Yüzyılımızın onur ‘yüz’leri… M. Sadık Aslankara'nın yazısı...
1923, 1924, 1925; ardışık üç tarih… Önce cumhuriyetimizin, arkası sıra Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutladık, derken bunları kurumlaştıran irade temsilcilerinin ardılı, gazetenin de başyaşatıcı öncülerinden İlhan Selçuk’un yüzüncü yılına geldi sıra. İşte nice yüz’e bedel üç onurlu yüz…
İlhan Tarus’un Anadolu kasabası… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
İlhan Tarus, romanlarında Türkiye’yi “kasaba” dokusunda bir yurt bağlamında alırken cumhuriyetin kentleşmedeki rolüne odaklanıyor görece aslında. Onun bu konudaki işlevsel rolü üzerine araştırma yapmış düşünce üreten bir sosyal psikolog konumunda sergiliyor yazarlığı bana göre. Ne ki çizgisellikle vazederek değil de yazınsal olanla uyum içinde başarıyor bunu.
Dünyaya şiir gerek… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Bir sihirli değnek değil elbet şiir, “değnek” değil çünkü, değil ya yine de insanı bir güzellik ışığında apansız yakalamışçasına dondurup yüreğine beynine yaratıcı ruh üfleyen bir evrensel büyü. Şair de otacı şaman. Bu yüzden işte 21 Mart’larda yeni bir dünyaya açılmak için her kof görüşü karşımıza çekip özgürce sorgulayabilmenin de gereci aynı zamanda şiir…
Issız dünyada tek başına... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Sorunu her ne olursa olsun, nasıl bir ıssızlık-yalnızlık belasıyla karşılaşırsa karşılaşsın, ateşi kendi içinde, dünyayı yerinden oynatacak istence, iç gücüne sahip bir akıllı varlık insan. Bu yüzden yalnızlıkların üstesinden gelip bununla baş edebiliyor, bilim-felsefe-sanat vb. üreterek var ettiği kaynaklarla tek başınalığını görece de olsa koruyabiliyor.
Acının vatanı, insanın toprağı! M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Felaket, kısıtlı bir coğrafyada çıksa da acıyı, salt oradakiler yaşamaz, bu, her yere dağılıp yayılır, kalıcılaşır da. Dünyanın tüm dillerini, evlerini gezer acı, akıl farklı etkimeler eşliğinde bunu kendi toprağında büyütür, alıp derinlerine yerleştirir. Sonunda beynin en kalıcı öğesi olur çıkar acı.
İlk öykü kitaplarıyla kadınlarımız… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
14 Şubat, “Sevgililer Günü” olduğu kadar dünya öykü günü de. Dünya öykücülüğü içinde artık seçkin bir yere sahip öykücülüğümüz her yıl alana katılan pek çok yazarın, özelde kadının ilk öykü kitabıyla dal budak salıp alabildiğine serpiliyor, gelişiyor…
Hayat, şiddet sarmalında... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
İster doğanın zoru halinde gelsin, isterse kişi, aile, devlet, sermaye vb. kökenli siyasal-eril erk olarak kendini göstersin her birey, şiddet sarmalıyla iç içe sürdürüyor yaşamını. Doğum-düğün-ölüm üçgeninde geçen yaşam döngüsündeki her aşamada insan, söz konusu şiddete karşı toplumsal zeminde verdiği bu savaşımla varlığını sürdürüp ayakta kalabiliyor ancak.
Öykü-romanda metin, anlatı, yapı... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Yapıtta metin, duvarın taşlarıdır. Duvar örüldüğünde taş görülmez, tamamlandığında duvar da görünmez olur, ortada koskoca bir yapı vardır sığındığınız ya da içinde yittiğiniz. Sığınım, yitim, yapıttaki kavramsallıkla, bunun gücüyle çıkar ortaya, bunu anlamak için geriye dönüp baktığınızda görürsünüz duvarı, taşı. Öykü-roman, taşa benzer sözcüklerle kurulur işte.
Eskimeyen eski... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Bilim, sanat, düşünce, spor gibi alanlarda, ne dersiniz “eskimişlik” mi “aşılmışlık” mı söz konusudur? Bu anlamda “aşılmış” buluş, yapıt, kuram, rekor vb. dendiğinde, olgu yerini, “eskimiş” olan teknik, yöntem benzeri uygulayımlara bırakıp konu da kendiliğinden saydamlaşacaktır kuşkusuz.
Öykü-romanda olgu soyutlayımı... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Sanat, gösteren değil gördürendir, baş sallatan değil doğrultandır, yol veren değil açtırandır, özetle akıl bileyendir, böyle olunca kişinin gönlünü, ruhunu da biler tabii. Bu yüzden ilk şamandan bu yana hiçbir sanatçı, olanı biteni sözle, sözceyle anlatmaya girişmedi ama yine de bunları, alımlayıcıda kurdurmayı başardı, böylelikle bireysel-toplumsal işlevini de yerine getirdi.
Öykü-romanda anlatıcının ayak izleri... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Okur, öykü-romanda anlatıcının ayak izlerini fark etmeyebilir, ne ki yazar, anlatıcısını kör kör parmağım dercesine ille ortalıkta gezindirmek isterse başka. “Anlatıcı” dediğimiz özne, yazardır elbet, ancak hiçbir yazar anlatıcı değildir yine de. Çünkü yazarla anlatıcı arasında birebir özdeşiklik kurulamaz asla. İnsan kendini yazamaz ki tutup kendinden anlatıcı yapsın.
Yazında yazlar, aşklar... M. Sadık Aslankara’nın yazısı... (29 Kasım 2022)
Yazla kıştan söz ederken insanın güne, aya, yıla yaklaşımındaki o geleneksel döngü öne çıkıyor bir kez daha, yazla yeniden baş veren, ardı sıra yerini sonrakine bırakan başak misali. Bu tutum, yaz okumalarına da yansıyor, elimiz kitaptadır hani ama gözümüz yazda aşkta yolda, işte öyle…
O güzel öğretmenler o güzel atlara... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Mustafa Kemal’den Mustafa Necati’ye, Hasan Âli’den Tonguç’a, kimlere kimlere uzanıp ardı gelmez listelerle sıralanabilecek öğretmenlerin cumhuriyetin kuruluşundaki payı, ordunun payından aşağı kalmaz. Doğru, Kurtuluş Savaşını düzenli ordu başarmıştır ama öğretmenler de Kuruluş Savaşının önde giden güzel atlıları, güzel öğretmenleri olmuştur hep…
Atatürk’ün düşü… M. Sadık Aslankara'nın yazısı...
Geçtiğimiz yüzyılın en büyük düşçüsü, bunu toplum yaşamına taşımakta mahir, isabetli olan Atatürk’müş meğer. Yüzyıl sonra da hep birlikte somut biçimde görünce aydık. Belli, o da düşleriyle yol alan bir bilimci, sanatçıymış, açtığı ufkun yenice ayırdına varıyoruz, bu da kazanç.
Kadın yazarın kadın cumhuriyeti… M. Sadık Aslankara'nın yazısı...
“Kadın Romancıların Roman Kadınları”, “Kadın Yazarların Kadınları” gibi pek çok başlık altında kadın yazarlarımızı, öykü, roman, oyun metni, deneme-eleştiri yazınsal türlerdeki verimleriyle ya da yapıtlarındaki kadınlarla aldım “Kitaplar Adası”nda. Ne ki “kadın yazar” diyorsak eğer cumhuriyetle de ilişki kurulmasını gerektiriyor bu kuşkusuz.
Acıya, yoksunluğa karşı umut, direnç! M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Söylenden mesele binlerce yıldan süzülüp gelen “anlatı” sanatı, daha başlangıçta üstlendiği “görevci kimliği”ni terk edip dünyayı algılama, yorumlama eylemine dönük “aracılık” rolünden sıyrılabilir mi kolayına, günümüz anlatıları olarak öykü-romanda?
Sinemayla edebiyatta kol kolalık... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
“Mevsim”, meteorolojinin terimi olsa da değişmeceli anlamıyla yeme-içmeden üst-başa, eğitim-öğretime, sanat-kültüre uzanan yanıyla yaşamı bütünüyle kuşatan bir olguyu imliyor ayrıca. “Yeni bir mevsim başlıyor” derken gelin bu kez yeni yayın dönemini, tiyatro-sinemanın yeni mevsimini anımsayalım. Onların her yeni mevsimle bizlere gereksinim duyacağını da.
Tiyatronun delileri... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Haldun Taner’in Tomas Fasulyeciyan’a söylettiği, “Zaten aktör dediğin nedir ki?” diye başlayan tiradı vardır ya, sahi nedir aktör? Bir deli; göze girerken göze alan, ama göze alırken bile göze giren, bunları bir deha olarak adımlarken de “Bunca delilik ancak dehayla olur,” dedirten derviş…
Savaş; salgın, horlayış… M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
4 Ağustos’tan 1 Eylül’e üç dört hafta geçse de bu tarih, çeyrek yüzyıl arayla iki savaş için hücum borusu çalındığı günler. Milyonlarca yoksul aç insan, yanında onları ezip sömüren azgın, vahşi emperyalizm. Ya insanın insanı horlayışına ne demeli, üstelik yazın dünyasında bile yaşanıyorsa bu?
Öykü-romanda acının evrilişi! M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Dünyanın tüm dillerinde ne denli öykü roman varsa bunların her biri büyük ‘acılar ansiklopedisi’nin minnacık bölümceleri bağlamında alınabilir pekâlâ. İnsanoğlu, ortaya çıkışıyla, bu acıları aşmanın yolu olarak, adına ne dersek diyelim yalanlar uydurdu, uydurduğu bu yalana inandı, çünkü buna gereksinim duydu ayakta kalmak için,bütün zamanlarında benimsedi bunu.
Dünyanın bütün kadınları... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Doğanın yaratıcı dişil varlığı olarak kadını “kurtarmak” ya da onun “kurtulması” için çabalamak ilineksel bir yaklaşım sayılmalı. Öyle ya erkek kendisini ondan soyutlayamaz, buna olanak tanımaz doğa. Diyelim fiziksel, ekonomik vb. olanak sahibi, kalkıp onu kendisine “nesne”, “köle” yapmak için de alabildiğine iştahlı, ancak görece baskılayabilir kadını, o kadar…
Edebiyat akıl kamçısı... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Her söz, çizgi, desen, ezgi, renk, dans, oyun akla çentik attığında ortaya koyduğu ne olursa olsun sonuçta alımlayıcının kafasına bir sorunun çengelini de takıyor. Böylece kişi sanat yapıtını kendisine akıl kamçısı yaparken amok koşucusu halinde soyutlama şölenine katılıyor doğallıkla…
“Metnin yazınla sınavı...” M. Sadık Aslankara'nın yazısı...
Bir metni, yazınsal kılan pek çok etken var, bunlardan biri ya da birkaçı öne çıkabilir elbette, ancak öteki etkenler olmadan yapıtın bunlarla tek başına yazınsal nitelik taşımasına olanak tanımaz olgu. Yazınsal metin somut bütündür çünkü; anlatımı, kurgusu, dili, biçimi, biçemi, olay örgüsü vb. metinde ne yapıp edip kendisini gösterecek sınavını verecektir mutlaka.
Yazında yazlar, aşklar... M. Sadık Aslankara’nın yazısı... (29 Haziran 2022)
Yazla kıştan söz ederken insanın güne, aya, yıla yaklaşımındaki o geleneksel döngü öne çıkıyor bir kez daha, yazla yeniden baş veren, ardı sıra yerini sonrakine bırakan başak misali. Bu tutum, yaz okumalarına da yansıyor, elimiz kitaptadır hani ama gözümüz yazda aşkta yolda, işte öyle…
Romanımızda farklı evrilme... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
İnsanı, anlatı kurmaya zorlayan ne? Kişinin buna kalkışması, söyleyecek sözü olduğunu göstermiyor mu? Nitekim Türkiye’de 1980 sonrası yayımlanan öykü roman ilk kitapların, cumhuriyetin elli yılı (23-73) boyunca basılan tüm kitapların en az on katına vardığı kolayca görülebilir.
Değerce, anlamca Sus Barbatus!... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Faruk Duman’ın “Sus Barbatus!” (Yapı Kredi Yayınları) üçlemesi, yazınımızda önemli bir çıktı konumuyla önümüzdeki bütün zamanlarda “nirengi”ye dönüşebilecek bir başyapıt görece. Sevmemiz gerekmez ille romanı, ancak onu görmezden gelmek ya da sessizlikle karşılamak hiçbirimizin harcı olmasa gerek…
Romanda kararlılık... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Filiz Özdem, Zeynep Göğüş, Abdullah Aren Çelik romanda kararlılık gösterdikleri öne sürülebilecek üç yazar. Yapıtlarına bakarak bu yazarların roman kavrayışlarını gözlemek, bunu, yarattıkları roman evrenleriyle karakterleri üzerinden okumak, bu doğrultuda roman estetiği paydasında eğilimleriyle yapıp etmeleri üzerine düşünce üretmek pekâlâ olanaklı.
Öykünün sandık odası... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Her yazarın bir sandık odası olur değil mi, ama yazınsal türler yine de yazardan bağımsız kendi sandık odalarında yaşar. Yazar, yazarlığını kılavlarken şiir, öykü, roman kendi sandık odalarında demlenir üzerlerinin açılıp güneşe çıkarılacakları günü, o gizemli eşref saati bekler sürekli.
Öyküde kararlılık... M. Sadık Aslankara’nın yazısı...
Salt öykü değil, öteki sanat alanlarıyla dalları da sanatçıdan hep kararlılık bekler. Sanatçıyı bu kararlılık yüceltir, türünde sergilediği dik duruş biraz da. Örneğin Melih Cevdet gibi şiir, deneme, tiyatro farklı türlerde verim sürdürebilirsiniz pekâlâ, ama bunların her birinde “deha kararlılığı” göstermeden ne alanla hesaplaşabilirsiniz ne de ödeşebilirsiniz.