Demir Özlü’nün ardından...

“Demir Özlü ile tanıştığımda Galatasaray Lisesi’nde son sınıftaydım. Yıl 1970 olmalı. Annem Leyla Gürsel’in de dostu olan babası, hukukçu Sabih Bey’in yurttaşlık dersleri verdiği okulumuza bir konferans için gelmişti. Ve hiç unutmam, çoğu yazar gibi biz kendinden söz etmesini beklerken o kayın biraderi Orhan Duru’yu anlatmıştı. Yeni Dergi’de ilk öykülerimi yayımlayan Memet Fuat’ın yönettiği De Yayınları’ndan çıkan Boğuntulu Sokaklar adlı kitabını da o vesileyle okumuş, özellikle “Paris İçin Öyküler” bölümünden çok etkilenmiştim.”

Yayınlanma: 21.11.2021 - 00:04
Abone Ol google-news

Fotoğraf: UĞUR DEMİR

PARİS HAYALLERİ VE DEMİR AĞABEY!

Galatasaray Lisesi’ndeki yatakhanede, mavi ışıklı lâmba da söndürüldükten sonra, yorganı başıma çekip kurduğum hayaller arasında Notre-Dame de Sion’un kızları yoktu yalnızca, Baudelaire’in şiirlerinden, dinlemekten bıkıp usanmadığım Fransızca şarkılardan tanıdığım Paris de vardı. Okul bitince ben de gidecektim “ışıklar kenti”ne, orada yazar olacak, tutkulu aşklar yaşayacaktım. Bu özlemi tetikleyen öykülerin yazarı Demir ağabeyle tanışmak büyük sevinç kaynağı, derin bir mutluluktu.

‘KUTLAR VE ÖZLÜ’NÜN PALTOSUNDAN ÇIKTIM!’

O yıllarda varoluşçu düşüncenin ışığında serpilip gelişen, ama Yeni Roman akımının, özellikle de Alain Robbe-Grillet’nin güdümünde bir yazardı Demir Özlü, daha sonraları kendi özgün üslûbunu bularak ayrıntılı betimlemelerin ağır bastığı bir anlatı dünyası kurmayı başardı.

Bense yolun başındaydım henüz. “A Kuşağı” diye adlandırılan, benden en az on yaş büyük yazarların, özellikle de Onat Kutlar’ın “şiirsel” ve “fantastik” öykülerinin etkisi altındaydım.

Onlar, yani Onat Kutlar, Adnan Özyalçıner, Ferit Edgü ve Demir Özlü, öykünün ilgi gördüğü bir dönemde yola koyulan bu yazarlar ve daha niceleri, Dostoyevski gibi Gogol’ün Palto’sundan değil Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan’ından çıkmışlardı, bense, çok daha sonra, İshak ile Boğuntulu Sokaklar’dan çıkacaktım.

Galatasaray Lisesi’ni bitirip, iyi bir öğrenci olduğum için Fransız hükümetince bana verilen bursu “ülkemde kalıp devrimin bir parçası olmak” gerekçesiyle reddettikten sonra (bir yıl gecikmeyle, 12 Mart Muhtırası’nın ardından Halkın Dostları dergisinde yayımlanan bir yazım nedeniyle askeri mahkemede yargılanmaya başlayınca bu burs sayesinde Paris’e kapağı atarak Sorbonne Üniversitesi’nde öğrenimimi ve doktoramı yapacaktım) İstanbul’da kalınca Demir Özlü’yle çok sık görüşür olduk.

‘BENZERSİZ BİR KİŞİLİKTİ’

Ve kendisinden yalnızca edebiyata dair değil, hayata ve kadınlara dair de çok şey öğrendim, ta ki o Stockholm’e göçene kadar. Ardından ben de, doktoramı bitirip İstanbul’a döndüğüm yıl, yani 12 Eylül 1980 darbesini izleyen günlerde, yeniden Paris’e, bu kez temelli yerleşmek üzere gittim. Ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde, Atina, Amsterdam, Berlin ve Paris’te buluşmaya başladık.

Yalnızca kitaplarından değil dostluğundan da çok keyif aldığım bir yazardı Demir Özlü. Sanırım bu keyif karşılıklıydı ama, daha çok onun şakacı ve ironik karakterinden, benzersiz kişiliğinden kaynaklanıyordu.

Derken yıllar geçti aradan, ama zaman dostluğumuza gölge düşürmedi. Tam tersine pekiştirdi yakınlığımızı.

MEKTUPLAŞMALARIMIZ...

Mektuplaşmamızın bu yakınlığa bir ölçüde katkısı olduğunu düşünüyorum, eğer kitaplarımızın ışığında okunursa.

Demir, Bir Beyoğlu Düşü’nü “En beğendiğim genç yazar Nedim Gürsel’e” diye imzalamış, 1985 yılında. Mektuplaşmamızın ilk örneği olan 10 Aralık 1971 tarihli kartına, yine bana hitaben “Altın saçlı çocuk!” diye bir giriş yapmış.

Ve kırk yılı aşkın süredir yaşadığım, onun da çok sevdiği, öykülerinde betimlemekten bıkıp usanmadığı Paris’i övmekten de geri kalmamış:

“Kartına ancak şimdi karşılık yazabiliyorum. Kendi ülkemden memnunum, hoşnudum. Ama Fransa da çok güzeldir. Orada uzun uzun yaşamak lâzım. Bütün şiirini de. Aşk orda güzeldir, canlıdır, yalnızdır, sokaklar güzeldir, yapılar güzeldir, yaşamak tüy gibi hafiftir”.

BİZİ YAKINLAŞTIRAN İKİLEM!

“Paris’tesindir sanıyorum. Paris rüyalarıma giriyor. Aslından da güzel görüyorum Paris’i. O kente bağlıyım” diye yazdığı bir başka kart daha çıktı arşivimden.

Kartın ön yüzünde kurşun kubbeleri ve altı minaresiyle Sultan Ahmet Camisi İstanbul’un martılarıyla arz-ı endam etmekte. Demir’in bir yazar olarak konumunu ve duyarlığını çok iyi özetliyor bu kart.

Yalnızca onun mu? Benim de Paris’le İstanbul arasında mekik dokuduğum ve mektuplarıma yansıyan izlerini taşıyor. Bizi yakınlaştıran, giderek yollarımızın kesişme noktasına doğru yönlendiren de bu ikilem olmalı diye düşünüyorum.

Demir Özlü’nün İstanbul’dan satın aldığım son kitabı İşte Senin Hayatın’dan şu satırları okuyorum: “Demek ki sen de yaşlandın. Kabul et bunu”.

Kendisi için yazdığı bu cümleyi üzerime alınıyorum. Evet yaşlandık sevgili Demir. Ama sen bizleri bu durumda bırakıp sonsuzluğa göçtün. Toprağın bol olsun!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler