Uyuşturulmuş zihinler çağı!
“Sesli kitap” diye bir şey uyduruldu, bir hayli de peşinden giden var. “Sesli Kitap” dinlemeyle ilgili, yani kulakla gerçekleşiyor. Oysa okumak gözle ilgili. Arasında uçurum var. Okumak katmanlı uğraştır.
1.
Eduardo Leve’nin şu sözü tam da beni anlatıyor; “Sinemanın aptalca olduğunu düşünmüyorum, ama ondan bir beklentim yok. Majör bile olsa sinemadansa, minör bile olsa yazına inanırım.”
Geçen gün herkes gibi ben de dizilerden birine bakayım, dedim. Amerika’nın El-Kaide ile savaşını anlatıyordu. Yeni platformlar var, oradan. Anladım ki, bir kez o dünyaya kapıldın mı, hakikat kayboluyor. O kurmaca dünya her yönden ele geçiriyor insanı. Devam edebilmiş değilim diziye. İnsanlar neden roman okusun ki? Edebiyatla, felsefeyle ilgilensin ki? Her şeyi hazır veriyor diziler. Nasıl hissedeceğinize kadar tasarlıyorlar.
Bir kimsenin okumaya, üstelik incelikle/yoğun emekle, zaman vermesi hiç kolay değil. O görsel, aşırılık dünyasından sıyrılıp, yalın hakikat ardına düşmek için sağlam gerekçe bulmak gerek.
2.
Berlin Filarmoni bu ay televizyonda yayınlanmak üzere konser kaydı yaptı. Nefesliler iki metre, diğer çalgılar bir buçuk olmak üzere mesafe ayarlamasıyla oturma düzeni sağlandı. Koltuklar boştu. Konser nedir? Bir eserin çalınması mıdır yalnızca? Dinleyicinin soluğu hissedilmeden, gözlerinin varlığı olmadan ve sonunda alkışlar yoksa o eyleme konser denebilir mi? Şimdi uydurulan sanal konserler, dans gösterileri, tiyatro izlenceleri sanaldır sahiden. İnsan sıcağı olmadan bu etkinlikler tamamlanamaz. Neden plak kayıtları kusursuz olduğu halde sanatçıları canlı izlemek istiyoruz? Neden sinema ne yaparsa yapsın, tiyatronun büyüsüne erişemiyor?
İşin özü “hep birlikte” bu eylemi gerçekleştirmektir. Çalanın/oynayanın da, dinleyenin/izleyenin de buna gereksinimi var!
3.
“Sesli kitap” diye bir şey uyduruldu, bir hayli de peşinden giden var. “Sesli Kitap” dinlemeyle ilgili, yani kulakla gerçekleşiyor. Oysa okumak gözle ilgili. Arasında uçurum var. Okumak katmanlı uğraştır. Soyutlama yapma yetisi ister. Kavramlar arasında ilişki kurmak gereklidir. En önemlisi yazarın sesini, kendi içinizde hissetmenizle oluşan estetik duygu/düşünce doğmasıdır. Oysa sesli kitabı biri okumuştur adınıza ve size ait biricik duyguyu ihlal eder bu yolla. Düşünceyi, hayal gücünü çalar. Karamazov Kardeşler’i, işiterek anlayamazsınız. O eser okumak için yaratılmıştır. Kimse kendini işe giderken kitap dinleyerek edebi haz duyuyorum diye kandırmasın. Yalan çünkü. Eser hakkında kanaatiniz olur, hepsi bu. Okumak ona uygun zamanı, koşulları yaratmakla başlar.
4.
Korona günlerinde “canlı yayın” modası başladı. Keşke buna heves edenler azıcık gereğini yerine getirecek olsalar. Yayıncılık ciddi iştir. Dil bilinci ister, düşünce tutarlılığı, bilgi, kültürel derinlik ayrıca. Kuşkusuz şimdi ekranlarda cehaletin iktidarı egemen olduğu için, rahatlıkla biri çıkıp: “Ya milyonların izlediklerine ne söyleyeceksin?” diye sorabilir. O bayağı örnekler içinden geçtiğimiz sürecin ibretlik ürünleridir.
Evde oturunca yurdumda “Kuaförüm Sensin”, “Gelinim Mutfakta” diye yayınlar yapıldığını da öğrendim. Her koşulda gerdan kıranların olması hakkında düşünmek gerekir. Ramazan ayında, Diyanet fetva vererek doğrudan eşcinselleri hedef alıyor, aynı dönemde cinsel yönelimi saldırı altında olan sunucu karşısında muhafazakâr teyzeler göbek atıyor! Geceleri de Hatipoğlugillerin berbat gösterileri. Vazgeçtim kim ne isterse yapsın, bundan kötüsü ne ola ki?
5.
Elitis’in ne güzel şiiridir Çılgın Nar Ağacı. Gece düştü aklıma, okudum. Sabaha dek Ritsos, Kavafis, Elitis arasında gezindim. Sonra, artık uykunun ağırlığı hissettirdi iyiden kendini. Aldım kalem elime, özlemle yazdım:
hınzır nar ağacı
bekler bizi
dallarında çocuk salıncağı
tarifi güç köpürür deniz
öpüşsek
sır saklar göğümüz
tekeri döner zamanın
yalnız, sevgililer için
6.
Diziler insanları büyülemek için hazırlanıyor. İnsanlar her zaman hikâye dinleme ihtiyacındadır ve elbette oynama arzusundadır. Bu aşırılık çağında, rengârenk, uçmalı kaçmalı, vurmalı kırmalı ortamdan esrimeye başlıyor zihin ve beden. Özel hazırlanmış efektler, arkada uyuşturan ritimli müzikler içinde kayboluyor izleyen. Öylesine ustaca tasarlanmış oluyor ki bu yapılar, ne zaman sevişme olacak, hangi an cinayet işlenecek saniyesine dek hesaplanıyor. Elbette çok tehlikeli bağımlılık yapıyor. Zaman duygusu yitiyor önce, sonra hakikat kayboluyor. Kişi yavaş yavaş ele geçiriliyor, benlik yitiyor. Üstelik sanatsal haz ihtiyacı da ortadan kalkıyor. Çok tehlikeli!
7.
“İfade Özgürlüğü” sınırsız olmalı. Canlı yayın yapmaya bayılanlar bunu kullanıyor ve elbette birçoğu fena çuvallıyor. Şarlatanlık ifade özgürlüğü içindedir ama nihayetinde bizim onların sıfatını dile getirmemiz de öyledir.
Ofansif Mizah diye yutturulan bayağılık karşısında şaşıyor insan. Herhangi bir değere sahip olmaksızın mizah yapılabilir mi? Hele de en küçük toplumsal, siyasal sorumluluk almadan yapılan güldürüye saygı duyulur mu?
Gücün yanında konumlanıp, en küçük itiraz olmadan sanal şöhret edinenler üstüne iyice düşünmek lazım. Hangi ihtiyacı karşılıyorlar?
Diziler, canlı yayın saldırısı derken; herhangi bir fikri olmaksızın, kendini bilgi sahibi sayan ve haklı/emin kalabalıklar yaratıldı. Dikkat bu salgından daha tehlikeli!
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü