İkiz Gezginler 25 yaşında! Y. Bekir Yurdakul’un söyleşisi...
Betül Avunç, “İkiz Gezginler”le okurunu dünden yarına, düşle gerçek arasında gezdirirken dil, kültür, tarih, düşün alanlarında da heyecan verici mekânlar, kişilerle yanı sıra sahip olduğumuz doğal varsıllığımızla da buluşturuyor. Anadolu’muzun efsaneleriyle, her biri büyük değer taşıyan karakter ve kahramanlarıyla yeniden tanışıyor, arkadaş, yaren oluyoruz. Betül Avunç’la İkiz Gezginleri, yirmi beşinci yılında dizinin ilk kitabını (“İstanbul’dan Bodrum’a”), çocuklarımızı... hem de büyük bir rastlantıyla kendisinin yaş gününde konuştuk.
Fotoğraf: MEHMET AVUNÇ
“Neredeyse her taşın altında bir efsane”, her adımda eski çağlardan sesler, renkler taşıyan bir kalıntı. Onlarca, yüzlerce uygarlığın gelip geçtiği, iz bıraktığı bu topraklarda Peri ve Ege’yle ve öteki düşsel (bana sorarsanız hepsi gerçek) kahramanlarla uzun bir yolculuğa çıkmayı kararlaştırmış Betül Avunç.
Okurunu dünden yarına, düşle gerçek arasında gezdirirken dil, kültür, tarih, düşün alanlarında da heyecan verici bilgiler, mekânlar, kişilerle buluşturuyor, “konuşturuyor”.
Tarihsel değerlerin yanında, sahip olduğumuz (aslında bir türlü kıymetini bilemediğimiz) doğal varsıllığımızla da kesiştiriyor yolumuzu.
Gezginlerle kol kola girince Anadolu’muzun efsaneleriyle, her biri büyük değer taşıyan karakter ve kahramanlarıyla yeniden tanışıyor, arkadaş, yaren oluyoruz.
Dizinin yenisi “Yeşillikler Ülkesi’nde”nin penceresinden yirmi beş yıl önceye bakınca Avunç’un, binlerce okura ulaşmış “İkiz Gezginler”iyle bu türde benzer yapıtlara kapı açtığını da belirtelim.
Betül Avunç’la İkiz Gezginleri, yirmi beşinci yılında dizinin ilk kitabını (“İstanbul’dan Bodrum’a”), çocuklarımızı... hem de büyük bir rastlantıyla kendisinin yaş gününde konuştuk.
İKİZ GEZGİNLERİN DOĞUŞU
- Ören yerlerini, antikçağ kalıntılarını, müzeleri gezmeye, görmeye; bu toprakların dününde yatan hikâyeleri öğrenmeye merakımız konusunda neler söylersiniz?
Buradan başlamak isterim. Dolayısıyla okullu yıllarımızda hepimizin kapısını ille de çalan “çok okuyan mı, çok gezen mi” ikilemine de hoş bir yanıt veren “İkiz Gezginler”i aklınıza düşüren neydi?
Benim çocukluk ve gençlik dönemlerimde o tür bir gezme merakı pek yoktu galiba. Ailece dolaştığımız antik kentlerde, ören yerlerinde bizim gibi yerli turiste rastlamamız çok enderdi çünkü.
Yıllar sonra kendi çocuklarımı gezdirmeye başladığımda da değişen fazla bir şey olmadığını görmek içimi acıtmıştı. Anadolu Uygarlıkları’ndan kalan ve dünyada eşi benzeri olmayan tarihsel mirasımızın böyle ilgisiz kalması çok üzücüydü.
Arkeolog bir anne olarak çocuklarımı bu konuda duyarlı yetiştireyim, ülkemizin bu zengin mirasını tanısınlar, ileride onu koruyup sahip çıkacak bireyler olsunlar istedim.
Bunun için de mitolojinin çekiciliğinden yararlanarak, bebekliklerinden beri masal olarak klasik mitolojiden öyküler anlattım onlara. İlkokul çağına geldiklerinde bu öykülerin geçtiği yerleri gezmeye başladık.
Öyküsünü bildikleri antik kentlerde, ören yerlerinde nasıl heyecana kapıldıklarını anlatamam size Tanıdık bir yere gelmiş gibi, hiç yabancılık çekmeden oyunlar oynadılar kırık sütunların, yıkık surların arasında.
Oyunları oraların tarihi ve efsaneleriyle ilgiliydi. Troya surlarının önünde Paris ile Helene oluyor, Kaz Dağı’nda dolaşırken birden Olympos’a uçuyor, Efes’te koştururken iki Romalı çocuk olup çıkıyorlardı.
Geçmişle günümüzü bağlayan eğlenceli serüvenler yaşarken, mitolojinin yanı sıra arkeoloji, tarih, mimarlık, güzel sanatlar gibi çeşitli dallarda hiç farkında olmadan yaşlarına göre azımsanmayacak bilgiler ediniyorlardı bu gezilerde.
OKUYARAK GEZMEK...
- Dolayısıyla okuyarak gezen bilir, diyorsunuz...
Elbette. Bir müzeye gittiklerinde klasik heykellerin kim olduğunu şıp diye çıkarabiliyorlardı meselâ. Mitolojik öykülerinden ve arkeolojideki özel işaretlerinden tanıyorlardı onları. Bir ressamın tablosunda Anadolulu Frig kralı Midas’ı fark edince, bir tanıdığa rastlamış gibi seviniyorlardı.
Erken yaşta kültür bilinci kazanmaları ne güzeldi. Ama içimde bir eksiklik duyuyordum. Ya diğer çocuklar? İkizlerimle gezdiğimiz yerlerde hiç rastlamadığımız, yollarda antik kentleri gösteren tabelalara sapmadan hızla geçen arabaların arka koltuklarında gördüğümüz o çocuklar ve daha pek çokları?
Onlara ulaşma isteği o zaman doğdu işte. Bir bilselerdi, ikizler gibi gezerek öğrenmenin ne keyifli olduğunu, mitolojinin büyülü dünyasında ne heyecanlı serüvenler yaşanabileceğini!
O zaman belki anne babalarının kollarından çekiştirip ikizlerin gittiği yerlere bizi de götürün derlerdi. Bunun tek yolu o çocuklara yazmaktı.
İkiz Gezginler fikri işte böyle düştü aklıma. İkizlerim Peri ile Ege’nin diğer çocuklara rehberlik etmesini istedim.
Önce her bir serüveni tek öykü halinde yazdım. 1994 yılıydı. Sevgili Yalvaç Ural, Milliyet Çocuk Dergisi’nde İkiz Gezginler Peri ve Ege başlıklı sayfada yayımladı bunları.
Daha sonra öyküleri bir çocuk romanına dönüştürdüm. O da 1996 yılında İkiz Gezginler’in Serüvenleri adıyla YKY tarafından yayımlandı.
Aslında bunu tek kitap olarak düşünmüştüm. Ama o dönemdeki yayınevi yetkilileri değerli Güven Turan ve çok sevdiğim Nezihe Meriç, bunun devamını getirmemi, böylelikle çocuk edebiyatımızda rastlanmayan arkeoloji / mitoloji / gezi temalı bir alanın açılmasına katkıda bulunacağımı söylediler. Böylece İkiz Gezginler seriye dönüştü.
KİTAPLARIN AÇTIĞI YOLLAR
- Efsanelere, eski Anadolu kentlerinin öykülerine meraklı İkiz Gezginler... Sizde bu merak nerelere uzanıyor?
Bende de bu merak çocukluğuma uzanıyor, aynı İkiz Gezginler gibi. Babam yolculuğa çıkmayı severdi, tarihe de meraklıydı. Ailece gittiğimiz yerlerde mutlaka çevredeki antik kentleri, ören yerlerini ziyaret ederdik.
O zamanlar soluk alır gibi resim yapan bir çocuk olarak o eski kırık taşların üstüne kazınmış desenlere hayranlıkla bakar, kaskatı taşın nasıl böyle dantel gibi incecik oyulabildiğine şaşar kalırdım.
Derken resim tutkusunun yanına okuma tutkusu eklendi ve kitaplara daldım. Eski efsaneler, peri masalları ve fantastik serüvenler en hoşuma giden konulardı.
Tarihe de çok ilgim vardı. Annemin aldığı bir çocuk ansiklopedisinde Sokrates’in ölümünü okumuş ve çok etkilenmiştim mesela. Baldıran zehri içmiş diye yazıyordu, baldıranın ne olduğunu bilmesem de Sokrates’i tanımıştım.
Derken altıncı sınıfta karşıma bir tarih öğretmeni çıktı. Tarihsel ve mitolojik öykülerle süsleyerek anlatırdı bize tarih dersini. Onu dinlemeye bayılırdım.
Yaz tatiline gireceğimiz gün bize Herodot Tarihi diye bir kitaptan söz etti. Herodot, daha doğrusu Herodotos, eski çağda Anadolu’da yaşamış bir Yunanmış. Bodrumluymuş, ilk tarih kitabını yazdığı için “Tarihin Babası” diye bilinirmiş. Tatilde onun kitabını alıp okumamızı önerdi öğretmenimiz. Çok merak etmiştim.
Okul kapanır kapanmaz semtimizdeki kitapçıya koşup Herodot Tarihi’ni aldım, bütün yaz masal gibi okudum. Hâlâ da elimden düşmez. Yıllar önceki o baskının önsözünü Halikarnas Balıkçısı yazmıştı. Bu sayede onu da tanımış oldum ve onların açtığı yol beni arkeoloji eğitimine götürdü.
- “Sanatçıların yaratıcılığını güçlendiren Esin Perileri...” Güzel tanım! Sizin esin peri(leri)nizi sorsam...
Mitolojik dünyadaki Esin Perim Klio’dur. Eski Yunan mitolojisindeki dokuz esin perisinden biridir o. Görevi, tarihsel konularda yazanlara esin vermek.
Bazen kafamda kurguladıklarımdan farklı bir yöne sapar yazı. Birden düşündüğümden daha güzel, bambaşka bir serüven çıkar ortaya. Bu sürprizler belki de Klio’nun marifetidir, kimbilir?
Gerçek dünyada ise baş esin perilerim İkiz Gezginler’imdir. Onların serüvenleri, yazdığım diğer çocuk kitaplarına da esin kaynağı oldu.
- Günümüz çocuk yazınında gezi türü de yaygın olarak yer alıyor. İkiz Gezginler’in ilk macerasını düşlediğinizde durum nasıldı?
O zamanlar çeviri kitaplar dışında telif olarak pek rastlanmıyordu bu türe. Daha önce de söz ettiğim gibi, ilk yayıncım böyle bir alan açılması için İkiz Gezginler’in gezilerine devam edip öncülük etmesini istemişti. Bu nedenle günümüzde bu türün yaygınlaşması en çok beni sevindiriyor.
- Bir yapıt her okunduğunda yeniden yazılır / yaratılır. O yapıtın, mekânında okunması ya da sahnelenmesini bir gerçekliğe dönüşmesi olarak tanımlıyorsunuz. Bir çeşit zamanda yolculuk bu da sanki. Ne dersiniz?
Bağlı olarak şunu da sormak isterim: Bakmakla görmek arasındaki fark... Antik bir mekânda görmeyi başarmak, o dönemin kimi efsanelerinin gözümüzün önünde canlanması demek bir bakıma.
Evet, hayal gücümüzün yardımıyla zamanda yolculuktur bu. Kırık dökük anıtların efsanelerin ışığında canlanması, eski bir kentin yeniden geçmişteki parlak zamanına dönmesi, tarihe geçmiş oralı birinin ya da bir efsane kahramanının karşımıza çıkması...
Bir keresinde bir ören yerinde bir aileyle karşılaşmıştım. “Antik kent dediniz, getirdik. Bu muymuş yani? Kırık dökük taşlardan başka bir şey yok burada!” diyordu baba.
Yıkık kentin tarihteki önemini ve efsanelerini anlattığımda fikri değişmiş, başka gözle bakar olmuştu kalıntılara. Öyküsünü bilince sıradan taşlar diyerek bakıp geçmiyor, arkasında yatanı görmeyi de öğreniyor insan.
GERÇEKLEŞEN DÜŞ
Bakmak-görmek, duymak-anlamak, dinlemek-kavramak vb. kavramların farkını fark ettirmek, dolayısıyla çocuklarımıza okuduklarını gerçek mekânlarında duyumsatmak... Bu yapıtlardan meramınız biraz da bunlardı sanırım.
Elbette. Öyküsünü öğrendiğimizde nesnelerin ardında bambaşka dünyalar görürüz, sırlarını açarlar bizlere. Bunun için çocuklarımızın İkiz Gezginler rehberliğinde gezmesini, onların dokunduğu yerlere dokunarak kitaptaki serüvenleri gerçek mekânlarında duyumsamalarını düşlemiştim. Bu düşüm gerçekleşti.
İkiz Gezginler İstanbul’dan Bodrum’a kitabının rotasını izleyerek Batı Anadolu’yu gezen aileler, İkiz Gezginler İstanbul’da ile İstanbul gezileri düzenleyen okullar var. İkiz Gezginler Troya’da kitabını okuyan Çanakkaleli çocukların Troya gezisine bir keresinde ben de katılmıştım keyifle.
- “Geçmişle gelecek, düşle gerçek arasında gidip geliriz biz.” diyorsunuz. “İkiz Gezginler”in kurgusu / akışı da bu yolu izliyor.
Yaşadığımız toprakların yakın-uzak tarihi, sonra yakın çevremiz, uzak ülkeler ve bütün bir dünya: Bunları bilmesek ne eksilir yaşamımızdan? Ya düşlerimizi terk etmişsek/ unutmuşsak bir yerlerde?
“Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.” demiş Atatürk. Sanırım bütün açıklama bu sözde saklı. Düşlerini terk etmek ya da bir yerlerde unutmaya gelince, dilerim kimsenin başına gelmesin.
ÇOCUKLARIN HAYAL DÜNYASI GENİŞ
- Çocuklar efsaneleri canlandırmada, eski kentlerin öykülerini görmekte / hayal etmekte çok daha başarılılar değil mi? Bu yapıtları çocuklar için kaleme almanızın bir nedeni de bu olsa gerek.
Evet, bir nedeni bu. Çocukluğun hayal dünyası çok geniştir, çok yaratıcıdır. Onları biraz desteklemek, biraz beslemek yeter, gerisini kendileri yaratırlar zaten.
Çocuklar için yazmamın bir diğer nedeni de ülkemizin eşsiz kültürel mirasına sahip çıkabilmeleri için erken yaşta kültür bilinci kazanmalarını sağlamak. Yetişkinlikte bunun çok kolay olmadığını gözlemlediğim için bu işe çocukluktan başlanması gerektiğini düşünerek çocuk yazınına yönelmişimdir.
- Bir kitabın ilk yayımlanışının üzerinden uzun yıllar geçmesine karşın yeni kuşaklarca da benimsenmesi, okunması kalıcılığı konusunda da bir gösterge olsa gerektir.
Tevfik Fikret’in çocuklar için yazdığı şiir kitabı Şermin, ilk olarak 1914’te yayımlanmıştı. Gülten Dayıoğlu’nun Fadiş’i elliyi geride bıraktı, Yalvaç Ural’ın Sincap’ı kırk beşe göz kırpıyor...
Örnekler çoğaltılabilir. Sizin “İkiz Gezginler” de yirmi beş yaşında. Bu sonuç aklınıza gelmiş miydi o günlerde? Ve bugünkü duygularınız neler?
İkiz Gezginler’i bu çok değerli yazarların eserleriyle birlikte anmanız onur verici, çok teşekkür ederim.
Söz ettiğiniz kitapları çocukken okumuştum. Fadiş’in çektiklerine ağladığım, Sincap’taki şiirlerle bambaşka duygulara savrulduğum o günlerde, gelecekte benim de bu sevdiğim yazarlarla birlikte imza günlerine katılan bir yazar olacağım aklıma hayalime gelmezdi.
İkiz Gezginler’i ilk yazdığımda, bunun bir seriye dönüşüp 25 yıl okunarak klasikleşeceğini, okullarda okutulacağını, üzerine bilimsel tezler yazılacağını da hayal edemezdim.
Birkaç çocuğun içinde bir ışık yaksam bana yeter, diyerek çıktığım yolda kaç kuşak çocuğa ulaşmış olmak hayatın sunduğu bir armağan. Umarım İkiz Gezginler daha uzun yıllar çocuklarımıza rehberlik etmeyi sürdürür.
- İkiz Gezginler’in üç kitabını (İstanbul’dan Bodrum’a, Troya’da, Yeşillikler Ülkesi’nde) peş peşe okudum. Peri ile Ege’nin bundan sonraki yol haritasından da söz etmenizi istesem?
Saydıklarınız dışında iki kitabı daha var İkiz Gezginler’in: İkiz Gezginler İstanbul’da ve İkiz Gezginler Güneş’in Sarayı’nda. Dolayısıyla şimdilik beş kitaplık bir seri ama altıncısı da yolda.
Altıncı kitaptaki yol haritasında çok farklı duraklar olacak. İkizler dünyanın yedi köşesini gezecekler diyerek küçük bir ipucu vereyim ve oraların çoktan toprağa karışmış ilginç anıtlarıyla efsanelerini gün yüzüne çıkaracaklarını söylemekle yetineyim.
İkiz Gezginler İstanbul'dan Bodrum’a / Betül Avunç / (1. baskı: YKY, 1996) 20. baskı: Tudem / 104 s. / 10+ / 2020.
İkiz Gezginler Yeşillikler Ülkesi'nde / Betül Avunç / Tudem / 152 s. / 10+ / 2021.
İkiz Gezginler Troya'da / Betül Avunç / 10. baskı: Tudem / 96 s. / 10+ / 2018.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama