Yoldaşım Jeremy
Ben onun kadar, İngiliz emperyalizminin günahlarını dile getiren bir İşçi Partili görmedim...
Hani derler ya, “bir çırpıda” diye öyle okudum Rosa Prince’in “Yoldaş Corbyn” kitabını. İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in kendisini partisinin liderliğine kadar getiren mücadelesini anlatılıyor kitapta. Aslında aklında liderlik olmayan, bunun yerine, hem de yıllarca unvansız ama çok etkili bir aktivist olmayı seçen sosyalist bir politikacının neleri altederek aşamalar kaydettiğini öğrenmek son derece keyifli.
Dünya politikasına meraklıların olduğu kadar, zaferin en olumsuz koşullarda bile nasıl elde edildiğine ilgi duyanların da zevkle okuyacağı bir kitap bu ama bu bir kitap tanıtım yazısı değil. Sadece yakından tanıma mutluluğuna eriştiğim Corbyn’in anlatılan siyasi hayatının bir bölümüne tanık olduğum için söz edeyim istedim.
Irkçı faşistlerin hedefi olmuştu
Bizim buralardan bakınca İngiltere’de solcu olmanın kolay olduğu sanılabilir. Oysa ben hep tersini düşünmüşümdür, sosyal refah devletinin, bizim asla yakalayamadığımız konforu içinde yaşayıp da büyük bir emperyal gücün dünyaya nasıl bela olduğunu anlayabilmek, sonra da buna karşı çıkmak büyük fedakârlık. Dünyanın altıncı büyük ekonomisinin iyi kötü sağladığı olanaklara razı olmak yerine emek mücadelesinden yana saf tutmak sanıldığı kadar kolay değil. Fark edilmesi hayli zor olan emek sömürüsünün yarattığı eşitsizliğe karşı çıkmak da. Kitapta yaşamının bir bölümü anlatılan Corbyn, gelir düzeyi yüksek bir aileye mensup biri olarak, düzen karşıtı olmayı seçmiş o sosyalistlerden biri.
Corbyn, partisi içinde “aşırı solcu” kabul edilen, bu nedenle (diğer yoldaşları gibi) hep dışlanmış bir milletvekiliydi. Zaten o da parlamento içinde değil, daha çok dışarda faaliyet yürütürdü. Nerede bir göçmenin sınır dışı edilme tehlikesi varsa o kol kanat gererdi. Irak’a o büyük ABD-İngiliz saldırısı öncesi yaptığı itirazlarla ülkenin tüm ırkçı faşistlerinin hedefi olmuştu.
İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn, 11 Ocak 2020'de Londra'nın merkezindeki Trafalgar Meydanı'nda İran'a savaş tehdidine karşı yapılan bir gösteride.
Fotoğraf: Reuters (Henry Nicholls)
Onunla 80’li yılların sonunda tanıştım. Kitapta da söz edilen Finsbury Park’daki o ünlü İşçi Partisi’ne ait barın yakınlarındaki mütevazı odasına, o sıralar çalıştığım dergi için söyleşi yapmaya gitmiştim. Büyük İngiliz maden grevi yıllarıydı. Darbenin etkilerinin halen sürdüğü Türkiye’ye ilişkin bir söyleşiydi. Hiç böyle bir milletvekili görmemiştim. Mütevazı, sekreteri olmayan, kahveyi kendisi yapan, kapıya kadar uğurlayan kaç milletvekili tanıyoruz biz? Öyle biriydi bu gördüğüm.
Cunta lideri Evren’in İngiltere ziyareti öncesi çalışmalar yapmak amacıyla kurduğumuz Turkey Solidarty Campaign’in de destekçilerindendi Corbyn. O sıralar bir de Güney Afrikalı siyah lider Nelson Mandela’nın serbest bırakılması için yapılan gösterilerde de yer alırdı. Hatta bir keresinde kendisini tanımayan polislerce gözaltına alınmıştı diye anımsıyorum. Kitabın arkasında yer alan o gözaltı fotoğrafı o gün çekilen fotoğraf yanılmıyorsam. O gösteride ben de vardım, Corbyn’nin hemen yakınındaydım, omuzumda hâlâ o gün yediğim polis copunun sızısı vardır.
Solculara tahammülsüz toplum
İşçi Partisi’nde (aslında biz “İşçi” diyoruz nedense, doğrusu “emek”’tir) “aşırı sol”un, liderlik savaşını kazanmasında Corbyn’den çok, önceki lider Ed Miliband’in etkisi vardır. Lider seçimini sendikaların vereceği desteğe muhtaç olmaktan çıkaran yeni delege sistemini o getirdi, hakkını yemeyeyim. Corbyn’nin yolunu da açan bir bakıma odur. İşçi Partisi içinde solcular etkili de olsa ciddi bir sağ damar da vardır. Önce Miliband’in sonra da Corbyn’nin liderliği kazanması partiyi seçimlerde hezimete götürdü iki kez. Sözünü ettiğim o damarın toplumda da karşılığı var çünkü. Miliband’in de Corbyn’nin de İngiliz egemenini rahatsız eden tutumları büyük medya gücünün de aleyhlerine kullanılması sonucu toplumun gözünü korkuttu. Yani İngiltere’de de solcu olmak güllük gülistan bir yerde yaşandığı anlamına gelmiyor.
Bendeniz, hiç İşçi Partili olmadım. Britanya Komünist Partisi’ni desteklerdim. Küçük bir partiydi ama hepsiyle değilse de birçok görüşüyle uyuşurdum. Buna rağmen Corbyn’nin İşçi Partisi içindeki mücadelesine destek verirdik. Tek başına müthiş bir aktivistti. Göçmen dostu, savaş karşıtı, barışçı, LGBTİ destekçisiydi. İçinde yer aldığı bir mücadelenin toplumda destek görmemesi imkânsızdı.
Ben onun kadar, İngiliz emperyalizminin günahlarını her fırsatta dile getiren bir İşçi Partili görmedim, Tony Benn’i saymazsak. Tabii Tony Cliff, Paul Foot gibi büyük sosyalistleri bilirdim, ikisiyle de tanışıklığım vardır, aynı masada oturma onurunu yaşadım, ama İşçi Partisi içinde kalıp da İngiliz egemenini acımasızca korkusuzca eleştiren, ırkçıların, kralcıların, faşistlerin tepkisini çeken tek “düzen partisi” mensubu Jeremy Corbyn’di.
Liderliğindeki İşçi Partisi hak etmediği bir yenilgi aldı, doğru. Ama bu yürekli sosyalist, seçimlerde lehlerine olacak kimi söylem değişikliği önerilerini bile kabul etmedi. Fikirlerinde ısrar konusunda anıt bir kişiliktir. Kitabı büyük bir zevkle okudum. Anlatılan “yoldaşım”dı. Mandela gösterilerinde beraber cop yediğim bir yoldaşım.
Çok yaşa sen Jeremy.
Kapak fotoğrafı: AFP (Tolga Akmen)
En Çok Okunan Haberler
- Lütfü Savaş kesin ihraç talebiyle disipline sevk edildi
- Mansur Yavaş'tan 'Ebru Gündeş' konseri açıklaması
- Yaralı sayısı yükseliyor!
- Avukat İrem Çiçek'e tutuklama talebi
- 'Şerefsizlere mağlup olduk'
- Dev maçta kazanan Fenerbahçe!
- Mardin, Batman ve Halfeti'ye kayyum atandı!
- Tacizi protesto etmek için soyundu!
- 'Bilseydim Fenerbahçe'ye gelmezdim'
- Maltepe'de polis barikatı aşıldı