Türkiye'de Kriz Bitmez
Krizden en çok etkilenenler gelişmiş ülkeler olmuş, en az etkilenen de gelişmekte olan ülkeler olmuştur. Türkiye’de gelişmekte olan bir ülke olarak bu krizden daha az etkilenen ülke olmalıydı ama olmadı. Çünkü ABD ve AB ülkeleri bankacılık sistemlerini çok sıkı bir kontrole aldılar.
Dünyada başlıca iki ekonomik sistem vardır. Kapitalist ve sosyalist sistemler. Bu iki sistemin temelinde de Karl Marx’ın “artık değer” kavramı yatmaktadır. Emek ve doğayla yaratılan artık değer hakça paylaşılırsa sosyalizm, belli bir grubun elinde toplanırsa kapitalizm olur. İkisi de doğru uygulanırsa iyi sonuçlar verebilir. Ancak hangi sistemin uygulanacağına egemen güçler karar verir.
Bugün dünyada kapitalist sistem hâkimdir. Bunun sonucunda para belli bir grubun elinde birikir, büyük bir grubun ise alım gücü düşer. Dolayısıyla bu sistem belli bir süre sonunda kriz yaratır. İktisat tarihi incelendiğinde görülüyor ki, 1873’teki “uzun bunalım” diye adlandırılan krizden 1929’daki “büyük bunalım”a kadar pek çok kriz olmuştur. Bu krizlerin hepsi de sistemden kaynaklanan krizlerdir. Karl Marx bu sistemin devam edemeyeceğini söylemişse de “akil adamlar” zaman zaman sistemi bozmadan, sosyalist sistemin araçlarını kullanarak bazı düzeltmeler yapmış ve kapitalist sistemi yaşatmışlardır. Bugün de aynı şey yapılmak istenmektedir.
2009 krizi ise, yine kapitalist sistemin yarattığı bir kriz olmakla birlikte yapısal olarak farklıdır. Bu kriz üretim fazlalığından değil, paranın fazlalığından kaynaklanmıştır. Batı’da özellikle Çin’in ABD dolarlarını pazara sürmesiyle ABD’de para arzı artmış, bankalar bu parayı çeşitli türev piyasalarda ve özellikle konut kredisi olarak çalıştırarak gelirlerini arttırmaya çalışmışlardır. Krizin belirtileri 4-5 sene evvelinden görülmesine rağmen, yöneticiler bunları uzun süre gizlemeyi başarmışlardır. Artur - Anderson gibi bazı önemli denetim şirketleri de oyunun bir parçası olmuş, sonuçta ABD’de topluma 14 milyon dolar yalan söylenmiştir. Bundan dolayı bu krize “muhasebe krizi” de denmektedir(*).
Türkiye’de krizler bitmez
Krizden en çok etkilenenler gelişmiş ülkeler olmuş, en az etkilenen de gelişmekte olan ülkeler olmuştur. Türkiye’de gelişmekte olan bir ülke olarak bu krizden daha az etkilenen ülke olmalıydı ama olmadı. Çünkü ABD ve AB ülkeleri bankacılık sistemlerini çok sıkı bir kontrole aldılar. Orada bankalar artık ödeme gücü olmayan kişilere kredi vermeye korkuyor ve bu paralar şimdi Türkiye gibi ülkelere yönlendiriliyor. Türkiye de aynı yanlışa devam ediyor. Bu şekilde devam ederse Türkiye’de krizler bitmez.
Bitmesi için aşağıdaki önlemlerin alınması gereklidir:
Aslında Türkiye’de yapılması gerekenleri pek çok değerli iktisat hocası anlatmakta fakat çözüm ekonomik olmaktan çok politiktir. Bilim insanları sorunu teşhis eder ve çözüm yollarını açıklar. Bunların uygulanması ise yetki sahibi kişilerin işidir. Onun için duruma hem ekonomik hem de politik açıdan bakmak gerekir.
• Politik açıdan baktığımızda, siyaset adamlarının küreselleşme ve kapitalist sistemi değiştiremeyecekleri varsayımından hareketle bazı politikalar geliştirmesi gerekir. Örneğin, Türkiye küreselleşmenin baskısı altındadır. Önce diğer ülkelerin yaptığı gibi karma sisteme geçmelidir. KİTlerin üretim ve paylaşımdaki etkilerini gözden uzak tutmamalıdır. Her şeyi küresel sermayeye bırakarak kalkınmayı sağlayamayız.
İkinci olarak, Türkiye neyle rekabet edeceğine karar vermeli ve ona göre bir strateji belirlemelidir. Türkiye’nin belli bir entelektüel sermayesi yoktur. Varsa da bunu dünyaya anlatamıyoruz. Bazı ülkeler küçük de olsalar bu entelektüel sermayelerini kullanarak ekonomik ve politik açıdan çok avantajlı durumlar elde edebiliyorlar. Türkiye de bir an evvel nasıl bir değer yaratacağına ve bu dünyaya neyle katkı sağlayacağına karar vermelidir. Bunu yapabilmek için de dünyayı bilen, gören ve anlayan yöneticilere ihtiyaç vardır. Danışman tutarak açıklarını kapamaya çalışan yöneticiler iyi bir vizyona sahip olamazlar. Bu değişken ve karmaşık yapıya ortak akılla strateji belirlemek gerekir ama siyasi kararlar verecek kişilerin de konularında yetkin olmaları beklenir. Yüksek tahsili olmayan kişiler Türkiye’nin geleceği hakkında karar vermemelidir. Siyaset yapma profesyonel bir iş olmalı ve yetkili kişilerin aldığı kararların da bir yaptırımı olmalıdır. Çünkü artık sadece ekonomi ile olmuyor, politik yetkinlik de önemlidir.
• Ekonomik açıdan baktığımızda ise, Türkiye’de işletmeler toplum için ne değer yaratacaklarına ve küresel işletmelerle hangi yetenekleriyle rekabet edeceklerine karar vermelidirler. Türk sanayii yaratacağı değer için fiziksel, finansal ve entelektüel kaynaklarına sahip çıkmalıdır.
• Türk işletmeleri, küresel işletmelerin rekabet avantajları karşısında onlarla rekabet edemez duruma düşmüş ve işletme sahipleri ya işletmelerini satmak ya da ortak olmak zorunda kalmışlardır. Özelleştirme adı altında 100 yıllık işletmeler fiziksel ve entelektüel sermayeleri ile birlikte satılmaktadır. Böylece rekabette ve değer yaratmada en önemli faktörlerden biri olan entelektüel sermayelerini kaybetmektedirler. Oysa biliyoruz ki köklü işletmelerin bulunduğu alanlara girmek kolay değildir. Onların sahip olduğu iş yapma bilgisini edinmek uzun zaman alır. Küresel büyük işletmelerin piyasayı tanıyan yerli işletmelere gereksinimi vardır. Bu açıdan ortaklık stratejilerini belirlerken Türk işletmeleri avantajlarını kullanmalıdır. Türk işletmeleri küresel değer zincirleri içinde stratejik ortak olmalı, yönetim yetkisini devretmemelidirler. Ayrıca Türk işletmeleri küçük işletmeler olabilir ama bu küçüklüğü dinamik bir işletme olarak avantaj haline getirebilirler.
• Ekonomideki belirsizlik ortamı yöneticilerin doğru ve sistematik karar vermesini zorlaştırmaktadır. Bunun için kontrol edebileceği faktörlerin başında kendi hesaplarını doğru tutmak gelmektedir. İşletmelerde iyi bir yönetim bilgi sistemi kurulması, doğru ve hızlı bilgi akışı sağlanması, bu dinamik ortamda yöneticilerin, doğru ve hızlı karar vermelerini sağlayacaktır.
• Son olarak vergi sistemi yeniden gözden geçirilmeli. Küresel işletmeler piramitsel mülkiyet yapıları ve transfer fiyatları açısından incelenmeli. Vergi gelirden değil harcamalardan alınmalıdır.
* Prof. Mustafa Aysan, Türkiye 10. Vergi Kongresi, 10 Nisan 2010.
En Çok Okunan Haberler
- AKP ve CHP arasındaki fark açılıyor!
- 'Erken seçim' ve 'Demirtaş' yanıtı
- Suç örgütü liderinden Dervişoğlu'na tehdit!
- Bir oyuncu daha ‘Ayşe Barım’ sessizliğini bozdu
- Diğer oğlu da tutuklandı!
- Menzil'de mülk kavgası, birbirlerine girdiler!
- Yılmaz Özdil kalp krizi geçirdi
- 'Ziyaret trafiğini izleseniz anlayacaksınız'
- Savcı mütalaasını açıkladı
- Usta oyuncu hayatını kaybetti!