Yıl 2012, ama hayat 12 Eylül 1980'de gibi
Tarihimizle yüzleşelim! Bu lafın en çok kullanıldığı tarihlerden biri kuşkusuz, 12 Eylül 1980. Sözüm ona bugünlerde bir davayla yargılanıyor. Ben size ne o davayı, ne de o eski günleri anlatacağım, benim derdim bugünle, çünkü 12 Eylül hâlâ sürüyor.
Tam 33 yıldır bunu bekliyorlardı. Yıllarca bunun için sokaklardaydılar çamur, kar, yağmur demeden. Her şehirde. İntikam için değil, adalet için, Türkiye’de demokrasiden bahsedilebilmesinin yolunun bundan geçtiğini bildikleri için. Yıllar sonra bugün, 12 Eylül’ün yargılanmasının önü açıldığında umutlananlar oldu. Size bu yazıda uzun uzun iddianamenin yetersizliğini, Kürt lafını bile kayıtlara geçirmeyen bir mahkeme başkanından hayır gelmeyeceğini anlatmayacağım. Aslında ben size bugünden bahsedeceğim. Daha da ileri gidip, bugünlerin “o günler”den çok da farklı olmadığını söyleyeceğim. Çünkü hükümet adına müdahillik başvurusunda bulunan Sami Arslan, “Bu yargılama yapılıyorsa, bunu Başbakan’a, hükümete borçluyuz” diyedursun, 12 Eylül ve uygulamaları hâlâ devam ediyor. Abartıyor muyum? Okuyun...
650.000 kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi, 50'si asıldı.
71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden, 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 300 kişi kuşkulu şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi...
Evet, çoğunuza tanıdık gelen bu rakamlar 12 Eylül’ün kaba bilançosu. Peki ya bugün? Gelin, önce İHD’nin 2002-2011 yıllarına ait raporlarından derlediğimiz rakamlarla başlayalım:
350 faili meçhul cinayet yaşandı. Yargısız infaz-işkence sonucu-köy korucuları tarafından-kuşkulu ve gözaltında ölümlerin sayısıysa 825. Çatışmalarda 2794 insan öldü. 13.210 kişi işkence ve kötü muamele gördü. 107.298 kişi gözaltına alındı... 249 siyasi parti ve dernek kapatıldı, kapatılmak istendi. 905 kitle örgütü, siyasi kuruluş, yayın organı ve kültür merkezi baskın ve saldırıya uğradı. 733'ten fazla yayın toplatıldı ya da yasaklandı...
12 Eylül döneminde hapishanelerde 80 bin insan vardı. Bugün 120 bin. AKP’nin yönetime geldiği 2002’den beri bu oran öyle arttı ki, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in deyişiyle yüzde 110 doluluk yaşanıyor şu an. Yılda 3 milyonu hukuk ve 3 milyonu ceza olmak üzere altı milyon dava dosyası işlem görüyor. Şu anda cezaevinde tutuklu olarak ceza davası devam eden kişi sayısı 36 bin 417. Hem de aylardır, yıllardır cezaevindeler. Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi “zararlı” gördüğünü dört duvar arasına tıkıyor sistem. Gerekçeyse, hep aynı; “terör”. Üstelik Terörle Mücadele Kanunu, 12 Eylül'ü aratmayacak kadar faşizan. Örnek mi?
Tayyip Erdoğan’ın katıldığı Roman Çalıştayı’nda “parasız eğitim” pankartı açan üniversite öğrencileri hakkında 15 yıla kadar hapis istendi. Savcı, eylemin, anayasal hak olan düşünceyi açıklama özgürlüğü sınırları içinde olduğunu belirtse de mahkeme “kuvvetli suç şüphesi” gerekçesiyle iki tahliye talebini reddetti… Şanslıydılar; 15 ay sonra çıkabildiler...
2010’da Kağıthane’de bir markete düzenlenen molotoflu saldırı sonrası, “puşi” taktığı için şüpheli görülerek gözaltına alınan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül, 45 yılla yargılandı, 25 ay tutukluluk sonrası suçsuzluğu anlaşılabildi!
Batman Üniversitesi öğrencisi Z.K.’ye, 2008’de anadilde eğitim için yapılan oturma eyleminin ardından çalınan Oramar şarkısına alkışla eşlik ettiği ve halay çekerek “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla 10 ay hapis cezası verildi.
Beşiktaş 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 2006’daki 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne katılan beş kişiye, katıldıkları çeşitli miting ve basın açıklamalarında halay çekerken çekilen fotoğrafları delil göstererek “yasadışı örgüt üyeliği” suçlamasıyla toplam 73 yıl 4 ay hapis cezası verdi.
Hakkında “örgüt üyeliğinden” dava açılan 41 yaşındaki Arif Pelit’in evinde bulunan 19 çakmak, birkaç maytap, “Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizm Mücadelesinde Gençlik” ve “Devrimci Yol Yazıları” “suç delil”i kabul edilerek DHKP-C üyeliğinden 7.5 yıl hapis istemiyle yargılandı.
Mersin’de PKK’ya destek yürüyüşüne katıldığı gerekçesiyle gözaltına alınan ve hakkında 9 yıl 9 ay hapis cezası istenen Murat Baran’ın iddianamesinde yer alan tek delil, limondu!
20 Nisan 2009'da KCK kapsamında tutuklanıp 2.5 yıldır Mardin E Tipi Cezaevi'nde olan Cengiz Doğan’a 18 Nisan 2011’de pankart asmak ve örgüt propagandası yapmak, suçlaması getirildi!
Hopa’da 31 Mayıs 2011’deki AKP mitingini protesto edenlere yönelik polis şiddeti sonucu Metin Lokumcu’nun ölmesinin ardından yaşanan gözaltı ve tutuklamalar, 12 Eylül darbesini aratmadı. Öğrenciler için tehlike sadece cezaeviyle de sınırlı değil, 2010-2011 arasında 7 bin 43 öğrenci hakkında soruşturma açıldı, bunlardan 4 bin 600’ü okuldan uzaklaştırıldı, 55’i ise atıldı.
Sadece öğrenciler mi? 12 Eylül’de, 1402 sayılı yasayla “kamu düzeni açısından sakıncalı” bulunan akademisyenler üniversiteden atılıyordu, şimdiyse cezaevine konuyor... Büşra Ersanlı, Ayşe Berktay, Deniz Zarakolu aylardır cezaevinde. Tehlikeliler! Bu hafta açıklanan KCK iddianamesindeki deliller bunu gösteriyor: Siyaset Akademisi’nde ders vermeleri en baş delil!
KCK davasında halkın seçtiği belediye başkanları, milletvekilleri de dahil beş bine yakın kişi tutuklu yargılanıyor, Ergenekon’da 200’den fazla insan. 101 gazeteciyi, 600 öğrenciyi, akademisyeni, 100'e yakın avukatı da unutmayın... Çoğu davada tek delil, polisin telefon dinlemesi. Zaten uygulamalar kolluk ve hukuk güçlerinin çoğunun zihniyetinin 12 Eylül Anayasası’ndan bile geri olduğunu gösteriyor. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, “Yasaları ve Anayasayı çok eleştirdiğimiz halde, tanık olunan uygulamalar, sadece hukukun genel ilkelerine ve Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası metinlere değil, 1982 Anayasasına da aykırı” diyerek anlatıyor bunu, “Özellikle 2001 değişikliğiyle hak ve özgürlük güvenceleri arttırıldı. Bunlar dikkate alındığında, 'aramalar, gözaltılar ve tutuklamalar' zincirini oluşturan, kolluk-savcılık ve yargıç işlemleri, Anayasa'ya aykırılık oluşturuyor. Anayasa’ya aykırı birçok yasa yürürlükte; Terörle Mücadele Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Özel Yetkili Mahkemelere ilişkin kanun... Fakat bunlar ve diğerleri, Anayasa’ya aykırı işlemleri haklı kılmaz; çünkü, yargı organları, öncelikle anayasal hükümleri uygulamak durumunda, Anayasa’nın üstünlüğü gereği.”
12 Eylül’de bile dava dosyalarına girmeyen MİT raporu, bugün Devrimci Karargâh dosyasında; yaklaşık 100 avukat, kanıt bile gösterilmeden örgüt üyesi veya “irtibatlı” şeklinde gösteriliyor. Amerikan haber ajansı AP’nin 66 ülkede yaptığı araştırmaya göre, en çok “terörist”in Türkiye’de çıkması boşa değil. 11 Eylül 2001’den bu yana tüm ülkelerde 119 bin 44 kişi tutuklanmış, 35 bin 117 kişi de “terörist” hükmü giymiş ve bunların 12 bin 897’si Türkiye’de! 12 Eylül’de olduğu gibi bugün de hep “düşman” yaratarak kendini var eden bir sistem var çünkü.
Kıssadan hisse mi? Hâlâ, 12 Eylülcülerin koyduğu yüzde 10 barajıyla oluşmuş bir meclise sahipken, eğitimden ekonomiye her alanda Kanun Hükmünde Kararnamelerle demokrasiyi hiçe sayarak kararlar alan ama yine de 12 Eylül’ü yargılattığını söyleyerek hava atan AKP iktidarı, kendi yarattığı 12 Eylül için de hesap sorulacağını bilmiyor mu?
Suç delili filmler...
Sanat dünyasında 12 Eylül'ü hatırlatan en önemli uygulamalardan biri kuşkusuz, Mehmet Aksoy’un Kars’taki İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasıydı. Ancak bunla sınırlı değil uygulamalar. Ankara’da iki üniversiteli 12 Eylül’de idam edilen üç işçinin isminin geçtiği pankartı astıkları için örgüt üyeliğinden 25 yıla kadar hapis istemiyle yargılandı. Deliller arasında üye oldukları Mart Kültür, Sanat ve Düşünce Derneği’nin su faturası, kartpostal ve takvim, “Karanlıkta Dans” ile “Savaş ve Barış” filmleri de bulunuyordu!
Yargılanan kitapların sayısı da az değil, öyle ki Yumuşak Makine ve Ölüm Pornosu hakkında açılan davada bilirkişi bulunamadı bile.
Efendiler hâlâ çocuklara kıymaya devam ediyor!
AKP’nin eylemlere karşı takındığı tavır, 12 Eylül’ün cuntacı generallerinin emirlerinden pek de farklı değil. Polis hep “orantılı güç” kullansa da insanlar -belki de Başbakan’ın Lokumcu için dediği gibi provokatörlük yapmak için- öldü eylemlerde. Çocuklar da. Biz daha çok 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı ve havan topuyla parçalara ayrılan Ceylan Önkol’u duysak da, İHD ve Mazlum-Der’e yapılan başvurular gösteriyor ki, son on yıldır kolluk güçlerinin öldürdüğü çocuk sayısı 400’e ulaşmış. Bu kadar da değil, 12 Eylül’de defterine orak-çekiç çizdiği, Yılmaz Güney’in resmini defterinde sakladığı için tutuklanan çocukların yerini İHD’nin verilerine göre sayıları beş bini bulan TMK mağduru çocuk aldı. Öyle ki 2009’da gösterilere katıldıkları gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemeleri’nde 42 davada yargılanan 177 çocuğa 772 yıl 2 ay 26 gün hapis cezası verildi. Boylarından “büyük” suçlar işleyip, büyümeden yaşlanan yüzlerce çocuk bugün hâlâ cezaevlerinde...
O zaman tabutluktu, şimdi F Tipi
Pozantı Cezaevi’nde çocuklara tecavüz edildiğini, sorumluların yargılanmasını bırakın terfi ettirildiğini biliyoruz. Sadece Pozantı mı? Osmaniye Cezaevi’nde incelemelerde bulunan TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun geçen hafta yayımladığı 23 sayfalık raporundaki tespit açık ve net: “Cezaevinde yaşanan şartlar 12 Eylül dönemindeki şartlar gibi”!
196 kişi kapasiteli C tipi cezaevinde 227, T tipi cezaevindeyse 1000 kişilik kapasiteye rağmen 1212 kişi kalıyor. Çocuk koğuşunda ne yeterli sandalye var, ne tabak. Yemekleri sırayla yiyorlar. Bu kadar da değil, askeri usulle, yüksek sesle “1, 2, 3, 4...” diye sayım yaptırılması, her gün zorunlu hale getirilen sakal tıraşı, tüm tutuklu ve hükümlülerin çırılçıplak soyulması, görüş sonraları tutukluların itilerek koğuşlara götürülmeleri, onur kırıcı davranışlar, keyfi gazete yasağı, kadın koğuşlarındaki çocuklara oyuncak verilmemesi... Metris Cezaevi’ndeki tutukluların, aralarına itirafçılar konulmaya çalışıldığını ve günlük ihtiyaçlarını keyfi uygulamalar nedeniyle karşılayamadıklarını söylemelerinin üzerinden daha birkaç ay geçti sadece.
Durun bu kadar da değil; 12 Eylül döneminde hapishanelerde çalınan marşların yerini bir süredir Kral FM’in aldığını da anlatıyordu o mahkûmlar...
Hastalık demişken... 12 Eylül’de cezaevlerinde 299 kişinin yaşamını yitirdiği söyleniyor, muhtemel rakam bundan daha yüksek tabii ki, ancak cezaevlerinde son 10 yılda 913 insanın hastalıkları nedeniyle öldüğünü, hâlâ da ölmeye devam etttiğini biliyor musunuz peki?
Kürt hâlâ kötü, Kürtçe hâlâ yasaklı
Diyarbakır Cezaevi’nin 12 Eylül’ün en vahşi işkencehanelerinden biri olduğunda hemfikir herkes, sağcısı da solcusu da. Dışkı yedirmeler, tecavüzler, birbirine dövdürülen tutuklular... Sadece onlar da değil, “Türkçe konuş çok konuş” mantığının da bir insan hakkı ihlali olduğunu söyleyebiliyoruz artık. Oysa birkaç yıldır hemen her gün KCK adıyla gözaltına alınan, mahkemelere çıkarılan tutuklulara dayatılan da bu. Kürtçe konuşulduğunda mikrofonlar kapatılıyor, savunma hakları tanınmıyor. Hadi bunu geçelim, hâlâ insanlar Kürtçe konuştuğu için öldürülüyor. Tarih, 29 Aralık 2011. Yer, Ankara. Emrah Gezer, bir arkadaşının doğum gününü kutladıkları barda, Kürtçe şarkı söylediği için eski bir özel harekât polisi tarafından öldürüldü. Peki ya devletin Kürde ve Kürtçe'ye tahammülsüzlüğünü gün yüzüne çıkaran bu yılki Newroz kutlamalarına ne demeli?
Ya, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 12 Eylül Davası’nda mahkeme başkanının, müdahil avukat ve kurumların yaptıkları konuşmada Kürtlere ilişkin söylenen sözleri tutanağa geçirmemesini neyle açıklayacağız?
24 Ocak kararlarını unutmayın
12 Eylül, daha çok yarattığı şiddet ve baskılarla konuşulsa da ekonomik yönünü de unutmamakta fayda var. Zira bugün yaşadığımız ve AKP’nin iyi bir uygulayıcısı olduğu neoliberal politikaların önünü açan o dönem uygulamaya geçirilen 24 Ocak kararlarından başka bir şey değil. Dolayısıyla, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in açıkladığı 2011’deki 1543 işçinin ölümünün arkasında da 12 Eylül ve uygulamaları var! Geçirilen her yeni kanunla işçi ve memur haklarından çalınıyor. Sendikalardaki yüzde on barajı bir yana, 4688 sayılı sendika yasasıyla “zorunlu tahkim” adı altında toplu iş sözleşmesi işlevsiz hale getiriliyor ve grev yasaklanıyor.
En Çok Okunan Haberler
- Son anket: AKP eridi, fark kapanıyor
- Adliyede silahlı saldırı: Ölü ve yaralılar var!
- Ayşenur Arslan’ın Colani ile ilişkisi
- Serdar Ortaç: 'Ölmek istiyorum'
- Hatay’da yaşayan Alevi yurttaşlar kaygılı
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- NATO Genel Sekreteri'nden tedirgin eden açıklama
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- İmamoğlu'ndan 'Suriyeliler' açıklaması
- Edirne'de korkunç kaza