Mutlaka okunması gereken Joseph Conrad kitapları
Joseph Conrad, Edebiyatta modernizmin öncülerinden biri olarak kabul ediliyor. Anlatım tarzı ve anti-kahramanlarıyla edebiyat dünyasını etkileyen yazar, 3 Ağustos 1924 tarihinde yaşamını yitirdi.
İşte mutlaka okunması gereken Joseph Conrad kitapları....
Almayer'in Sırça Köşkü
Denizaşırı küçük bir sömürge adasının el değmemiş ve yabani atmosferinde saplantı, hırs, kıstırılmışlık ve çıkarcı hesaplarla dolu günlerin orta yerinde Almayer’in “Sırça Köşkü” tüm heybetiyle durur. Bu köşk, içinde yaşamanın gerçekleşmeyen bir hayal olduğu gösterişli bir ev midir? Damarları yakıp kavuran bir zehir, yani altın saplantısı mı? Yoksa küstah Almayer’in, o çok sevdiği kızı Nina’nın kötücül annesi ve onun yerli akrabalarına karşı duyduğu küçümseme mi?
Joseph Conrad’ın ilk romanı Almayer’in Sırça Köşkü’nde, Hollandalı bir tüccarın zenginlik hülyaları ve kızının geleceğine dair planları kendi hırs ve önyargılarının ağırlığı altında çatırdarken, kişisel trajedisi karanlık bir sömürgecilik ve ırkçılık anlatısıyla güçlü bir tarihsel arka plan eşliğinde iç içe geçiyor.
Altı Öykü
Denizlerin sesini romanlarına taşıyan usta yazar Joseph Conrad farklı zamanlarda yazdığı öykülerini Altı Öykü'de bir araya getirmiş. Yazar, romanlarından aşina olduğumuz politik gerilimi ve savaş alanlarından, ıssız adalardan, gemilerin güvertesinden taşan maceracı ruhu öykülerine de sızdırıyor.
Kitabın, filme de uyarlanan ilk öyküsü "Gaspar Ruiz", İspanya'daki bağımsızlık savaşları sırasında esaretten kurtulan güçlü bir askerin hayatını anlatırken bir aşk hikâyesine de uzanıyor. "Muhbir" adlı ikinci öyküde bir örgüt ajanının deşifre edilişini ünlü bir yazarın ağzından dinleyen okur, üçüncü öykü "Hoyrat"ta Conrad'dan beklenen gerçekçilikte ve sertlikte bir denizcilik hikâyesiyle karşılaşıyor. "Bir Anarşist" adlı öykü, "sözde bir anarşistin" bir adada umutsuzca "mahkûm" edilişini; "askerî bir öykü" olarak anılan kitabın en uzun hikâyesi "Düello" ise Napoléon ordusundaki iki subayın bir ömre yayılan çekişmesini anlatıyor. Kitabın son öyküsü "İl Conde" ise yazarın İtalya'da karşılaştığı cana yakın bir beyefendinin başından geçen "hazin" bir dolandırıcılık hikâyesi.
Conrad'ın romancılıktaki ustalığının izleri olan ve ilhamını, yazarın deyişiyle "gerçeğin ta kendisi"nden alan bu öyküleri, yazarının notu ve Hasan Fehmi Nemli'nin özenli çevirisiyle sunuyoruz.
"Görkemli bir kişiliğe sahip olan Conrad, kendini hayatın karanlık taraflarının karşısında konumlandırır, ancak kendi sanatı onu Shakespearyen bir nihiliste dönüştürür."
Haroold Bloom
Batılı Gözler Altında
Siyasi roman denildiği zaman akla gelen birkaç kitaptan birisi Batılı Gözler Altında, okuru derin bir tesir altına almayı başarır. Conrad Ukrayna doğumlu, İngilizceyi sonradan öğrenmiş, Polonya asıllı, Dostoyevski'yi hiç sevmeyen bir yazardır. Tam da böyle bir yazarın kaleme alabileceği bir kahramanı yaratmış, adını da Razumov koymuştur. Kendince hırsları, hayalleri olan; geleceğinin parlak olduğuna inanan Razumov'un, bir anda bütün hayatının, hem de her şeye maruz kalarak nasıl değiştiğini büyük bir tesir altında okuyacaksınız.
"Acaba şimdi ne yapıyordu? Ellerinin tersi gözlerinin üstünde yatakta ölü gibi uzanıyor muydu? Razumov kendi yatağının üstünde uzanan Haldin'in marazi bir biçimde canlı bir görüntüsünü aldı -başın çukurlaştırdığı beyaz yastık, uzun çizmeler içindeki bacaklar, yukarı kalkık ayaklar. Tiksintiyle, "Eve gittiğimde onu öldüreceğim," dedi kendi kendine. Fakat bunun hiçbir faydası olmayacağını çok iyi biliyordu. Boynunda asılı duran ceset neredeyse diri adam kadar mahvedici olurdu. Tamamen imha etmek hariç hiçbir şey işe yaramazdı ve bu da imkânsızdı. O zaman ne? İnsan bu felaketten kaçmak için kendini mi öldürmeliydi?"
Denizin Aynası
“Bu kitap çok samimi bir ifşaat olduğundan ve ortaya çıkardığı şey yaklaşık üç yüz sayfa kadar olan diğer içten itiraflara birkaç sayfa ekleyebileceğinden, benim denizle anlaşılmaz Tanrıların fanilere yolladığı diğer bütün büyük tutkular gibi esrarengiz şekilde başlayan, akıl almaz ve çok güçlü şekilde devam eden, düş kırıklığından sağ çıkan, çetin hayatın her bir gününde pusuda bekleyen inanç yitirmeye karşı koyan, aşkın hazzını ve kederini sonuna kadar yaşayan, başkalarının yenilgilerinden zevk alanlarla yüzleşen, ilk anından son anına kadar kin tutmayan ve şikâyet etmeyen ilişkimi bir idam öncesi itirafı gibi bütünüyle gözler önüne seriyorum.”
Gizli Ajan
"Gizli Ajan'ın kaynağı, konusu, gelişme tarzı, sanatsal amacı kadar, yazarı kalemini eline almaya sevk eden bütün diğer güdüler, öyle sanıyorum ki, zihinsel ve duygusal bir bunalım evresine kadar izlenebilir."
Joseph Conrad
1907 yılında yayımlanan Gizli Ajan, siyasi olayların arttığı 1880'ler Londrası'nda geçer. Özellikle 11 Eylül'den sonra adı sıklıkla anılan Gizli Ajan, Conrad'ın politik romanlarından biri olarak dikkat çeker. Londra'da karısı, kayınvalidesi ve karısının zekâ özürlü erkek kardeşiyle birlikte yaşayan Bay Verloc, ıvır zıvır şeyler satan bir dükkân işletmektedir.
Anarşist bir grup arkadaşı olan Verloc, Greenwich'teki bombalama olayının sorgulandığı günlerde büyükelçilik sekreteri Bay Vladimir tarafından çağrılır. Verloc'un konsolosluk ziyareti sonrası, bir casusluk hikâyesinin izinde okuru sürükleyecek politik gerilim başlar.
Karanlığın Yüreği
Conrad Karanlığın Yüreği’nde 1890 yılında Kongo’da yaşadığı, onu derinden sarsan deneyimi anlatır. Bugün bir modernizm klasiği olarak anılan yapıtın “kahramanı” Kurtz’un ölürken “Dehşet! Dehşet!” diye haykırışı, yolculuğuna büyük umutlarla başlayan yazarın bu ülkede yaşadığı hayal kırıklığı ve psikolojik sarsıntıyı yansıtır. Bütün büyük edebiyat yapıtları gibi Karanlığın Yüreği de zamanla yaratıcısının yazmaya niyetlendiği metnin ötesine geçmiştir. 1899’da yayımlanan novella yazıldığı dönemin ürünü olmasına ve Avrupalıların Afrika’daki emperyalist sömürüsünü anlatmasına karşın, kuşaklar boyu süren ve günümüze dek uzanan tartışmaları esinlemiştir.
Metni bugün hâlâ canlı tutan bu tartışmalar, modernizmin benliği keşfi, yeni anlatım biçimleri arayışı, sömürgeciliğin mirası, toplumsal cinsiyetin inşası, emperyalizmin ve modernleşmenin ekolojik sonuçları vb. etrafında sürüp gider. Sömürgeciliğin hem sömüren hem de sömürülen açısından yıkıcı etkisi üzerinde durduğu gerekçesiyle genellikle övülürken, bazı postkolonyal Afrikalı yazarlar tarafından da “ırkçı” olarak nitelenen Karanlığın Yüreği, en çok tartışılan modern edebi metinlerden biridir.
Lord Jim
"Gayet iyi biliyorum ki o sandala atladım."
Patna gemisinin ikinci kaptanı Jim, kahraman olmayı düşleyen bir gençtir. Ama Patna batma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca Jim korkar ve kahramanlık hayallerini bırakıp gemiden atlar. Soruşturma sonucunda kaptanlıktan men cezası alır; ama asıl ceza kendi yüreğinde ve kafasında şekillenir. Denizciliğin yazılı olmayan ahlak yasasına göre "gemiyi en son kaptan terk eder" kuralını çiğnediği için ömür boyu sürecek bir utancın ve suçluluk duygusunun yükü altında ezilen Jim, sonunda Malaya yakınlarındaki Patusan ülkesine kaçar ve oradaki halkın çıkarlarını savunduğu için yerli dilinde "Lord" anlamına gelen "Tuan" unvanını kazanır. Halkın saygısının yanı sıra Mücevher adındaki melez bir kadının aşkını da kazanarak huzura kavuşur. Ne var ki her şey bu kadarla bitmez.
Conrad, Patna olayını anlatırken, 1880 yılında Penang'dan Cidde'ye yaklaşık bin Malayalı hacı adayını taşıyan S.S. Cidde gemisinin geçirdiği kazadan esinlendi. Biçem ne olursa olsun, tema Conrad'ın şu yaklaşımını yansıtır: "Kitaplarımı okuyanlar bilmelidir ki, dünyanın dağlar, tepeler kadar eski olan basit fikirler, en çok da sadakat fikri temeline oturduğuna inanırım."
Sadakati, insanın hiçliğe, yozlaşmaya, çevresini kuşatan, bazen de farkına varmadığı kendi içindeki kötülüklere karşı oluşturduğu bir savunma engeli olarak yorumlayan Conrad, bu engel yıkılırsa insanın dışındaki kötülükle içindeki kötülüğün karşılaşması nereye varır sorusunu yapıtında şiirsel bir anlatımla irdeliyor.
Muhbir
Dünya edebiyatında "denizlerin yazarı" olarak ün yapmış olan Joseph Conrad'ın Muhbir adlı bu kitabındaki ilk iki hikâye, yine denizdeki yaşama odaklanırken, diğer altısı, Conrad'ın küresel ve deneysel bir bakış açısıyla yazdığı hikâyeler niteliğini taşıyor.
Bombay'dan Londra'ya, Newcastle'dan Bangkok'a uzanan ve Siyam Körfezi'ni de içine alan geniş bir coğrafyada yer alan "Gençlik" ve "Gizli Ortak" başlıklı hikâyeler, denizcilerin yaşamlarının dönüm noktasında kendi kendilerini ölçüp tartarak değerlendirmelerini konu alıyor. "Gençlik" hikâyesinin özü, Norveçli yazar Knut Hamsun'un dediği gibi: "En önemli Tanrı vergisi, gençliktir" anlayışına yaslanan bir olayı anlatırken, "Gizli Ortak" adlı hikâyede kimi zaman profesyonel görev sorumluluğunun göz ardı edilebildiği bir dayanışmayı izliyoruz.
Londra'da geçen "Muhbir" hikâyesi, özellikle İngiliz burjuvazisinin yaşadığı bir çevrede anarşist fikirlerin ve militanlığın oluşmasını aktarırken, dünyanın her yerinde örnekleri görülen hain bir muhbirin açığa çıkarılmasını irdeliyor.
Bir solukta okunan bu hikâyeler, Conrad'ın deniz ile kara yaşamını kaynaştırması açısından da ayrı bir önem taşıyor.
Narcissus'un Zencisi
Narcissus'un Zencisi, deniz edebiyatının en büyük adı, en usta kalemi diye tanımlanan Joseph Conrad'ın bir uzun öyküsüdür. Yazarın kişisel deneyimlerinden kaynaklanan bu öyküyü okurken, fırtınalı bir denizde dalgaların üzerinize doğru geldiğini, güvertesinde çaresizlik içinde kıvrandığınız teknenin alabora olma tehlikesiyle karşılaştığını sanki oradaymışçasına hissedeceksiniz.
Bir deniz yolculuğunu, bir fırtınayı, bir mürettebatın çektiği çileyi de, sevinçleri de paylaşarak bir solukta okuyacağınız bir başyapıt.
Nostromo
Conrad, Nostromo'da gelişmekte olan bir Güney Amerika ülkesinde sancılı bir dönemi anlatıyor. Costaguana, Avrupalıların yerleştirdiği diktatör Ribiera'nın yönetiminde istikrar sağlamıştır; ancak devrim kapıdadır. Batı eyaletinin bağımsızlığı ve San Tomé madenindeki gümüşlerin akıbeti İtalyan denizci Nostromo'ya emanet edilir. Peki Nostromo herkesin sandığı kadar sağlam birisi midir, yoksa sahip olduğu ilkeler yozlaşmış siyasi ve ekonomik sistemin altında mı kalacaktır? Conrad'ın "muazzam bir tuval" adını verdiği hayalî bir ülkeyi hepsi birbirinden ilginç uluslararası karakterlerle doldurduğu bu hikâye, üzerinden bir asır geçmesine rağmen hâlâ tanıdık olan bir Güney Amerika tarihçesi.
"Başka herhangi bir roman yerine Nostromo'yu yazmış olmayı isterdim."
F. Scott Fitzgerald
Üç Deniz Öyküsü
Klasik edebiyatın en büyük "deniz yazarı" olarak tanımlanan Joseph Conrad'ın bu kitabında yer alan "Tayfun", "Falk" ve "Gölge Hattı" adlı öyküler, insanoğlu dünya denizlerine açıldığında, özellikle de yelkenli gemiler çağında rüzgârın da, rüzgârsızlığın da denizcileri nasıl aynı travmalara, aynı ölümcül koşullara göğüs germeye zorladığını örnekliyor.
İnsanın doğayla savaşımını görsel bir şölen çarpıcılığıyla anlatan öykülerde, denizcilerin bu savaşımı sürdürebilmek, karayı ve karada bıraktıklarını düşünmenin getireceği yılgınlığa, karamsarlığa kapılmamak için, içinde bulundukları tekneden ve yaşadıkları günden başka her şeyden kopuşlarını aktarıyor. Yine de aşka, sevgiyle örülmüş bir geleceğe odaklanan umutlar eksik değil. Conrad'ın anlatım biçemi öyküleri bir film kadar canlı olarak gözünüzün önüne getirirken, o teknelerdeki kaptanlarla, tayfalarla birlikte siz de doğayla, denizlerle, dalgalarla boğuşacak ve unutulmaz bir deneyim yaşayacaksınız.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu