Gündüzalp: ‘İnsanı sıkıştıran tüm sınırlar anlamsız’

Gündüzalp: ‘İnsanı sıkıştıran tüm sınırlar anlamsız’

13.10.2025 16:16:00
Güncellenme:
Mehmet S. Aman
Takip Et:
Gündüzalp: ‘İnsanı sıkıştıran tüm sınırlar anlamsız’

Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi adına gazetemizin her yıl verdiği 80. Yunus Nadi Ödülleri sahipleriyle buluştu. Seçici kurullar, 6 dalda 7 yapıtı ödüle değer gördü. “Öykü” dalında, Prof. Dr. Aysu Erden, M. Sadık Aslankara, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Sezer Ateş Ayvaz ve Özcan Karabulut’tan oluşan seçici kurul tarafından yapılan değerlendirmede ödülün bu yıl Kemal Gündüzalp’ın Nadya’nın Treni (Alkali Kitap) ve Neşe Koçak’ın Kaybolduğum Şehirler (Ayrıkotu Yay.) adlı kitapları arasında paylaştırılmasına karar verildi. Ödülü paylaşan yapıtlardan Nadya'nın Treni'ni yazarı Kemal Gündüzalp'e sorduk.

Bu yıl 80'incisi düzenlenen Yunus Nadi Ödülleri sahiplerine kavuştu. “Öykü” dalında, Prof. Dr. Aysu Erden, M. Sadık Aslankara, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Sezer Ateş Ayvaz ve Özcan Karabulut’tan oluşan seçici kurul tarafından yapılan değerlendirmede ödülün bu yıl iki kitap arasında paylaştırılmasına karar verildi. Ödülü paylaşan yapıtlardan biri Kemal Gündüzalp’in Nadya’nın Treni (Alkali Kitap) isimli kitabı oldu. Gündüzalp’in, altıncı öykü kitabı olan Nadya'nın Treni'nde altı öykü yer alıyor. İki bölüme ayrılan kitabın ilk bölümündeki öyküler sınırların anlamsızlığı, kimsesizliği ve insanın toplum baskısından kaçışı anlatıor. İkinci bölümde ise yazmak, yazmak ile yaşam ilişkisi üzerine öyküler yer alıyor. Nadya'nın Treni'ni Gündüzalp'ten dinledik.

‘KİTABIMIN ANA İZLEĞİ SINIRLAR!’

- Kitabınızda en çok rastladığımız tema; sınırlar ve bu sınırların anlamsızlığı. Hatta kitabın çerçevesini bu tema oluşturuyor diyebiliriz. Açar mısınız?

Nadya’nın Treni’nde ana izleğin sınırlar olduğu doğru. Üstelik bu sınırlar salt coğrafi sınırlar değil. İnsanın özellikle taşradaki sıkışmışlığı da bir sınır sayılır. Başta ülkeler arası coğrafi sınırlar olmak üzere, insanı sıkıştıran tüm sınırlar anlamsız geliyor bana. Benim için yeryüzü anlamlıdır. Bizde sınıra “hat” (çizgi) denir. Bir gün paylaştığınız aynı coğrafya bir biçimde bir çizgiyle ayrılıyor ve sevdikleriniz, yakınlarınız hattın diğer yanında kalıyor. Sonrası ulaşılmazlıktır, özlemdir, bu yakın-uzaklık zamanla yabancılaşmaya dönüşür. Kişisel bir örnekle açayım: Türkiye-Suriye sınırları çizildiğinde öz amcam diğer yanda kalıyor. Sonunda orada yaşayıp ölüyor. Ben amcamı çocukken bir kez görebildim. Suriye iç savaşında ilk kez amcamın oğlunu gördüğümde iki yabancı gibiydik. Aynı dili konuşmuyorduk. Aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçmişti.

‘HER KARAKTER BİR BAKIMA KİŞİSEL ÖZGÜRLÜĞÜNE KAÇIYOR!’

-Tabii sadece sınırlar değil; kimsesizlik, yoksulluk… Ve hep bir kaçış hikâyesi. Nereye kaçıyor öykülerinizin kahramanları, daha doğrusu antikahramanları?

Kuşkusuz sınırların ötesinde bir de yakınlarınızdan uzak olmanızın sonucunda kimsesizlik duygusu yaşanıyor. Yoksulluk sınırların aşılmazlığını bir kat daha arttırıyor. Açıkçası Huriye’nin Suriye’ye kaçması dışında ben bir “kaçış” göremediğimi belirtmek durumundayım. Ancak gerek coğrafı sınırlardan, gerek iç sıkışmışlıktan çıkış yolu aramak anlamında bir kaçmadan söz edilebilir. Her karakter kendisini sıkıştıran ortamdan, sevgiden, aşktan yoksun kılan yaşamdan kaçarken bir bakıma kişisel özgürlüğüne kaçıyor denebilir. Yoksulluk da coğrafi sınır kadar sınırlayıcıdır. O yüzden sevdayla bazen bu sınırlar aşılabiliyor.

‘DÖNÜŞTÜRÜLEMEYEN GERÇEKLİK, YAZINSAL BİR DEĞER TAŞIYAMAZ!’

- İkinci bölümde dümeni yazma ve yazmanın insan / yaşam ilişkisi üzerine eğilen öykülere yer veriyorsunuz. Bu tercihin nedeni nedir?

Genel olarak öykülerin tek bir izleğe yaslanması görüşünde olmadım. Bir öykü kitabında farklı öykülerde başka izlekler ele alınabilir. İkinci bölümdeki izlek farklılığı bir seçimden çok öykülerin getirdiği bir sonuçtur. Burada yazının temel konusu olan gerçeklik ve kurmaca ilişkisi bağlamında insan ilişkileri işlenmiştir. Yani gerçeklik-kurmaca ilişkisinin geçirgenliğiyle gerçek yaşamın ötesinde yazınsal bir gerçek oluşuyor. Elbette gerçekliğin dönüştürülmesiyle yapılıyor bu. Zaten dönüştürülemeyen gerçeklik, yazınsal bir değer taşıyamaz.

Image

‘SANATÇI VE KÜÇÜK BİR KADIN’

-“Sanatçı ve Küçük Bir Kadın” öykünüz, 20 yıldan fazla bir zaman diliminde yazılmasına karşın, bugünün en çok tartışma konularından taciz-iftira konularına eğiliyor. Mağdur olma / edilme hikâyesi. Sizden dinlemek isteriz?

Geçmişte yazarlara da sanatçı denirdi. Sonradan özellikle görsel medya ve magazinleşme sonucunda sanatçı kavramı neredeyse yazardan alınıp, önce şarkıcılar, sonra şarkı da söyleyen mankenler ve dizi oyuncularına mal edildi. Toplumdaki küçük insanın algısı da yazarı sanatçı olarak görmüyor artık. Burada çelişki gibi görünense “küçük insan” nitelemesine giren kadının, yazarı da bir sanatçı kabul ettiği için her gün tanık olduğu olaylardan etkilenerek magazin dünyasındaki yaşantılara öykünmesidir. “Sanatçı ve Küçük Bir Kadın” öyküsü, küçük kadının bu anlamda yanlış algısının kurbanı olmasıdır. Elbette “eski” denilen bu öykünün bugün yaşananlara denk düşmesi bir rastlantı değildir. Yazının güncelliği aşması açısından da bakılabilir. Sanatın kalıcılığı ve zamanı aşması bağlamında da olumlu bir şeydir.  Bugün neredeyse her gün bu tür iftiralar sonucu mağdur edilen onlarca insana rastlanıyor. Doğrusu sınırıların insanı kuşatması kadar, bu tür düşselliklerle “yanlış hayatlar” yaşayan insanların durumu da ağlatısaldır. Her şeye karşın son öyküde olduğu gibi farklı görüşlere sahip işçilerin dışalayıcı olması yerine kucaklayıcı dayanışması olgusu öncelikli olmalıdır. Önyargılar yıkıldıkça insanların bir arada yaşama duygusu öne çıkabilir. 

- Kitabınızdaki öykülerinizde otobiyografik öğeler var mı?

Her yazarın yazdıklarında şu ya da bu ölçüde özyaşamsal öğeler bulunabilir. Çocukluğu sınırda ve istasyonda geçmiş bir kişi olarak yaşanmış gerçekliklere en azından tanık olma bağlamında birkaç öyküde bunlar var. Bence önemli olan bu yaşamsal ögelerin yazınsal gerçekliğe dönüştürülmesidir. Başka türlü öykü olmaz, anı parçacıkları olur. Anı gerçektir, dolayısıyla gerçeğe dayanır oysa öykü kurmacadır dolayısıyla yazınsal gerçekliktir artık anlamlı olan.

- Yeni çalışmalarınızla okuyucuları ne zaman buluşturacaksınız?

Çok yakında, büyük olasılıkla bu ay içinde bir öykü, bir deneme-eleştiri ve hepsi birbirine bir biçimde değen yedi ayrı uzun öyküden oluşan ikinci novellamla birlikte bir de Bir Rüyayı Nakışlamak adlı şiir kitabımın ikinci basımını okuyucularla buluşturmayı umuyoruz.

Image