Yalakalık yapsaydım Andrea Urfa vekili olurdu
Yaşadığı acılara dair aklında kalan son görüntü, yanan bir evin içinde kız kardeşinin demir parmaklıklara tutunmuş eli. Gümüşhane’deki baskından kaçarak bir köye sığınan ve evlenerek yeni bir yaşama başlayan, adını da değiştiren Ümmühan nine, yaşadıklarını içine gömüp yıllarca Ermeni olduğunu saklar korkusundan. Torunu bile yıllar sonra gerçeği öğrenmesine rağmen ona verdiği sözü tutup anneannesi ölene kadar sessizliğini korur. Ve o torun gün gelir, Urfa’dan çıkar, 6-7 Eylül olaylarını yaşayan ve bir elinin üç parmağı sakat kalan bir adamın kızıyla bir kavşakta çarpışır. Acılar harmanlanır. Büyük bir aşk ve büyük bir hüzün barındıran Bekir ve Andrea Coşkun’un hikâyesidir bu.
Bekir Coşkun, “Tanığıyım” başlıklı yazısında anneannesinin Ermeni olduğunu yıllar sonra öğrendiğini, eşinin babasının nasıl bu ülkeden gitmek istediğini yazmıştı. Ve Başbakan Erdoğan’ın “Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi” sözlerine “Bana ‘Çek Git’ diyen yanlış adam söylemiş bile olsa söyledikleri doğrudur” diye destek vermişti. Eleştirenler de oldu, destekleyenler de. Yaşadıkları ve zihninde biriktirdikleriyle dışa vurmuştu hikayesini. Eşi Andrea Coşkun’un ailesinin Türkiye’de azınlık olarak nasıl sıkıntı çektiğine, nasıl huzursuz ve tedirgin bir yaşam sürdüklerine de tanık olmuştu. Biz de Bekir ve Andrea Coşkun’la ‘Tanığıyım’ı yazdıran hikayelerini dinlemek üzere sözleştik. Ayvalık’ta yazlıklarında bulduk kendimizi. Birbirlerine bakarken tüm mimikleri yumuşayan, aşklarından söz ederken gözleri ışık saçan ancak konu azınlıkların yaşadıkları sıkıntılara ve Türkiye sorunlarına gelince bir anda bakışları donuklaşan hassas ve duyarlı bir çiftle tanıştık. Çok yara aldıkları ve onarmak için birbirlerine tutundukları her hallerinden belli olan Andrea ve Bekir Coşkun’la yaptığımız söyleşiye elbette Postal başta olmak üzere diğer hayat arkadaşları kedi ve köpekler de katıldı.
Bizleri kabul etmiyorlar
- Türkiye’de yaşayan Fransız bir ailenin çocuğu olarak nasıl başladı yaşamınız? Nasıl sıkıntılar çektiniz?
Andrea Coşkun: Ailem Türkiye’de oturuyordu. Babam mimardı. Birkaç kişiyle ortak bir mimarlık büroları vardı. Ortaklardan ikisi de Rumdu. Sonra 6-7 Eylül olayları patlak vermiş ve büro talan edilmiş. Babamın da parmağı sakatlanmış ve ondan sonra mesleğini bırakmak zorunda kalmış. Ankara’ya gelerek elçilikte çalışmaya başlamış. O dönem, azınlıklar hakikaten çok sıkıntı çekiyordu. Kendini sürekli rahatsız hissediyordu babam. Yanlış bir şey yapmaktan korkuyordu. Annem ve bizler sıkıntı çekmemek için Türk vatandaşlığına geçmiştik. Babamsa 6 ayda bir pasaportunu yeniliyordu. Babamda “Bize gavur gözüyle bakıyorlar” kanaati vardı. Çok sık tekrarlardı bunu.
Bekir Coşkun: Kapıcıdan ekmek isterken bile çekinirdi, tedirgin olurdu.
A.C: Çünkü burada kurulu bir düzeni vardı ve diğerleri gibi ülkeden gönderilebilir diye korkuyordu.
- Aidiyet sorunu yaşadınız mı?
A.C: Çok zorlu dönemlerden geçti ailem. Ama yine de Türkiye’yi çok seviyorlardı. Çünkü Türkiye’de yaşadığın sıcaklığı batıda yaşayamıyorsun. Ben, 6-7 Eylül olaylarını yaşamadığım için daha bir Türk hissediyorum kendimi. Babam bunları yaşadığı için yabancı hissediyordu belki de. Çünkü “Bizleri kabul etmiyorlar” diyordu.
Ben Türkiyeliyim
- Siz yaşamadığınız ama 6-7 Eylül olaylarının size yansıması nasıl oldu?
A.C: Ben Türkiye’de annemlerin yaşadığı sıkıntıların hiçbirini yaşamadım. Bize kesinlikle yansıtmadılar. Sadece çekiniyorlardı. Dışarı çıkarken haç takmamı pek istemezlerdi. Türkiye’nin bugünkü ortamında dahi çok da büyük bir haç takarak sokakta geziyorum. Çünkü ben buyum.
- Yükselen milliyetçilik akımı sizde bir tedirginlik yaratmıyor mu?
A.C: Yaratmıyor. Türk mü Türkiyeli mi tartışması olmuştu. Sonuçta “Ben Türkiyeliyim” diyorum. Ben bir yabancı olarak Türkiye’de doğduysam ve bu ülkede yaşıyorsam demek ki Türkiyeliyim. Burada doğdum, bir günahım yok ki. Eğer doğduğum toprakları benimsiyorsam, onlar da beni benimsemeli. TC kimliği taşıyorum ben.
- Çifte vatandaşlığı da reddettiniz.
A.C: Kabul etmedim. Nerede yaşıyorsam oranın vatandaşlığını almalıyım. Kaldı ki eşim gazeteci. Doğru olmayacağını düşündüm. Ben bu şekilde hassasiyet gösterirken özellikle iktidar ve iktidara yakın olanlar Bekir’i benim kötü etkilediğimi, yoldan çıkardığımı düşünüyorlar. Benim etkimde kalıp dinden uzaklaştığını ifade eden mailler dahi geliyor.
B.C: “Urfalıyı gavur ettin” diyorlar. Ben ciddiye almıyorum. Alıştım, kaşarlandım artık. Andrea tedirgin olur diye söylemiyorum hiçbirini. Hatta yanıma geldiğinde kapatıyorum bilgisayarı.
Anneannem söylememi istemedi
- Siz anneannenizin Ermeni olduğunu nasıl öğrenmiştiniz? Neden yıllar sonra dile getirdiniz?
B.C: Ermeni olduğunu o ölünceye kadar kimseye söylemedim. Söylememi istemedi çünkü. Annem, ben 4 yaşındayken ölmüş. Anneannemle büyüdük. Anneannemiz upuzun boylu, yemyeşil gözleri olan, sarışın ve inanılmaz güzel bir kadındı. Diğer kadınlardan farklıydı. Ne huy ne de fizik olarak benzerdi. Liseyi bitirdiğimde öğrendim ki aslında anneannem ölmüş. Ümmühan ninem de bir Ermeni’ymiş.
- Kendisi mi anlattı size?
B.C: Dedikodu olarak vardı, kendisine sordum, anlattı. “Kimseye anlatma sakın” diye de uyardı. Gümüşhane’de oturuyorlarmış. Bir gece evleri basılmış ve yakılmış. Gözünde kalan son bir manzara vardı. İçeride yanan kız kardeşinin demir parmaklıklara tutunmuş eli. Daha sonrasını çok iyi hatırlamıyor. Bir köye sığınmış ve dedemle karşılaşmış, evlenmişler. Kimseye söylememi istemedi. Demek ki yıllar geçse de hâlâ korkuları vardı. Bu böyle bir hüzündür. Ermeni Ümmühan ninenin torunu Urfa’dan gelir, 6-7 Eylül olaylarını yaşayan bir adamın kızıyla bir kavşakta çarpışır. Acılar harmanlanır. Peki biz nasıl affettireceğiz kendimizi? Kafamızdan silip atabilecek miyiz yaşananları? Özür dilemek geliyor içimden. Bunun gidenlere faydası olmasa da gelen kuşaklara etkisi olur.
- Peki sizce Türkiye’de yaşayan farklı din, dil, ırk ve mezhepler kaynaşabilmiş mi?
A.C: Birbirine karışmış aslında. Mübadeleler yaşandı. Ayvalık’a bakarsanız, bir gecede mübadele yapılmış. İnsanların sofralarını bırakıp gittiği, masada tabak çanağın durduğu söyleniyor. İstanbul’a bakın. Rumlar, Ermeniler, Museviler hepsi bir arada yaşıyor.
B.C: Mübadele dediğimiz şey karşılıklı zalimlikten başka bir şey değil. Sen yap zalimliği, ben de yapayım. Andrea’nın anlattığı Anadolu’da da yaşanmış. Çatallar, zeytinler değil, bıraktıkları kendi yaşadıkları, büyüdükleri yurtları oluyor. Bunları anlamakta zorlanıyoruz. İnsanın karşısındakini önce insan değil başka bir şey görmesi söz konusu.
A.C: 6-7 Eylül’den bahsettik. Evet Rumlara karşıydı ama bu bir komploydu. Özellikle yapıldı. İnsanlar çok üzüldü. Kendi toprağıydı, burada yaşıyorlardı. Ben Türkiyeli olarak, burayı kendi ülkem kendi toprağım olarak görüyorum. İnsan tabii ki doğduğu yerde olmak ve orada ölmek ister.
Önce insanım diyebilmek...
- Yalnızlık hissettiğiniz oldu mu hiç?
A.C: Türkiyeli lafı ortaya atıldıktan sonra kimliğimi buldum diyebilirim. Kendime isim bulamıyordum. O zaman “İşte ben buyum” dedim. Bana şimdi nerede yaşamak isterdiniz deseniz, yine Türkiye derim.
- Peki babanız da öyle mi düşünüyordu yoksa gitmek istemiş miydi?
A.C: Doğruyu söylemek gerekirse gitmek istemişti.
- Onu tutan ne oldu?
A.C: Biz. Çünkü burada olmak istiyorduk.
B.C: Babasıyla konuşmalarımızda “Endişe duyduğum ve başıma bir şey gelir mi diye korktuğum için gitmek istiyorum, isteyerek değil” demişti. Aslında babasının sonu da çok hazin oldu Andrea’nın. Biz henüz evli değiliz, kırıştırıyoruz o dönem. Bir gün babasını köpek ısırıyor ve kuduz aşısı yaptırmaya gidiyor. Babası aşının yapıldığı gün ayaklarından itibaren felç olmaya başladı. Sonra da kurtaramadılar. Ben de “Fransa Urfa’yı işgal ettiğinde dedelerimizi öldürmüşlerdi, benim milletim de senin babanı öldürdü. Ödeşmiş olduk” diye şaka yaptım ama babam çok kızmıştı tabii bu şakaya. Aslına bakarsanız her yerde bir acı, hüzün ve kimsenin mutlu olmadığı bir ortam var. Günlük yaşamdaki minik mutluluklarla o büyük mutsuzluklarımızı örteriz. Aslında biz büyük bir mutsuzluğun tam ortasındayız.
- Peki nasıl aşılabilir bu mutsuzluk?
B.C: Bir sürü duygunun altında, sağdan soldan çekiştiriliyoruz. Yunan mı, Arap mı, Kürt mü, kadın mı, erkek mi, dindar mı dinsiz mi... Ne kadar çok şeyin altında ezilip gidiyoruz. Aslında bir anahtar lazım bunları çözmek için. Adama sorarlar sen nesin diye. Önce Müslümanım derse, dinler arası çatışma başlıyor. Önce Türküm ya da Kürtüm derse ırklar arası çatışma başlıyor. Demokratlıktan, laiklikten söz ederse Ergenekon gibi şeyler çıkıyor ortaya. Tek bir anahtar var aslında. İnsan olmak ve önce insanım diyebilmek. Onun için Ermeni anneannemi yazıyorum, Andrea babasını anlatıyor. Yüzleşebilmemiz gerekiyor.
TRT’nin T’si gitti, ben de gittim...
- Yollarınız bir gün kesişti ve aşık oldunuz.
A.C: Hem de nasıl... Hayatımızın en büyük aşkı. Elçilikte basın bürosunda çalışırken gazetecilik yapmak istediğimi bilen bir arkadaşım tanıştırdı. Bekir de bir ajansın genel yayın yönetmeniymiş. Arkadaşım iş görüşmesine gidecekti. Bekir, yarın arkadaşını da getir demiş.
B.C: Hemen görüşmek istedim gerçi.
A.C: Elçilikte iyi bir maaşım ve garantim vardı. Ertesi gün gittiğimde de iki katı maaş istedim. Bekir hemen kabul etti. Zamanla aşık olmuştuk ama Bekir’e yapmadığımı bırakmadım.
- Bu çok kültürlülük nasıl etkiledi sizi?
A.C: Kültür farklılıklarını saygıyla atlattık. Farklı yaşamlarımızı ve alışkanlıklarımızı da anlayışla karşıladık. Evde hem Meryem Ana heykeli, hem de Kuran duruyor.
B.C: Bizim ev Birleşmiş Milletler gibi. Katolik, Ermeni, Türk, Fransız. Andrea yakınlarını kaybettiğinde hem kilisede ayin yapmıştır hem de mevlüt okutmuştur. Bunu kimse bilmez, yazıp çizmem. Ayıp bulurum. Bu adamlar bize dinsiz der. Ne kimseye yalan söyledik, ne de dolandırdık. Adam dindar, hacca gidiyor, ama dolandırıcılık yapıyor. Ramazan veya Kurban bayramında Andrea benim dinimin gereklerini yapar, ben de paskalyada yumurtayı spreyle boyarım. Bu karşılıklı bir hoşgörüdür. Laiklik bizim için önemli.
- Andrea Hanım, sizi nasıl etkiler?
B.C: Bizim meslekte yatağında rahat ölen gazeteci çok azdır. Ya masa başında ölür, ya da vurularak. Yaralı berelidir gazeteci, çok yıpranır. Ben çok yara aldım, çok canımı yaktılar. Böyle bir yaşamda insanın sevgilisi yanında olmalı, onu onarmalıdır. Andrea benim gizli kahramanım. Bir gazetecinin herkesten çok bir hayat arkadaşına ihtiyacı vardır.
- Siz destek verdiniz ancak neden devam etmediniz kendi mesleğinize?
B.C: Dört kez yazılarım yüzünden kovuldu.
A.C: En son TRT’deydim. Program yapıyordum. Bir gün Bekir TRT’nin T’si düştü, RT kaldı diye bir yazı yazdı. Madem TRT’nin T’si gitti Andrea da gitsin dediler. Ben yine işimden oldum.
- İçinizde kalmadı mı hiç?
A.C: Kalmaz mı? Çok istiyordum işimi yapmayı. Ama çalıştığım yerde bir usulsüzlük varsa Bekir yazıyordu hemen.
B.C: Doğruları yazdım. Yalakalık yapmam ben. Yapsaydım Andrea şimdi AKP Urfa milletvekili olurdu.
En Çok Okunan Haberler
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Emekliye iyi haber yok!
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Kayyuma değil, halka bütçe'
- 'Seküler müdür kalmadı'
- Arda Güler'in 2 asisti Madrid'e yetmedi
- Ankaralı Turgut hayatını kaybetti!