, Empresyonist ve Sembolistler tarafından geliştirilen ve zirvesine 1920’lerde Sürrealizm ve Dada ile ulaşan estetik modernizmin izini sürüyor. “Manet Empresyonizmi”yle birlikte, konudan, tasvirden kurtarılan ve “okunandan görünene dönüşen” resmin özerk bir sanata dönüşme öyküsünü irdeliyor.

Resim: NEJAD DEVRİM

PARÇALANAN KLASİSİZM, ÖZERKLEŞEN SANAT!

Modernliğin yekpare, homojen bir Avrupa mucizesi olduğunu reddeden, farklı kültürlere göre farklı modernlikler ve modernizmler olduğunu varsayan postkolonyal teori bağlamında, insanlığın modernlikle birlikte aynı “telos”a doğru topyekûn ilerlemesine dayalı teleolojik tarihleri eleştiriyor.

Tam tersi, sanatı özgürleştiren modernizmin göçebelik kültürüne dayanmasını, yerli ve yerleşik olmak yerine hep yabancı, hep dışarıda ve gezgin oluşunu öne çıkarıyor.

Baudleaire, Flaubert, Rimbaud, Manet, Courbet gibilerinin yanında 1900’lerden bas¸layarak Paris’e yerles¸en Picasso, Chagall, Chirico, Kandinski, Brancusi, Modigliani gibi çıgˆır açan göçmen sanatçıların, Klasizmi parçalayarak sanatı özerkleştirmesinin öyküsünü anlatıyor.

DEĞİŞİMİN MERKEZİ PARİS!

Paris’e akademik eğitim için gidenlerin yerini, akademik eğitimi yıkmak isteyen özerk sanatçıların almasını, yaratıcılıklarını kozmopolit bir dünyada aramalarını ve Paris’in nasıl bu değişimin merkezi olduğunu betimliyor.

Sanatı özgürleştiren bu kozmopolit modernizme karşı çıkan ve Birinci Dünya Savaşı dolaylarında gelişen milliyetçi-klassist akımlar da çalışmanın odağında yer alıyor.

“Türk Modern Sanat Tarihi”ne etkisi nedeniyle tanıdığımız Andre Lhote’un sözcüsü olduğu ve “düzene dönüş” şiarıyla örgütlenen milliyetçiliğin, Avrupa’da 1930’larda yükselen otoriter rejimlerin estetiğine nasıl dönüştüğünden bahsediyor.

MODERNİZMİN YOLUNU AÇANLAR

Artun, Türkiye’deki sanat araştırmalarında çok fazla dile gelmemiş kırılmaları, yalın bir anlatımla ortaya çıkarıyor. Başta Andre Lhote hayranı Nurullah Berk olmak üzere kendilerini Türk Modern Sanatı’nın kurucuları gibi görenleri hikâye ediyor ve onların sanat üzerindeki egemenliğini, İstanbul’dan Paris’e göçerek Türk Modernizmi’ni oluşturan sanatçıların nasıl parçaladığını gözler önüne seriyor.

Devlet bursuyla yurt dışına gönderilen devlet memuru sanatçıların mesleki ikbal çatışmalarından doğan, Akademinin duvarlarıyla sınırlı kurmaca akımlar üzerinden yazılan “modern sanat” tarihlerini sorguluyor.

Modernizm Kavramı ve Türkiye’de Modernist Sanatın Doğuşu, modernizmin önünü açanların savaştan sonra Paris’e göçerek sanatı özerkleştirenler olduğunu vurguluyor: Nejad Devrim, Selim Turan, Kemal Bastuji, Albert Bitran, Tiraje, Mübin Orhon, Hakkı Anlı, Yüksel Arslan…

Resim: MÜBİN ORHON

ARTUN, AKADEMİ DIŞI BAĞIMSIZ BİR OKUL!

Ali Artun’un Modernist Sanatın Tarihi’ni yazmasının kaynağı teorik bir ilginin ötesinde. Kitapta bahsedilen öncü sanatçıların bir çoğunun sergisinin Artun tarafından açılmış olması çalışmayı son derece sahici kılıyor.

Galeri Nev sergilerinin yanı sıra, TCMB 1950-2000 koleksiyonu sergisi (1994), Kopenhag’daki Ben Bir Başkasıdır sergisi (1995), Mübin Orhon’un İstanbul’da açılan Sainsbury Müzesi Koleksiyonu sergisi de (1996) aynı tarih tezine dayanıyor.

Bunlara Galeri’de açılan Picasso, Dali, Bonnard, Topor, Cieslewicz, Saura, Pedersen, Alechinsky, Adami gibi önemli Avrupa’lı sanatçıların özgün baskı sergilerini de eklemek gerekir. Ve tabii, Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde açılan COBRA sergisini…

Bu sergilerin yanı sıra, yirmi yıldır süren İletişim Yayınları “Sanat Hayat” dizisi editörlüğünü, bu diziden çıkan kitaplarını, ayrıca e-skop adlı sanata alternatif bir bakış açısı getiren internet sitesi yöneticiliğini de sıralarsak, Artun’daki teoriyle pratiğin bütünleştiği tutarlı süreklilik imrendirici.

Bu bağlamda Ali Artun’ a artık “bir okul” demek yanlış olmayacak. Tıpkı Akademi dışında örgütlenen Modernistler gibi. Gücünü sanatın özerkliğinden alan “Akademi dışı bağımsız bir okul”.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon