Yıkıntılar arasında doğan çocuk

Fikret Otyam’ın 23 Ekim 1962’de yayımlanan ilk yazı dizisi...

Yayınlanma: 14.08.2015 - 22:42
Abone Ol google-news

“Ağlayanlar bir gün güler

Gamlanma gönül gamlanma

Karacaoğlan”

Tacim Güler, mezraada iddiaya göre usulsüz olarak yıkılan ev sahiplerinden. Çiftçi Tacim Güler dört çocuk babası... Tacim Güler’in ağzı var dili yok. Konuşamıyor. Karısı Nazike Güler’i, yıkıntı arasında, üzerine bir kilim serilmiş üç yıkık duvar arasında yatarken gördüm. Lizol kokuyordu yıkıntı... Beşinci çocuk Hüseyin Güler yorgan altında kaybolmuş.

Nazike Güler gülmüyordu. Hayretle bakıyordu gelen kalabalığa. Doğrulacak oldu, bırakmadık.

Deprem zalimdir, ancak böyle yıkar evleri... İnsanları odsuz ocaksız kor dinlemez ürüzgâr... Dinlemez yel sıcak, soğuk ayaz. Hiç dinlemez...

Deli poyraza göğüs gerip yıkıntılar içinde titreşen hastaları, yaşlıları gördüm tek tek. Boş beşikler sallanıyordu üç duvar, damsız duvar arasında. Hani duvar dediysem dikine değil, yıkılmış. Boş beşikler sallanıyordu yıkıntılarda. Analar hasta çocuklarını koyunlarına almış, ısıtmaya çabalıyorlardı. Öksürükler patlıyordu evimsi yıkıntılarından. Genç, ihtiyar, çoluk çocuk öksürükleri... İnceli kalınlı...

 

Raziye Kara

Raziye Kara Maraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Aktil köyünün Bebe mezrasında 4 Eylül 1962 salı günü saat 15’e doğru hırıltılarla yatıyordu. Hüseyin Kara ve Sultan Kara’dan doğma 1962 tevellütlü yedi aylık Raziye Kara ateşler içinde yanıp, ince ince inildeyip öksürüyordu. 4 Eylül Salı günü... Üstüne çullar atılmış. Boş beşiği ürüzgârla sallanıyordu Raziye Kara’nın.

Çadır alın Kızılay’dan, böyle dedim başımdaki kalabalığa. Kızılay kara gün dostudur. Susuştular. İyi bir akıl vermenin kıvancı içinde ukâlalık ettim. Cevap alamayınca soruşturdum. Sormaz olaydım!

“İstemez olur muyuk can? İstemez olur muyuk dost?.. İstemez olur muyuk? Nideceksin bu deli poyraza karşı?.. Gördün hasta bebeleri, süt kuzularımızı. Lohusa kadınlarımızı, bebelerimizi gördün... Memmet Güler, Hacı Doğan, Cuma Aslan, Memmet Ali Öztoprak vardık vilayete. Pullu istidayı valiye ilettik. Vali beg derhal verile dedi. Bastı mührünü imzasını. Elbistan hokümatında deprem için gelen dört yüz çadır var bunların ihtiyacı olan 17 çadır derhal bu vatandaşlarıma dağıtılsın diye emir buyurdu vali beg. Hiç vakit geçirmeden. Yetmedi, açtı telli telefonu, kaymakamı bulup vaziyet böyle böyle dedi, derhal çadırlar verilsin. Kaymakama vardık... Kaymakam derhal imzayı bastı. Kızılay Başkanına havale buyurdu pullu istidamıza.. Derhal verilsin dedi. Vardık Kızılay Başkanına. Derhal verilsin dedi, saldı bizi Kızılay’ın depo mamırı örgetmene. İki gün gelip gittik. Dedi ki, bana 2500 liralık bir teminat mektubu yahutnam para getirin. Otelci Arif kefil oldu. Şehir dediğin para tuzağı... Masrafımız çok. Olmadı çadır işi. Dönüp geldik. Sonra yine vardık. Ankara’ya mektup salacam, ver derlerse verecem bir hafta sonra gelin dedi örgetmen mamır depocu... Mezra soğuk efendi.. Görüyon sen bile titriyon kürk yakalar içinde. Milletin bi bölüğü göçtü köy yerine.. Vardık, dedik. 17 çadır fazla gelecek. Beş tane verin. Millet göçüyor, çoluk çocuk hasta, hâlâ cevap bekliyok.

“Af istiyor musunuz?”

Şaşırdılar.

“Yok efendi, yanlış anladın.. Ne suç işledik ki af isteyek? Biz çadır istiyok. Çadır, yalnız beş dene..” Oradan kalkıp göç eyledik Aktil köyüne. Çeşme başını gören bir eve buyur edildik. Pencereden, o bir parmak kalınlığında akan çeşme başında kadınlar ve kızlar ve çocuklar ve inekler ve tenekeler ve bakraçlar su kuyruğundaydılar. İnekler, sızan kara suyu ıslıksız içiyordular. Tertemizdi oturduğumuz dam. Gürsel Cemal Paşa İreisi Cumhurbaşkanın ofset baskılı askeri resmi teneke çerçeve içindeydi. Ve Mustafa Kemal Paşa, Ankara garında.. Pencerede. Bakıyor... İstanbul’a gitti de bir daha gelmeyiverdiydi ya... İşte o resmi... Solgun, yorgun, umutsuz, üzgün... Mustafa üzülmesin de kimler üzülsün? Ne demiş Doğulu aşık? Ne demiş?”

“Vahte Kemal sağ bu

Gava Kemal miri

Nane genim firi

Lo lo Kemalo

Lo lo Kemalo.”

Yani efendim demiş ki, “Kemal sağ iken. Arpa ekmeği yasaktı. Kemal ölünce buğday ekmeği de uçtu. Hey hey Kemal. Hey hey Kemal...”

 

Mavula Aslan

Mavula Aslan kadını burada tanıdım. Evi yıkılanlardan. Erkeklerin arasında dimdik oturuyor. Burnundan soluyor Mavula Aslan. Yemin ederim burnundan soluyor.

“Hokümat bu kadar zalim olmaz, olamaz. Hokümat hakkıynan iş görür... Mahkeme hakkıynan iş görür. Böyle değilse bile böyle bilmek isteriz. Ama Elbistan hokümatı bize sahip çıkmıyor. Hakkımızı aramıyor.. Siz de erkek misiniz.”

“Nörelim yani Mavula kadın. Ankara’ya yalın yapıldak yollara mı düşelim?”

“Heye ya! Heye ya!.. Yürüyelim Ankara’ya.. Gürsel Cemal Paşaya çıkalım! İnönü İsmet’e çıkalım.. Yüca Meclisanlara çıkalım!.. Halimiz böle böle diyelim... Heye ya! Nerede benim yıllardır dişimden dırnağımdan söküp aldığım altınım? Bir dene mi dene... Nerede kelpetenim? Nerede at gemim, dizginim? Nerede? Ha siz söylen, bey duysun. Kim tuttu zaptı. O üsteğmen İbrahim değil mi? Yağmayı önlemedi mi kumandar İbrahim? Ne susarsınız? Demek ki yağma olmuş. Peki nerede bu eşyalar? Resmiyede. Gem nerede? Resmiyede? Bizim kocalarımız insan değil mi? Biz İsviçre’den mi geldik? Biz vergi vermiyor muyuz? Biz askerden mi kaçıyok? Ne susarsınız ha? Ne susarsınız? Dağların başına kış gelir, insanın başına iş gelir.

Susman erkekler susman. Hakkı arayın. Hakkını aramayan haksız kalır. Benim mallarım resmiyede. Demek ki çalındığı zabıtla bellenmiş. Hokümat benim malımı yağma edeni neden tutup mapis damına tıkmaz? Candarma gelir süngüyü dayar bunu Elbistan hokümatının savcısı gönderdi imzalayacaksınız der, boş kâğıdı uzatır... Bre erkekler bre akıllı yiğitler, hokümatın savcısı böyle oyun eder mi? Yapar mı bunu? Kuzu kuzu boş kâğıda parmak basar imza neden atarsınız? Varacaksın savcıya. Savcı, savcı diyeceksin bu nasıl iş? Senin adını kullanıp yolsuzluk yaparlar var git tedbirini al... Susarsınız ya! Haklı olan susmaz... Haklı olan yılmaz. Susmayın. Ben hakkımı arayacağım. Siz korkup, sinip susun isterseniz. Dört bebemi kapıp varacağım merkeze. Halimiz böle böle diyeceğim.. Bize kıyam ediyorlar diyeceğim. Hepiciğini anlatacam tek tek... Hepciğini.. Memlekette demokrasiii var. Yüca Meclisanların Anayasası var. Artık ayrılık gayrılık yok. Alevi, Ali canıysam Ali canıyım. Ben de birim İncecik’in Sünni muhtarı da... Geçti gayrı geçti...”

YARIN: ANAYASA ANKARA'DA MI OTURUR?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler