Hayat, şiddet sarmalında... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
İster doğanın zoru halinde gelsin, isterse kişi, aile, devlet, sermaye vb. kökenli siyasal-eril erk olarak kendini göstersin her birey, şiddet sarmalıyla iç içe sürdürüyor yaşamını. Doğum-düğün-ölüm üçgeninde geçen yaşam döngüsündeki her aşamada insan, söz konusu şiddete karşı toplumsal zeminde verdiği bu savaşımla varlığını sürdürüp ayakta kalabiliyor ancak.
Şiddet, sanki hayatın dinamizmi için gerekli birer katalizörmüşçesine yaşanırken, bunun sarmalındaki akış ve çevrinti nedeniyle bedeninde, ruhunda oluşan vuruğa, kırığa, yarılmalara, çiziklere karşı hep bir koltuk değneği arayışında oluyor insan, bu çerçevede sanattan, türlerinden, elbet edebiyattan da yararlanıyor.
Sonuçta varoluşun gizlerine dönük tutku kadar, temel dürtülerin yöneliminde gözlenen davranış benzeri eylemleri de enikonu örtükleştirip daha bir yeğinleştirebiliyor. Ne ki nice çabalasa da bu şiddetin çevrintisinden yakasını kolayca sıyıramıyor kişi.
Bu doğrultuda kolayca kestirileceği üzere sözcük, renk, nota koşuyor yardımına, sahne, dans yetişiyor, şiir, öykü merhem oluyor, elinde bunlar tanrıyla yarışıp kendisine farklı evrenler yaratmaya çabalıyor doludizgin.
SERTAÇ YUMUN: ‘KENARA YAKIN’
Yaşamöyküsüne göre adını sinema çalışmalarıyla duyurduğu öngörülebilecek Sertaç Yumun, ilk romanı Kenara Yakın’la (h2O, 2022) yazın dünyasına bir dalış da sergiliyor diyebiliriz.
Sertaç bu ilk romanında olay dizisine yoğunlaşıp, yer yer açık biçimle bir kamera göz sıralamasına alıp anlatıya senaryo akışı kazandırırken temel karakter Ruhi’yi gerçektenlik zemininde yapılandırmadaki tutumuyla dikkati çekebiliyor.
Ruhi, yoksul bir aileden gelmiştir, pek çok gencin günümüzde yaşadığı gerçeklik anlamında onun payına da özel güvenlikçilik düşmüştür. Ancak bu işi yapan ötekilerden farklı olarak Ruhi için mesleği, hayatının en önemli işi olup çıkmıştır.
Bu, sorunlara yol açmakta gecikmez, işinden uzaklaştırılır. Askerlik sonrası çeşitli işlere girer çıkar, bir ara otobüs firmalarında muavinlik yaptığı süreçte tanıştığı biri aracılığıyla bu kez kiralık katil olarak görürüz Ruhi’yi. Roman zamanı, bu aşamada başlar, sonrasında geriye dönüşlerle yayılıp sürer.
Ancak Ruhi, iki ayrı kez tetiği çekememiş, işi aldığı kişiden üçüncü kez süre istemeye kalktığında bu kez patronu kendisine bir yardımcı göndermiştir: Ateş. İki “iş” ortağı infaz için çaba harcıyor görünür, patronun taşradaki evinde birlikte yaşamaya koyulur.
Ama kimdir Ateş, okur, sonradan sürprizle öğrenecektir. Öldürülmesi istenen kişi aracılığıyla Edirne’deki insan kaçakçılığı, uyuşturucu trafiği, sığınmacı sorunsalı peş peşe sökün etmekte gecikmez.
İnsanlar “yaşamdan keyif aldıkları anlarda” toplum dışı bir karakter olarak Ruhi’nin ruhuna “hasar” veriyordur (41). Biz, bu polisiye örgü içinde onu, giderek daha yakından tanımaya koyuluruz. Ancak bütün polisiyelerde olduğunca anlatının buna uygun koşullarda yol alması kaçınılmazdır.
Sertaç, kendi kırılganlıkları içinde, yer yer kişisel yarılmaya dayalı sanrılarla boğuşarak yaşayan Ruhi’yi, bu polisiye evrenine ustalıkla yerleştirirken merak duygusunu sürekli kamçılayıp okuru, anlatısının peşinden sürüklemeyi biliyor.
Ancak, deneyim eksikliği, yazarı, yığma ayrıntılarla boğuşmakta kimi gereksizliğe düşürüyor (örnekse kent içi, park, yollar, sular vb.), rastlantıyı yerli yerine yerleştirme tutumunda (örnekse Karali) ille bir neden-sonuç bağı yaratma boşluğuna çekebiliyor. Sözcük yelpazesiyle sözdizimlerinde de zenginlik gerekiyor ama bir ilk kitap için hadi buncasıyla yetinelim.
DÜNYA DAMLASI…
MAX FRISCH: ‘MAVİ SAKAL’
Sertaç’ın Ruhi’sinden sonra bir uzun sıçramayla Max Frisch’in Mavi Sakal (Çev. Dürrin Tunç, YKY, 2020) romanındaki Doktor Schaad’a geçebiliriz. Bizde, yıllar içinde farklı pek çok topluluk tarafından sunulan Biedermann ve Kundakçılar adlı oyunuyla ünlü Frisch’ten sıkı bir metin.
Toplumun ezik insanı Ruhi’nin, öldürmeyi “iş” bağlamında alırken bu arada sevdiği kadını kıskançlık nedeniyle öldürmesi, Schaad’ın da başkalarıyla birlikte olduğu için kıskandığı altıncı eşini öldürmesi okuru ister istemez derin düşüncelere yöneltiyor. Çünkü işlediği cinayetin ardından bu “iş”in eylem anlamında derinliğine inip tartışması okur ufkunu genişletici açılım getirmekte gecikmiyor. Üstelik Schaad, bir süre tutuklu kalmış ancak beraat de etmiştir.
Peki “suç”u, “yargı” tek başına ortaya çıkarabilir mi, “şiddet”, hayatın kılcal damarlarına dek girmiş, yayılmışken? İki roman birlikte okunurken farklı tatlar salıyor bu yanıyla.
Asıl yargılama Schaad’ın beraat etmesi sonrasında başlıyor, kendi iç dünyasında. Üstelik bu yargılama, her an sürmektedir. Doktorun tüm yapıp etmeleri, eylemleri kendisine dönük sorgulaması, öte yandan mahkemede geçen tanıklıklar, ifadeler vb. eşliğinde yeniden yeniden yaşanmaya koyuluyor. Sorgulama ya da artalanlarıyla metni sıkılayan soru-yanıt biçimi, ister istemez bir tiyatral yaklaşım havası sezinletiyor, belki daha çok radyo oyunu. Bu da hoş.
Kuşkusuz kötülüğe bulaşmanın, şiddetle içlidışlı yaşamanın nesnel koşulları da yer buluyor anlatıda. Bu yanıyla düşünsel ziyafet getirirken roman bireysel sorgulamanın da önünü açıyor ayrıca. Bir büyük okuma lezzeti.
ÖYKÜDENLİK…
DİLEK KARAASLAN: TATLI BİR ŞEY YOK MU?’
Bir ilk kitap da öyküde. Dilek Karaaslan, Tatlı Bir Şey Yok mu? (Edisyon, 2022) başlıklı ilk öyküler demetinde, alanda adını pekiştirecek bir öyküleme bütünüyle geliyor denebilir. Kadıncı bakışın feminist bir edayla bütünleştiği de açık bu öykülerde.
Elöyküsel bir anlatımı yeğliyormuş izlenimi bıraksa da dolayımlı anlatıcılar aracılığıyla kuruyor yine anlatısını yazar. Böylece yaklaşımı, yorumuyla ama bunlara anlatılan kişi, olay, nesne her neyse o an bunlardan sızan somut çıktıların katkısıyla küçük insandan başlayıp bir duyuşlar dizisine yoğunlaşıyor.
O zaman öykü, ekonomik, sınıfsal çaba göz ardı edilmeksizin feminist eda tabanında yükselen bir dolayımlı anlatıcı öykülemesi olarak geliyor denebilir okur önüne. Erkekler baba, kardeş de, koca, sevgili de olsa hatta cin, kiklop, şu bu, bir saldırgan güruhtur.
Belki “[t]ek eşli, evcimen”, “mayasında evlilik olan”lar (60) dışında hemen her erkek, kadına hükmetmeyi ister, yatakta ondan oynaşlık bekler, evde şefkat emekçisi, vitrine çıkardığı sokaktaysa asaletinin göstergesi olarak kullanmak ister onu, o kadar. Eril ahlakla boğuşan bu kadın kahramanlar, söylemek gereksiz ama öyküleri yükseklere çıkarmakta gecikmiyor.
Dilek Karaaslan’dan üzerinde durulması gereken, dikkat çekici bir ilk öykü kitabı: Tatlı Bir Şey Yok mu? Devam Dilek!
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Arnavutköy'de sürpriz hasat: Sanki hiç toplanmamış gibi
- Memurlar için yeni dönem başlıyor
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki