'Yıkıcı şeyler yazmamalıyız gelecek adına'
Bunca yıl üşüdü duyarlılık duvarına sırtını vererek.. Alışmadı hiç içine işleyen soğuğa. Sordu, sorguladı durmadan onu her sabah yatağından çıkaran kaygıları... Susmadı, susamazdı... Ülkesinin hallerinden, gidişatından kaygıları dize dize eklemlendi günlük yaşamın kaygılarına şair yürekte. Panzerlerin, erk oyalamalarının önüne dikildi dizeleri. Şiirini yandaşlık fikrinden olanca soyutlukta donattı günümüz gidişatı da. Şiirin sorunsallarına, insan olma hallerine, anımsanan güne, geçmişe, isyanı ölçülü, yüreği sevgi dolu, sesi, soluğu önce çocuklara sonra kitlelere adanmış bir Melisa Gürpınar, bir Elyazısı Yılları okuyacağınız. Gürpınar'la yeni şiir kitabı Elyazısı Yılları'nı konuştuk.
'(...) Hangi kentte uyansam,/ bir de bakıyorum/ binlerce cüce/ yürüyor caddelerde, / takkelerle külahlar/ karışmış birbirine./ Kime güvensem, köle olmuş/ bir yoklar ülkesinde,/ ilişmiş/ teneke bir sarayın/ kapısına yüzsüzce.' (Düş Gezintisi adlı şiirinden)
Elyazısı Yılları, Melisa Gürpınar'a en çok neleri anımsattı, hangi duygularla yola çıkarttı?
En çok dünden yola çıkıp bugüne gelmeyi bana arzu ettirdi. Bugünden hiç kopamazdım, bugüne çok sadık kaldım ama dün de hiç aklımdan çıkmıyordu. İkisi arasında bir bağlantı noktası kurmaya çalıştım. Bir de kendi konumum, bu kitabımı yazdığım yıllarda biraz daha rahatsız oluşum, biraz daha dünyaya veda gibi, biraz daha yaşlılığın naifliğini taşısın istedim. Ama ozanlığın sertliğini, toksözlülüğünü taşısın da istedim. Yani çelişkilerle, bir anlamda gitgellerle dolu bir kitap oldu.
Sadece yaşlılık değil gençlik de var...
Evet ama bugünkü konumumu da ihmal etmedim.
Ne kadar zamanlık bir emeğin ürünü Elyazısı Yılları?
Benim tüm kitaplarım aşağı yukarı 3-4 yıl aralıklarla yayımlanıyor. Bu da öyle, yazılma süreci 3 yıl. Belli bir zaman aralığından sonra artık daha fazla oynamayı sevmiyorum çünkü üzerinde ne kadar uğraşırsanız o kadar çıkmaza girebiliyorsunuz. Yıktıkça yeniden yapmak gerekiyor şiiri ve bu sonsuz bir uğraş. Bir yerde, aynı romanı bitirir gibi bir şiir kitabını da bitirmek gerekiyor. O nedenle süreyi ve süreci fazla uzatmayı tercih etmiyorum.
Elyazısı Yılları çok bağlamlı, çok oylumlu yapıtlarınıza en güncel örnek kuşkusuz... Çocuklara gülümseyiş de var, mitoloji de' Devlete, erke sesleniş de var, panzerlerin önüne dikiliş de...
Var evet... Bugün Gazze'de olanlarla örtüşen bir 'Sarı Çiçek' şiiri de var. Sanki bugün yazılmış gibi... Aynısı birkaç yıl önce de yaşanıyordu ben ona da kayıtsız kalamazdım. Gözümüz dünyaya açıkken onun bir ucundan şiire de girmesi lazım. O benim sorumluluğumdu, yani şair sorumluluğundan da öte insani sorumluluğumdu. Elimdeki tek aracım da, isyanımı şiire benzeterek yapabilmekti. Ama bu kadarcık bir şey yapabilirdim; onu da bu kitaba aldım tabii.
'Şair yürek'te duygusal anlamda bir panik yaşanıyor mu?
Çok yaşanıyor, bir şey yapamamanın, hiçbir şey yapamamanın paniği yaşanıyor.
Bu, şiirinizin tadını daha da dramatikleştirir mi?
Onu hiç düşünmedim. Şiir işçiliği içinde, böyle güncel hatta çok acılı, trajik insani konuları koyarak öyle bir arttırıma gitmedim. O zaman çok daha uçlarda bir şiir yazabilirdim. Her konuda; sadece bir yönde değil, çok uçlarda yazmak mümkün. Ya da bir şeyi sırtlamak...
"Şiirimde yandaşlık yoktur"
Şiirinizde yandaşlık fikri yok, hiç kimseyi harcamak da yok
Tabii. Hasmane değil ama yandaşlık da yok. Ötekileşmek, ayrışmak bunlar bana biraz ters geliyor. Ölçülü ve anlayışa dayalı bir tepki vermek istiyorum. Hep ölçülü ve karşımdakini de anlamaya çalışmakla ilintili tepkilerim var' Bu yaklaşım her zaman bütün yazdıklarımda etkili oldu, düzyazılarımda da öyle. Kendimi hep şöyle bir denetlerim, yani duygusallığa ya da yandaşlığa kapılıp veryansın etmem. Elyazısı Yılları'nda da bu böyledir.
'Sevgi ile İsyan' adlı şiirinizden bir alıntı: '(...) Eğer sevgi ve isyansa/ içinde eriyen cevher,/ hiçbir şey karşılığında/ ve hiçbir pazarda/ satma çocuğum/ bu ateşi kolayca.' Peki isyan duygusu... Biçeminizde sıklaşır mı/sıklaşacak mı?
Gençliğimden bu yana isyanımı çok ölçüde kullandım. Çünkü isyan hem kendini hem karşısındakini yıkan bir şey. Eğer bir şey yapamıyorsanız bu kuru kuru isyan. Yani yaptırımınız yoksa ucunda, böyle bir umudunuz yoksa, insanın kendi ruhsağlığını bozmaya ya da karşısındakine isyan ettiği konuların gelişmesi için olanak vermeye yarıyor bu.
Yalnız Elyazısı Yılları'nda değil diğer yapıtlarınızda da geleceğe umutla bakmak, çocuğa seslenme özellikle var, geleceğe ille de umutla bakma var.
Hayatın özünde bu var.
Bir şair olarak, duyargaları bu kadar açık bir aydın olarak, bir birey olarak, duygulara yenilmeden ya da kapılmadan demeli devam edebilmek zor değil mi?
O kadar zor bir şey yaptığımı düşünmüyorum ama tüm yılgınlıklara rağmen bütün ömrümüz gene bir sürü olaya rast geldi, biliyorsunuz Türkiye'nin gündemini. '60'lara ya da çocukluğumuza döndüğümüzü varsayın, o günkü değer yargıları, içinden çıktığımız koşullar hiç de elimizden tutup, umut verip, bir yerden kaldırıp bir yere götürmeye yönelik değildi. Hep tırnağımızla kaza kaza, toplumun ve çevremizin genel kabullerini buna alıştıra alıştıra ulaşmaya çalıştık hedeflerimize. Yorgunluk hep vardır ama bu yorgunluk umutlarımızı bitiremedi, bitirseydi gelemezdik bugünlere.
'Siz geldiniz de ne oldu, ne değişti, hangi taş yerinden oynadı' derseniz, bir bireyin bu kadar iddiası olamaz derim. İşte böyle zamandan zamana belki kalacak, belki kalmayacak birkaç işaret fişeğini bulabilir okurlar yapıtlarımda. Yapabileceğim buydu, budur. Uğraş alanım ve ruhum bundan fazlasına izin vermiyor.
Bu kadar az etkileşim içindeki bir uğraşta, bir de umutsuzluk yayarsak olmazdı. Çünkü ben de bir umut ile yazıyorum. Hem kendi bilincimden hem de gelecek günlerden, yani bana olmasa bile kuşaklar sonrası için dünyada yaşanabilir anların umudunu taşıyorum.
Hatta belki şiirin bile gündemde kalabileceğini hâlâ umut etmekteyim. Çünkü bu şiir olayı da genetik bir olay. Sözel eğilimler, sözel yetenek 'genetiğin bastırması'dır. Yani insan istedim diyerek ya da biri bana ille yaz dedi diyerek şair olamaz. Genetiğin bastırmışlığı vardır, bir de sizin o yönde ağırlık koymanız vardır.
Biliyorum ki gene bu 'genetik bastırması' ağır basan, yeteneği ağır basan gelecek kuşaklar da bu sözel olaya, şiire, söz dizimine bir eğilim olur. Bunun yürümesi için de bizler bugün umutsuz, yıkıcı şeyler yazmamalıyız gelecek kuşaklar adına. Yıkım günlerine biz de katkıda bulunmamalıyız. Yıkım günlerini her an bir dize ile onarmaya çalışmak, bir güzellik ile onarmaya çalışmak iradesini göstermeliyiz.
Elbette sanatın en önemli gücü de bu...
Sanatçılar da küçük güzellikler, umutlarla katkıda bulunmalı insanlığa elbirliğiyle. Yoksa hepimiz her şeyden elimizi ayağımızı çekelim ve köşemizde yeise kapılalım. Çünkü gündem bizden bunu istiyor. Yeise ve korkuya kapılmamızı istiyor. Ben de öyle şeyler yok, olmasına da izin vermeyeceğim.
"Yığınlar yok sayılıyor"
Yok olup giden bireye vurgu' Hele ki 'Yaşlılık Günlüğü' adlı şiirinizde...Soruya ne hacet aynen alıntılamalı; "Artık fasıl dinlenmiyor/ evlerimizde,/ kapıları şenlendiren/ ayak sesleri de/ duyulmuyor nedense,/ kimseler öksürmüyor/ ve ceplerine tütün dökülmüş/ ceketleriyle/ o yaşlı adamlar/ ikinci mevki tramvaylarda/ kalp sektesinden/ ölmüyorlar galiba peşpeşe./ (...) bir kayanın üzerine iliştim./ Terlemişim./ Bir iki düğmemi çözdüm ki/ ne göreyim,/ paltomun içinde yokum!/ 'Oh' dedim,/ şimdi nispeten/ daha hafifim,/ kimseye sezdirmeden/ buharlaştı demek bedenim."
Tabii bütün yığınlar yok olup gitmese de yok sayılıyorlar. Kendim için de bu böyle. Hepimiz bir 'yoksanma' içindeyiz bir anlamda. Ortam budur. Sade taşla, sopayla, silahla değil sözle de şiir yoluyla bir savunmaya geçebilir insan. Bu şiirin de bir yanı tabii, bütün amacı değil ama bu da susturulmak isteniyor. Önce roman bitti dediler 20-30 yıl önce, sonra tiyatro bitti dediler bütün dünya genelinde. Ama istekler bitmiyor her yeni gelen kuşak yeni bir şey keşfederken. Dediğim gibi, bu sözel eğilimler genlerde var.
Gereken yanıtı ister istemez veremiyor toplum yüreği de... Mesajı alıyor ama...
Ama toplum başka şeylere, başka değerlere yönlendiriliyor. İşte o zaman bu çatışma yaşanıyor ve mesela şiir yazanlar çok zorlanıyorlar. Bu bir kişinin bir kişiye ettiği kötülük ya da bir toplumun bir yazara gösterdiği ilgisizlik değil. Genel olarak toplumlar başka şeylere, başka oyalanmalara yönlendiriliyorlar.
Pop kültürü denen şeye zaman harcama, yani uyutulma, bir toplum bilincinin boşaltılması eylemi var. İnsanlar bu baskının altında ister istemez şiire yer bulamıyor. Başbakan'ın birkaç şiir okumasıyla halkta şiir sevgisi canlanmıyor yani. Bilinçlerimiz pek çok sanata karşı köreltilmiş. Artık piyasaya, borsaya endeksli bir mutluluğu var insanların. Sanat çok kıyıda kalıyor. Şiir daha da kıyıda. Oysa şiir bir de bizim geleneğimizde var. Ama yok ediliyor.
Çaktırmadan değil mi?
Doğru. Gözle görülmeyen yöntemlerle, oyalamalarla bu kopuşlar sağlanıyor. Gözle görülür soğutmalar yok. Kimse şiir okumasın, şiir kitabı almasın falan demiyorlar tabii. Ama genel gidiş böyle. Gazetelerin sanat sayfaları kalmıyor, sonra yayınevleri şiir kitapları basmıyor, sonra kitapçılar şiir kitabı almıyor. Bir zincir halinde şiiri ortadan ama bilinçli, ama bilinçsiz kaldırıyorlar. Toplum da uzaklaşıyor.
40'lı yıllarda odada sandalyenin üstüne çıkarırlar, hadi oku bakayım çocuğum şiirini derlerdi, düşünün ne güzel değil mi? Öyle şiir okumak, aynı sahnede olmak gibi, dinleyenlerden bir adım yukarda olmak, bir farklılaşma duygusunu da getirirdi. Bu duygular, bu zararsız sanatçı egoları bizim içimizde yaşatılırdı aile geleneklerinde.
Şimdi yok böyle bir şey, şimdi anaokulunda çocuklara İngilizce şarkılar öğretiliyor. Anaokulunun hangisi İngilizce öğretiyorsa o daha pahalı oluyor mesela. Asal görev bu. O zaman anadil de ikincil bir duruma düşüyor önem sıralamasında. Şiirin dille bağlantısının ne çok önemli, net çok kuvvetli olduğunu düşünürsek bu vahim bir durum değil midir? Şiir dille yapılan bir tür sihir, yani başka bir şey. Az sözle çok şey yapabilme sanatı. Çocuklarımız küçücük yaşta şiirden uzaklaştırılırken gelecek kuşaklara şiir adına yapılan büyük bir haksızlık söz konusudur.
Elyazısı ve e-devlet...
Elyazısı Yılları'nın anlamını perçinleyen bir yön de bu değil mi?
Tabi e-devlet olduk artık. Ses de kalktı ortadan, sesin musikisinden mahrumiyet söz konusu' Her şey sanal âlemde' Yalan yanlış yaz yolla gitsin anlayışı yaygınlaştı' Sanal iletişim yaygınlaştı. İşte o sanal iletişimin verdiği yalnızlığı işte biraz da elyazısının sıcaklığını özleyişim, böyle bir yalnızlığa gidişimizdendir. Bu ve buna benzer pek çok yanıt kafamda dolaştı kitabımın ismini ararken doğrusu. Ama bu kopukluklar da tabii içimizde çok yer ediyor. Elyazısının yazı biçimi bile insanın karakterinin aynasıdır. Yani elyazısı da pek çok şeyi yansıtır, bunlardan artık yoksunuz. Bu yoksunluklar bakalım eksiklik olarak mı hayatımızda kalacak yoksa yeri daha güzel bilimsel buluşlarla kapatılacak mı bilmiyorum. Ben özlüyorum.
Ama ilk dalgayı hissedenler yazıyla uğraşanlar, yazın dünyası...
İlk dalgayı, evet hissediyoruz, acısını çekiyor, sarsıntısını yaşıyoruz.
Yapıtlarınızın birçok yerinde siz varsınız. Yapıtlarınızda kendinizi unutmuyorsunuz?
Hiç unutmuyorum evet. Sadece özel hayatımdan, geçmişimden değil toplumsal geçmişimizden de asla kopmuyorum. Bugünkü toplumdan da kopmuyorum, yani hep gözetim ve denetim altında bir hayat benimkisi. Yalnızca bir hayat kuşkusuz ama hep gözetimim ve denetimim altında. Ve bütün yazdıklarımda ondaki verilerden yararlanıyorum. Onun gözlemlerinden, birikimlerinden yararlanıyorum.
Kentsoylu bir şair olmak, İstanbul geçmişiniz...Kentsoylu şairlere 'kafadan' savrulan bir eleştiridir, halka uzak, soğuk durdukları iddia ediledurur... Size de değdi mi bu eleştirilerin okları?
Değmez mi? 'Köy pop' yapmadığım için çok eleştirildiğim oldu/oluyor bazı kitaplarımda. İstanbul'un gerçeklerinden, taşraya karşı yabancılaşmasından toplumsal gerçeklik olarak, İstanbul'un kabahati olarak büyük bir ironiyle söz ederken bunu öz düşüncemmiş gibi çevirip bana karşı kullananlar oldu.
Benim, tırnak içinde söylüyorum 'asalet'ten kendime bir pay çıkaracak halim falan yok. Anadolu'nun herhangi bir köyünde ya da kasabasında doğup büyüseydim orayı da aynı biçimde anlatırdım. Aynı ruhla anlatırdım. Dediğim gibi hiçbir şekilde yandaşlığım yok.
Hep tepkisel davrandım ama yine de İstanbulluluk bile hafif, küçük, gizli gülümsemelere neden oldu. Oysa ben halkla yaşayan biriyim, yalnızlığı hiç sevmem. Sokaklarda dolaşırım, pazarda ararsanız pazardayım, kayıkta ararsanız kayıktayım. Dağbaşına gitsem köylü, kentli kimi bulursam herkesle sohbet ederim.
Benim malzemem insan. Köyde ya da şehirde yaşaması gerekmiyor. Önemli olan insana sıcak bakmak. Önce bir insancıl temele sahip olmak gerekiyor.
Tabii, şairin hümanist olmayanı düşünülemez ki..
Öyle tabii. Yalnız bir şey söyleyeyim, bu hümanizma lafından hoşlanmıyorum. Neden? O da sahte artık, hafif yabancı ve soğuk' O sözcüğü de artık o kadar sevmiyorum. O da biraz geride kalmış gibi, yani Çarliston modası gibi. Şimdi daha başka sevgilere, daha başka yakınlıklara ihtiyacımız var. Yani 'hümanizma' sözcüğü tam kapsamıyor, soğuk kalıyor. Hafif bir soğukluğu ve eskiliği var, antika bir eşya gibi. Daha sıcak, paylaşımcı, daha değişik türlerine ihtiyacımız var. Ben o çerçevede bir insan olmaya çalıştım. Şairlik ya da yazarlık, bu insan olma çabasının yanında ikinci geldi.
"Her şeye rağmen şanslıydım"
Kendinizi Türk insanı, Türk edebiyatı anlamında şanslı hissediyor musunuz?
Savaş yılarında doğdum, eski nüfus kâğıdımda hâlâ ekmek karnesi numaram vardır, özel yaşamımda bazı eksiklikler, travmalar yaşadım ama gene de içinde yaşadığım zaman açısından kendimi şanslı sayıyorum. Bugün genç olsaydım bu kadar şanslı sayılmazdım.
Genç Cumhuriyetin bütün heyecanlarını yaşadım, Osmanlı'nın kültürel mirasından kalanlardan payımı aldım. Hatta şöyle diyeyim biraz çöplendim. Genç Cumhuriyetten doya doya içtim. Bugünkü karışıklıkta beslenecek bir şey bulamazdım.
Çocuk edebiyatı son yıllarda hayli revaçta, ne iyi de öyle..
Revaçta çünkü çocuklara verilen önem arttı. Kentteki çocukları anneleri bir fastfood bir oyuncak ve bir kitapla ödüllendiriyorlar. Anadolu'daki çocuklar ise o kadar kitaba açlar ki bana okullardan çok mektup geliyor.
Yeni bir şiir kitabı üzerinde çalıştığınızı söylemiştiniz daha önce?
Elyazısı Yılları'ndan sonra şimdi 'Gezintiler' diye bir şiir kitabım üzerinde çalışıyorum. Ben genellikle tematik kitapları seviyorum. Ortak bir tema etrafında, şimdi gene öyle, başka bir tema çevresinde başka bir şiir kitabına doğru yol alıyorum.
Sonra oyunlar var, oyunların toplu basımı yapılacak. İstanbul'un kültür başkenti olması nedeniyle yazdığım 'Çamlıca'dan Yeldeğirmenine Rüzgârın Peşinde' diye bir kitap yazıyorum, bitmek üzere.
Hepsi eşzamanlı olarak tezgâhta.. Sonra bir tane daha İstanbul kitabı var hazırda' İstanbul dergisinde yayımlanan yazılarımdan oluşuyor. O da yıllardır bekliyor.
gamzeakdemircumhuriyet.com.tr Elyazısı Yılları/ Melisa Gürpınar/ Turkuvaz Kitap/ 95 s.
En Çok Okunan Haberler
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Türkiye'den Şam Büyükelçiliği'ne atama!
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı